Merhaba sevgili okurlarım. Ahmet Oktay şiirlerine ayırdığım
4. ve son bölüme geldik. Bu bölümde söze daha az, şiire daha çok yer vereceğim.
Daha önceki bölümlerde şairimizi tanıtmıştım fakat bu köşeyi ilk okuyacak
kişileri de düşünerek kısaca tanıtmakla işe başlayalım.
Şairimiz 1933 Ankara’da doğumlu. Şiir yazmaya ortaokul
sıralarında başladı. 1949-1950 yıllarında Gerçek dergisinde ilk şiirleri
yayımlandı. Öğrenimini liseyi bitirmeden çalışma hayatına atıldı.
1950’lerde ortaya çıkan Mavi Hareketi içinde yer
aldı. Yazı ve şiirleriyle aynı adlı derginin önemli bir şair ve yazarı
oldu. Yeni İstanbul gazetesi Ankara bürosunda 1961 yılında ‘parlamento
muhabir’liği yaptı. Böylece profesyonel gazeteciliğe başladı. Çeşitli
gazetelerde ve TRT Haber Merkezi’nde muhabirlik, haber müdürlüğü yaptıktan
sonra 1982’de TRT’den emekli oldu. Emekliliğinden sonra Milliyet
gazetesi’nde çalışan Ahmet Oktay buradanda ayrılarak 1993 yılından itibaren tüm
zamanlarını sadece yazarlığa ayırdı.
Sıra geldi şiirlere. Buyurun.
...
KUŞ MİTİNGİ
Sonbahardan sonra
ağaçlar
Hep duman açar
Ankara’da
Saksılarda yeşil bir yalnızlık
Uzayıp gider ev tutsaklığında
Kış boyu rüzgârsız ve çiçeksiz
Ne gün kalır güneşin yüreğinde
Ne şafak ne sabah
Kar altında dilsiz ve sessiz
Bir tohum gibi bekler baharı
Taş üstünde topraksız çaresiz
Sonbahardan sonra Ankara’ya dair
Hep aynı sözler söylenir
Ama yağmur
Yine utanır yağarken
Kar yine yağmadan kirlenir
Sonbaharda sonra Ankara’da
Yalnızca kuşların isyanı vardır
Bakarsınız bir akşamüstü
Bütün ağaçlar kuş açmıştır
Ve gökyüzü meydanında
Kuş dilinde bir miting başlamıştır
Bir çığlıktır artık yaşanan
Sözcükler yetmez anlatmaya
Notalar fırçalar susar
Çünkü mitingden sonra kuşlar
Kırıp kanatlarını
Ankara’ya ölüm bırakırlar
Saksılarda yeşil bir yalnızlık
Uzayıp gider ev tutsaklığında
Kış boyu rüzgârsız ve çiçeksiz
Ne gün kalır güneşin yüreğinde
Ne şafak ne sabah
Kar altında dilsiz ve sessiz
Bir tohum gibi bekler baharı
Taş üstünde topraksız çaresiz
Sonbahardan sonra Ankara’ya dair
Hep aynı sözler söylenir
Ama yağmur
Yine utanır yağarken
Kar yine yağmadan kirlenir
Sonbaharda sonra Ankara’da
Yalnızca kuşların isyanı vardır
Bakarsınız bir akşamüstü
Bütün ağaçlar kuş açmıştır
Ve gökyüzü meydanında
Kuş dilinde bir miting başlamıştır
Bir çığlıktır artık yaşanan
Sözcükler yetmez anlatmaya
Notalar fırçalar susar
Çünkü mitingden sonra kuşlar
Kırıp kanatlarını
Ankara’ya ölüm bırakırlar
AHMET OKTAY
***
ÖĞRENİM
Hocan Bedri Rahmi
-renkli güneşler
bir iki kalın sözlük
nakışlı veremler
ve doğurgan aşklar yerdi bir oturuşta-
çok kalabalık bir halk yüzüyle öldü;
haftada üç gün
gezdirirdi sizleri Tophane'de.
Kazıbilim’de çanak-çömlek değil
bayat ekmek ve zeytin
yamalı bir gençlik
sahtiyan bir yalnızlık
bulun diye.
Ne yazık, esrarı
ve trahomlu bir gözün
düşman bakışını ilk tanıdığın yer
Karabaş’ın mahallesinden
tek desen yok defterinde.
-renkli güneşler
bir iki kalın sözlük
nakışlı veremler
ve doğurgan aşklar yerdi bir oturuşta-
çok kalabalık bir halk yüzüyle öldü;
haftada üç gün
gezdirirdi sizleri Tophane'de.
Kazıbilim’de çanak-çömlek değil
bayat ekmek ve zeytin
yamalı bir gençlik
sahtiyan bir yalnızlık
bulun diye.
Ne yazık, esrarı
ve trahomlu bir gözün
düşman bakışını ilk tanıdığın yer
Karabaş’ın mahallesinden
tek desen yok defterinde.
AHMET OKTAY
***
SIRADA
Uzat saçlarını
gecenin balkonundan
isteğimin çok tüylü suyuna.
Bir orman gecesinde
bir kar gündüzünde,
gördüm nasıl süzüldüğünü
yırtıcı ölüm kuşlarının.
Hadi uçsun memelerindeki güvercinler
hadi cennet ülkeni sun.
Kardeşliğin şarabını istemiyorlar
söyle kaç sofra kaldı kurulu?
Baktıkça içleniyorum fotoğraflarına
yüzlerini öpmüş anneleri ayrılığa benzer
çilekeş kadınlar rüzgârlarına vurgun,
onlar silâhları ve şarkılarıyla
hani şuracığından geçerlerdi
korkularınla kaldığın zaman.
Ölümü en güzel kullandı onlar
bir karanfil dişleri arasından
aşk içinde ulaştırdıkları sana,
cepheden, sürgünden, mapustan.
Sıra bizim, hadi günler bitiyor.
hadi uzat mavi saçlarını
yenik gövdemin üstünden.
isteğimin çok tüylü suyuna.
Bir orman gecesinde
bir kar gündüzünde,
gördüm nasıl süzüldüğünü
yırtıcı ölüm kuşlarının.
Hadi uçsun memelerindeki güvercinler
hadi cennet ülkeni sun.
Kardeşliğin şarabını istemiyorlar
söyle kaç sofra kaldı kurulu?
Baktıkça içleniyorum fotoğraflarına
yüzlerini öpmüş anneleri ayrılığa benzer
çilekeş kadınlar rüzgârlarına vurgun,
onlar silâhları ve şarkılarıyla
hani şuracığından geçerlerdi
korkularınla kaldığın zaman.
Ölümü en güzel kullandı onlar
bir karanfil dişleri arasından
aşk içinde ulaştırdıkları sana,
cepheden, sürgünden, mapustan.
Sıra bizim, hadi günler bitiyor.
hadi uzat mavi saçlarını
yenik gövdemin üstünden.
AHMET OKTAY
***
SÖZÜN YURTLUĞU
“Ne yazıyorsun?” diye
soruyor
geçen günkü çocuk: usulca
açmış bir haşhaş çiçeği
çitin yanında. Öğle sonunun
dinginliğinde yankılanıyor
soru. Yaşam böyle apansız
kuşatıyor Sözü: daha yolunu
sorarken yele, kerteriz ararken
geri dönmek için. Çünkü bir yurt
gereksinir söz de: unutulmak
ve yeniden bulunmak üzre. Yazgı bu!
Kovulmuş ve yargılanmış adına
konuşana ne mutlu. Dönecek olan
odur çiçekler içinde; tutuşmuş
ardında yabanıl gece.
Ey kokuya işleyen yazı! Gölgeye
açtığın remilde görünce kendi
suretini, vaktindir bil:
konuşulacaktır zamana karşı.
Sevgili çocuk! Gün
geldiyse şükürler olsun; kaç
ton kalay eritildi; göğsünden
bir düğme açtırmak için
kilitler ermişinin. Bir kitap
bu: belki de senin yazacağın: içinde
titreyip dururken binlerce kandil.
Ey kokuya işleyen yazı! Gölgeye
işleyen yazı! Reddedildin
ve kabul edildin: Korktu Davud Tai
gecenin açıkladığından ve günün
sakladığından; el yazmalarını
suya attı. Su soldu
ve kum çatladı. Ama Gazalî ey çocuk
öldü çölü soluyarak ve göğsünde
Buharî’nin kor kesilmiş kitabı.
geçen günkü çocuk: usulca
açmış bir haşhaş çiçeği
çitin yanında. Öğle sonunun
dinginliğinde yankılanıyor
soru. Yaşam böyle apansız
kuşatıyor Sözü: daha yolunu
sorarken yele, kerteriz ararken
geri dönmek için. Çünkü bir yurt
gereksinir söz de: unutulmak
ve yeniden bulunmak üzre. Yazgı bu!
Kovulmuş ve yargılanmış adına
konuşana ne mutlu. Dönecek olan
odur çiçekler içinde; tutuşmuş
ardında yabanıl gece.
Ey kokuya işleyen yazı! Gölgeye
açtığın remilde görünce kendi
suretini, vaktindir bil:
konuşulacaktır zamana karşı.
Sevgili çocuk! Gün
geldiyse şükürler olsun; kaç
ton kalay eritildi; göğsünden
bir düğme açtırmak için
kilitler ermişinin. Bir kitap
bu: belki de senin yazacağın: içinde
titreyip dururken binlerce kandil.
Ey kokuya işleyen yazı! Gölgeye
işleyen yazı! Reddedildin
ve kabul edildin: Korktu Davud Tai
gecenin açıkladığından ve günün
sakladığından; el yazmalarını
suya attı. Su soldu
ve kum çatladı. Ama Gazalî ey çocuk
öldü çölü soluyarak ve göğsünde
Buharî’nin kor kesilmiş kitabı.
AHMET OKTAY
***
TUHAF DUYGU
Dolaşıyorum ne
zamandır
kalbimde bir gül kesiği;
ıslak bir tülbent koy göğsüme
emsin büyüyen o siyah lekeyi;
çoktan döndüm gittiğim gurbetlerden
yine de
içimde kanayan bir sılanın sesi.
kalbimde bir gül kesiği;
ıslak bir tülbent koy göğsüme
emsin büyüyen o siyah lekeyi;
çoktan döndüm gittiğim gurbetlerden
yine de
içimde kanayan bir sılanın sesi.
AHMET OKTAY
***
ULUKIŞLA’DA SAAT BEŞ
Saat beş. Yoğurt
vuruyor analar,
akşam
kaçak tütün gibi koyu, yumuşak,
alev almış göçebe bir kurt sesi
kalaysız bakraca, buzlayan ovaya yansıyan,
yok tipiye gem vuran
ve narayı hançer gibi kullanan atlılar,
toprak suskun
anaların güz bahçesi kesilmiş gözleri
zehrini içine akıtıyor çıkrıklar.
Saat beş. Zonkluyor belleğimde
Aksaray yolunda gördüğüm
gülgillerden bir bitki
Şemdinli'de ırmak gibi akıp geçen
yemyeşil sıbyan ölümleri,
alınları dövmeli kadınların
uçurumlardan daha yabanıl
söylediği ağıt mıydı, ninni mi?
Bir pişmanlık mıdır yaşananlar?
Elini bir an suda unutup gitmesi,
bakarken ardından ağbani hırkaların.
İnsanınkine benzer kederi
yalnız kalan tahta köprülerin.
Gün kaydını düşer çıplak çocuklarla
bellek körelir düşürülmüş bir elmas gibi
kurumuş bir dere yatağında.
Yaralı tavşan ne bırakır ki
ardında kan izinden başka?
Isparta’da koku yapılır gülden
Aksaray’da bıçak gibi yalnızlık
Hakkari’de efsane.
Balkıyan bulutu görür başak
mavilik gülümseyiş gibi titrediğinde,
ben erken ölümü gördüm
Ulukışla’da saat beşte
Yalınayak suya basıyordu bir çocuk.
akşam
kaçak tütün gibi koyu, yumuşak,
alev almış göçebe bir kurt sesi
kalaysız bakraca, buzlayan ovaya yansıyan,
yok tipiye gem vuran
ve narayı hançer gibi kullanan atlılar,
toprak suskun
anaların güz bahçesi kesilmiş gözleri
zehrini içine akıtıyor çıkrıklar.
Saat beş. Zonkluyor belleğimde
Aksaray yolunda gördüğüm
gülgillerden bir bitki
Şemdinli'de ırmak gibi akıp geçen
yemyeşil sıbyan ölümleri,
alınları dövmeli kadınların
uçurumlardan daha yabanıl
söylediği ağıt mıydı, ninni mi?
Bir pişmanlık mıdır yaşananlar?
Elini bir an suda unutup gitmesi,
bakarken ardından ağbani hırkaların.
İnsanınkine benzer kederi
yalnız kalan tahta köprülerin.
Gün kaydını düşer çıplak çocuklarla
bellek körelir düşürülmüş bir elmas gibi
kurumuş bir dere yatağında.
Yaralı tavşan ne bırakır ki
ardında kan izinden başka?
Isparta’da koku yapılır gülden
Aksaray’da bıçak gibi yalnızlık
Hakkari’de efsane.
Balkıyan bulutu görür başak
mavilik gülümseyiş gibi titrediğinde,
ben erken ölümü gördüm
Ulukışla’da saat beşte
Yalınayak suya basıyordu bir çocuk.
AHMET OKTAY
***
YAPI..
Beş metre ötemdeki
yapıya bakıyorum;
Kaç TNT’lik imgelemi vardı acaba
şirket mimarlarının, Berhava edildi
kokular, renkler. Koruluğun
kaçışan hayalleri. Yüzlerce fısıltı:
yani sır veriş ve yalvarış
gülümseyiş ve öpüş. Öfkeler de
vardı elbet. Aldatıldık, terk edildik
unutulduk da şöyle ya da böyle.
Anımsandık ve kutsandık
Yıllar önceydi. Denize inerken
çamların ve çınarların sesini
dinleye dinleye. Duvarın dibinden
fısıldadı berduşun biri
elinde bir şişe kırmızı Marmara:
“Kuşlar kalmayacak ve tanklar geçecek
ben öleceğim üç bahara kalmadan
bu ağaçların kökünde ve kurtulacağım
selam durmaktan.”
Kaç TNT’lik imgelemi vardı acaba
şirket mimarlarının, Berhava edildi
kokular, renkler. Koruluğun
kaçışan hayalleri. Yüzlerce fısıltı:
yani sır veriş ve yalvarış
gülümseyiş ve öpüş. Öfkeler de
vardı elbet. Aldatıldık, terk edildik
unutulduk da şöyle ya da böyle.
Anımsandık ve kutsandık
Yıllar önceydi. Denize inerken
çamların ve çınarların sesini
dinleye dinleye. Duvarın dibinden
fısıldadı berduşun biri
elinde bir şişe kırmızı Marmara:
“Kuşlar kalmayacak ve tanklar geçecek
ben öleceğim üç bahara kalmadan
bu ağaçların kökünde ve kurtulacağım
selam durmaktan.”
AHMET OKTAY
***
Her hafta olduğu gibi bu haftada sizlerden ayrılma vakti
geldi. Umarım Ahmet Oktay şiirleri beğeninize uygundur. Havalar artık serin
değil iyiden iyiye soğuk, nede olsa girmeye çalıştığımız kış mevsimidir. Bu kış
aylarının başlangıcında gönlümüzü aydınlatan güneşli bir gün içimizi ısıtmaya
yetmiyor. Çünkü dünya kumsalda dönerek güneşlenen insanlar gibi öbür yanını
güneşe döndü. Şimdi o yan yaz mevsiminde. Aylardan aralık olsa bile. Bize göre
aralık kış ayıdır, onlara göre yaz! İşte öbür yanın sıcağı şiirlerde var.
Yüreklerinize o sıcağı getirdiysem ne mutlu bana.
Buluşuncaya dek hoşça kalın!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder