Samuel Huntington’un 1980’lerde 1990 sonrasının dünyasını
anlattığı (bu gün o devirdeyiz) komünizm’in yerini İslamiyet’in alacağını
belirttiği “Medeniyetler Çatışması” kitabından
varacağımız yeri görüyoruz. Huntington ve Fukiyama 1980’lerde bugünün kuramını
kurmuş, Milton Friedman’da ekonomik yapısını oluşturmuştur. Fukiyama
Nietzsche’nin “nihilistik” yani inkârın inkârıyla yaşamı gereksiz bulucu anarşist
“son adam”ına gönderme yaparak, bir AVM’den çıkıp diğerine girmekten başka
arzusu olmayan narsist yani özsever, kendine tapan (eskiden böylelerine
kendinden başkasını sevmeyen derdik) tüketicilerden oluşacağını varsaymıştı.
Friedman’da her şeyin parayla karşılığını bulması gerektiğini belirtiyordu.
Bunun için devlet her alandan çekilmeden paracı ekonomi kurulamıyordu (rahmetli
Özal onun para politikalarını uygulayarak ilk özelleştirme hareketiyle devleti
küçültmeyi hedeflemişti). Ülkeler böylelikle düzenlendikten sonra onları
yönetmek kolaydı. Üstüne Medeniyetler Çatışması’nı koyunca dinsel sloganları
söyleyenle karşı çıkanlar farkında olmadan aynı yerde oluyorlar. Çünkü
istedikleri bu! Alış veriş çılgınlığıyla gelinen noktada ne GDO’lu besin
düşünülür, ne ülkenin değişen gerilen yapısı... üstelik eski gelirlere sahip
olunamadan. Eskiden tasarruf yapılarak kimi alışverişler erteleniyordu. Şeytanca
bir fikirle mutluluğun küçük zaman parçacığı olan “an”da gizli olduğu ileri
sürülürken anı yaşamak felsefesi gereği 3-5 yıl sonrasının gelirleri bugünden
harcatılarak kredi kartlarıyla tüketim pompalanılıyor.
Ara sınıflar yok edilerek, ucuz
işçi cennetine dönüştürülerek ülkenin geleceği kredi kartları ve sanayicinin
dış kredilerine bağlanmıştır. Ülkemizin bütün varlıklarının özelleştirme
çılgınlığıyla yabancıların kontrolünde olduğu düşünülürse ne dediğim daha iyi
anlaşılacaktır.
Tüketimin aynı zamanda çöp
üretimi olduğunu bilmek zorundayız. Bilirsek atıklarımızla dünyayı hızla
kirlettiğimizi fark ederiz. Dünyanın her yerinde, özellikle Amerika ve
Avrupa’nın büyük şehirlerinde tüketim çılgınlığına karşı çıkışların olduğunu
örnekleriyle görüyoruz. Çöp atmayan restoran, vejetaryen şehir, hava temizleyen
kaldırım gibi gezegenimizi kirlenmekten kurtaracak uygulama çabaları
dikkatlerimizi çekiyor. Burnumuzun dibinde, İstanbul’da bir yıldır hiç alış
veriş yapmayan, kendine hiçbir şey satın almayan bir doktor hanım var.
Tüketimin çılgınlık boyutuna ulaştığının farkına varan bu doktor hanım alış
veriş kavramını hayatından çıkarmış.
Kendisiyle Deniz
Aytekin’in yaptığı bir söyleşiyi sunacağım. Söyleşiden
yapacağım alıntılarla doktor hanımın “Almadım” fikrini size aktaracağım. Ondan
önce doktor hanımın blogspotu adresi var, onun adresinide verelim. http://almadim.blogspot.com.tr/
Bu blogspot’un sahibi Selma Hekim, bir yıl önce hiçbir şey
satın almamaya başlamış. Hiçbir şey almamayı halâ kararlılıkla sürdürüyor.
Zorunlu alışveriş olan gıda ve ilaç gibi temel ihtiyaçlar hariç bir yılda
toplam beş ürün satın almış. Cilt uzmanı olan Selma Hanım’ın aldıkları bir cilt
ürünü, sıcakla mücadele etmek için bir beyaz şal, bir kalıp sabun, telefon
şarjı ve bir tane bileklik.
İşte o söyleşi...
*
Deniz Aytekin: Biraz
kendinizi ve Almadım macerasına atılmanızın arkasında ne gibi motivasyonlar
olduğunu anlatır mısınız?
Selma Hekim: Ben
aslında uzun yıllardır ekolojik hareketlerin kıyısında köşesinde dolanmış ama
daha bir-iki yıl önce ‘kendi hayatımızda ciddi değişiklikler yapmazsak yakında
çok geç olacağını’ fark etmiş biriyim. 41yaşındayım, 22 yıldır İstanbul’da
yaşıyorum. Boğaziçi Üniversitesi’nde çalışıyorum, aynı zamanda sanatçıyım.
Almama kararım aslında bir sürecin sonucu. Etrafımdaki
binaların, AVM’lerin, reklamların, ürünlerin, eşyaların, trendlerin yarattığı
korkunç fazlalıklar dünyası ve tüketerek bu dünyanın tuğlalarını bizim
oluşturduğumuzun farkına varmam en önemli neden. Ben aldıkça 3. köprü, HES’ler,
alışveriş merkezleri yapılıyordu ve almaya devam ettikçe bunların yapılmasına itiraz
etmem samimiyetsizleşiyordu. Ayrıca satın almak ihtiyaçtan çok bir tür kısa
süreli psikolojik tatmin yaratıyordu ve sonrasında daha mutsuz hissediyordum.
Sufizm, yoga gibi öğretilerle ilgilenmem ve onlardaki ‘bir lokma bir hırka’
felsefesi de etkin oldu almamamda.
Bir yıl hiçbir şey almamak ise ani bir karadı ve kararımdan dönmemek için
hemen bunu çevreme açıkladım. Takip ettiğim ekolojik oluşumlardan çok ilham
aldığım ve çok şey öğrendiğim için de kendi deneyimimi paylaşmaya karar
verdim ve bir blog ile facebook sayfası açtım. Bir yıl bir şey almayarak çok
önemli bir şey yaptığımı ya da dünyayı kurtaracağımı düşünmüyorum ama bu bakış
açısını yaymak önemli; ta ki tüketmemenin takdir gördüğü bir çevre oluşturana
kadar. En azından benim etrafımda bir yılda böyle bir anlayış yerleşti.
DEVAM EDECEK
Yayın Tarihi: 18.12.2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder