Yarın 3 Aralık Dünya Engelliler Günü. Biz BEHİSAY grubu
olarak engelli Adapazarı Belediyesi engelli Meclis Üyesi Selim Özen’in
gayretleriyle AGORA AVM’nin katkılarıyla dört gün sürecek düz yazı, şiir,
karakalem, karikatür, fotoğraf ve gravürlerden oluşan bir sergi ve 3. gün
18.00-20.00 arası bir şölenle halkımıza merhaba demek istiyoruz. Biz
engellilerden merhaba bu, ama buruk değil, umutsuz değil, kırgın değil. Sabırla
üreten ve sabırla bekleyenlerin sihirli, büyüleyici olmasını dilediğimiz,
özürlü olmayan sizlerin üzerinde iz bırakmasını istediğimiz merhabası bu.
Biliyor musunuz Mısırın güneyinde Luksor kenti var. Lüks
deyimi dünya dillerine oradan geçmiştir. Çünkü antik çağlarda o kentte üretilen
her ürün sadece krallara kraliçelere üretilirmiş.
Medeni kelimesininde Medine kentinden geldiğini belirtelim.
Şehirli demektir. Şehirli hayata uyum göstermiş ince kişilik sahibine medeni,
dilimizdeki anlamıyla uygar diyoruz.
Giderek gelişen, teknoloji ile alet kullanmanın ve bilginin
krallardan halka indiği günümüzde insanlık medeniyet ölçüsünü geliştirerek
genişletmiş; lüksün tanımını değiştirmiş, sadece ihtiyaç dışı ve kullanılmasada
eksikliği duyulmayacak eşyayla sınırlı bırakmıştır. Dolayısıyla tavır ve
tutumlar medeniyetler için lüks değildir. Engelli hakları da bu tavır ve
tutumun içinde yer almakta artık.
Engelli haklarını sayıp dökerek sizi yormak istemiyorum.
Kısaca söylemek gerekirse medeni dünyada engelli hakları artık lüks değildir.
Lüks olmadığını eserleriyle karşınıza çıkan arkadaşlarımın
üretkenliklerini, sanatçı duyarlılıklarını görünce fark edeceksiniz. Hiçbirimiz
herhangi bir yeteneğe sahip olmayabilirdik. Bizler genede aynı haklardan
yararlanacaktık. Bir beceri ve yeteneğe sahip olmayan engellilerin engelli
haklarına sahip olduğu gibi.. Bizler engelli dünyasının bir adım öne çıkmış
üyeleri olarak tüm engellilerin sesiyiz. İşte sesi olmanın verdiği sorumlulukla
3 aralık dünya engelliler gününde dört gün sürecek bu etkinliği düzenledik.
Öyle uzun uzun sakatlık tanımı ve sakatlığın nedenlerine
girmeye niyetli değilim. Kısaca sakatlıklar dört ayrı başlık altında toplanır.
1: Yürüme engelli
2: İşitme engelli, buna bağlı olarak konuşma engelli
3: Görme engelli
4: Zihinsel engelli
Bedensel eksiklikle oluşan her sakatlık kendi içinde birkaç
bölüme daha ayrılabilirler. Kimileri bedensel eksiklik olmasına rağmen nerdeyse
sakatlık tanımında önemsiz görünürler. İkişer tane bulunan organlarımızdan göz,
kulak, kol, bacaktan birini kaybetmiş olmak gibi.. oysa onların hiç biri
diğerinin yedeği değildir. Her biri diğeriyle birlikte güçlüdür. Tek göz
perspektiften, yani derinlik ve mesafe ölçüsünden yoksundur. Tek kol güçsüzdür,
tek bacakla uzun süre çekirge gibi zıplayarak yürünülmez. Tek kulağın yön
duygusu daha azdır.
Engellilik, engelli olan kişiler üzerinde büyük açlıklar,
buna bağlı olarak bitmez istek, emel ve özlemler yarattığı için geç yaşta
oluşan engellilikte kişilik bozulmasına, çocuklukta oluşan engellilikte
kişiliğin oturmamasına yol açmaktadır. Hele engellilerin toplum içinde hor
görüldüğü, alay konusu olduğu eski dönemlerde bu yıkım derecesine
varabiliyordu. Toplumsal gelişimimizle birlikte eğitim seviyesinin yükselmesi,
engellilerinde kaynaştırmalı eğitim sayesinde toplumla birlikte olması kişilik
sorununun giderek azalmasını sağlamıştır.
Gelin o meşhur (Türkçe olmadığı için sevemediğim) İngilizce
kelimeyle “empati” yapalım. Yani eskilerin sözüyle (ki bu deyimi daha çok seviyorum)
karşımızdakiyle “hemhal” olalım.
Belki canımızı acıtacak, ama hemhal olmadan karşımızdakinin
acısını, sevincini, kaygısını, tasasını anlayamayız.
Spastik engelli, konuşamayan şair ve yazar kardeşim Ömer
Alikılıç 01.12.2015’te yani dün yayınlanan “Perşembeden Pazara Agora” başlıklı
köşe yazısında bu konuda şu satırlarla seslendi bize:
“Hiçbir insan, yaşamadığı hayatın ne zorluklarını tam
anlayabilir, ne çaresizliklerini, nede hayatın her şeye rağmen verdiği
güzellikleri net bir şekilde algılayabilir.”
(…)
“Evet teselli edilmek, insanın hayatında dertleşebildiği
ailesi ve dostları olması, gerçekten secdeye kapanıp, delice şükür edilecek bir
değer. Ancak yaşanılan her hayat, hissedilen her duygu insanın kendisine
aittir. Kimse kimseyi tam olarak asla ama asla anlayamaz.”
(…)
Ateşe dokununca ateşin yakacağını dünyada yaşayan her insan
çok iyi bilir. Bu iki kere ikinin dört olduğunu bilmek kadar basit mesele. Ateş
yakar mı, evet ateş yakar. Fakat ateşin acısını sadece ama sadece ateşte yanan
bilir.”
Ömer’in dedikleri doğru değil mi?
Şimdi size soruyorum:
*Siz hiç tekerlikli sandalyede oturup, bir topun, bir
kelebeğin ardından gittiniz mi, yada bir şeyinizi çalan hırsızın peşinden
koşmayı denediniz mi? Koşamayıp, elleriniz koynunuzda naçar, seyirci kaldınız
mı? (Adana’da annesinin verdiği 10 tl ile yoğurt almaya giderken soyulan
engelli çocuğumuzun iki hafta önceki haberini televizyonlarda izlemişsinizdir)
*Siz hiç gözlerinizi bağlayıp annenizi-babanızı,
sevgilinizi, oğlunuzu, kızınızı görmeyi denediniz mi? Karanlık sizi korkutur mu
yoksa? Karanlıkta kulaklarınız her sese daha mı duyarlı olur? Karanlıkta
ellerinizle mi aranırsınız. Görme engellisiniz üstüne üstlük kollarınızda yok,
etrafı nasıl kolaçan edebilirsiniz?
*Siz hiç konuşamayıp şarkılar söylemek istediniz mi?
Kelimeleri söyleyemiyor olabilirsiniz. Yüreğinizden dökülen duygu seli
hançerenizden, dilinizden hüzünlü veya sevinçli sese dönüşmez mi?
*Siz hiç duymayıp bir deniz kenarında martıların sesini
dinlemek istediniz mi? Duyduğunuz sesleri hiç duyamadığınızı bir hayal edin.
Kalabalıklar içinde yalnızlıkları yaşarsınız. Duyduğunuz o seslerin ruhunuzu
yıkadığını, sizi sakinleştirdiğini fark edeceksiniz. Sevdiğiniz bir müzik
parçası sizi kaç yüzyıl geriye götürebilir, ne sevinçler ekler sevincinize
neşeli bir melodi, ne ilahi tatlar alırsınız Allaha yakarışları duyunca bir
ilahide.
*Siz zihinsel engellilere zihinsel engelli demek yerine,
geri zekâlı, yada deli demeyi mi tercih
ediyorsunuz? Oysa onlarda hayatı seviyorlar. Hayata katılmak
için ne kadar istekliler baksanıza... sadece geç öğreniyorlar onlar. Ama en
içten sevgiler, en çıkarsız sevgiler onlarda. Çünkü onlar çıkar hesaplarının ne
demek olduğunu bilmiyorlar. Şimdi kendinize şöyle diyebilir misiniz? “Ben sevgi
engelliyim, ne kadar seversem seveyim, hesap yapmadığım konu, hesap yapmadığım
gün yok çünkü.”
*Siz hiç engelli bir yakınınıza, arkadaşınıza baktınız,
ilgilendiniz, ona yardımcı oldunuz mu?
Siz hiç küçük bir çocuğu tekerlikli sandalyesinden
kucaklayarak alıp belediye otobüsüne bindiniz mi? Bir gün bu çocuğun taşınamaz
olacağı ne kadar aklınıza geldi? Hele başka türlü hastalıklarla
karşılaştıklarında çabalarınızın yetmediğini gördünüz mü? Öyle ya sağlık var
hastalık var! Bizde mide, kalp, böbrek hastası olabilir, yada kansere
yakalanabiliriz. Ya sürekli bir engelliye bakmak zorunda olanlar ne yapsın?
Hayatın birçok getirisinden fedakârca vazgeçenler... onlarda bizimle birlikte
engelli oluyorlar. Onların özel hayatları olamıyor. Tatilide yok bu işin 7/24
ömür boyu.
Sıkıldınız mı anlattıklarımdan? Bunalttım sizi biliyorum.
Ama bunları bilin istedim. Bilin ki yaşamımızı
kolaylaştırmamız konusunda bizlere imkânlar sağlanabilsin.
Bu özel günlerin böyle konuları hatırlatmamıza faydası var.
Aslında yılsonu maliyenin şirketlerin muhasebe kayıtlarını kontrol etmesi gibi
engellilerin engelinin kaldırılması konusunda ne durumda olunduğunun her yıl
incelendiği bir kurulun olması şart! Eksik gedik ancak o zaman görülür ve
giderilir.
Selim Özen kardeşimin girişimlerine duyarsız kalmayarak
bizlere bugünleri hazırlayıp sunma imkânı veren müdür yardımcısı Uğur Bülent
Sertçelik ve Selen Ayberk’in şahıslarında AGORA AVM’ye çok teşekkür
ediyoruz.
Yarın, yani 3 aralık Perşembe günü saat 14.00’teki sergimizin
açılışında ve Cumartesi günü saat 18.00-20.00 arası düzenlenecek şölende AGORA
AVM’de sizi aramızda görmek biz çok mutlu edecektir. Sergimiz Pazar günü 18’de
sona erecektir.
Bekleriz efendim.
Yayın Tarihi: 02.12.2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder