28 Haziran 2012 Perşembe

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE ŞEHRİMİZİN ÜNLÜLERİ 10

Bir şehir; içinde yetişen insanların hem nitelik, hem niceliğiyle uygar dünyanın şehri olur. Sahip olduğu geçmişe oranla azımsanmayacak nicelik ve en önemlisi nitelikte insanın bağrından çıkmış olması nedeniyle şehrimizin bulunduğu yerden daha yukarılarda olması gerektiğini düşünüyorum. Ne yazık ki şehrimiz İstanbul’a yakınlığı nedeniyle beyin göçü vermektedir. Uluslar arası düzeye erişen insanlarımız her şeyin kaynağı durumundaki İstanbul’u tercih etmektedirler. Gerçi ülke sınırları içindeki her yer bize vatandır. Burada ayrım olmaz.

Gelgelelim şehrimizin uygar dünya şehri olabilmesi için bunun önlenmesi gerektiği gün gibi ortada duruyor. Nasıl olacak peki? Bu soruyu cevaplamak görevi yerel yöneticilerimize düşüyor. Yerel yöneticilerimiz şehrimizin başka şehirlerde yaşayan ünlülerini çekmek için şehrimizde yaşamayı cazip hale getirmeliler. Ebediyete geçmiş ünlülerimizin de isimleri cadde ve sokaklarımıza verilmeli. İl meclisi üyelerimizin parlak buluşları sayesinde (bu sayın baylara hakkımı asla helal etmiyorum) numaralandırılarak şahsiyetsizleştirilen cadde ve sokaklar böylelikle alacakları isimle kişilik kazanacaklar. Ayrıca şehrimiz ünlülerinin eserleri çeşitli etkinliklerle kamuoyuna sıkça tanıtılmalı.

Son dönemde yerel yönetimlerimizce şehrimizde doğan ünlü futbolcuların doğdukları sokak başlarına birer panoyla tanıtımı yapıldı. Güzel şeylere itirazım yok! Ama bir Güvahi’nin ata sözü derlemeleri gibi bir söz neden panolarda yer almaz sorasım geliyor. Yoksa sizlerde benim gibi Güvahi’den haberdar değil miydiniz? Yada yaşayan edebiyat ustalarımızdan Necati Mert gibilerinin eserlerinden bir cümle.. anladım, anladım okumayı sevmiyorsunuz, ondan dolayı bu saydığım konuları bilmiyorsunuz. Ne diyebilirim ki..    

Sözü çok uzattım. Bugünkü ünlümüz yazar Faik Baysal! Kendisini bundan 32 sene önce “Sarduvan” isimli romanını okuyarak tanıdım. O romandaki kişiler sanki benim sokağımda yaşıyor gibiydi. Roman benden çok önceki bir dönemi anlatmış olsada ilgimi çekmişti. Serdivan dediğimiz tepelerin Hızırtepeyle, Erenlerle birleşik olduğunu o romanda okumuş ve şaşırmıştım. Peki şehre nerden giriliyordu? Eski Ankara yolu şimdi mahalle adıyla anılan Çökekler ve Budaklarında olduğu Sakarya Kışlasının ve bugün hala kullanılabilen eski Sakarya köprüsünün de bulunduğu yoldan mı? O yol sadece Ankara’dan gelen araçların kullandığı yol muydu? Galiba öyleymiş. İstanbul’a İzmit üzerinden Kazımpaşa yolundan gidilirmiş. Söyleyenlerin yalancısıyım.

İşte bir romanın düşündürdükleri..

Faik Baysal’ı anlatmaya başlayalım artık, değil mi?

1922 yılında Adapazarı’nda doğan yazarımız ilk, orta ve liseyi İstanbul’da ki Saint Joseph Lisesi’nde okudu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümünü 1942 yılında bitirdi. Daha sonra gazetelerde, şirketlerde, ansiklopedilerde çevirmenliğin yanı sıra çeşitli liselerde Fransızca ve İngilizce öğretmenliği yaptı. İkinci Dünya Savaşında asker olduğu için savaş bitene dek yedek subay olarak uzun bir askerlik dönemi geçirdi. İlk sayısından son sayısının çıkıp tamamlanmasına kadar geçen sürede Meydan Larouse Ansiklopedisinin çalışmalarında bulundu. 1944 yılında ilk romanı “Sarduvan” yayınladı. Sonrasında da şiirler, öyküler ve romanlar yazdı. Orhan Kemal Roman Armağanı’nı “Sarduvan”la, Sait Faik Hikâye Armağanı’nı “Sancı Meydanı”yla kazandı. Faik Baysal Fransızcadan çok sayıda çeviri yaptı.

Yaptığı evlilikten iki çocuğu oldu. 1936 yılında ilk şiiri Gündüz dergisinde çıktı. 1943’ten bu yana, şiir ve hikâyeleri en çok Varlık dergisinde, romanlarıda dizi olarak çeşitli gazetelerde yayınlandı. Baysal, büyükbabasının yanında çocukluğunu geçirdi. Bunun kendisine çok faydası oldu. Yazdığı romanlarda Adapazarı ve çevresi köy ve kasabalarıyla, daha sonra gençlik yıllarında öğrendiği İstanbul’un kenar mahallerini konu edindi. Roman ve hikâyelerinde sefalet içinde yaşayan yoksul insanların serserilikle harmanlanmış hayatlarını anlatan Faik Baysal, 9 Aralık 2002 yılında öldü..

Faik Baysal, gözler önünde olmaktan hoşlanmazdı. Kozasını ören ipek böceği gibi köşesinde sessizce çalışırdı. Edebiyatla yaşayan, bununla soluk alan, çevirileriyle yeryüzü kültürlerine açılan, bütün bunları bir yaşama biçimine dönüştüren sanat adamıydı. Edebiyat dünyasına ilk adımları şiirledir. “1940 Kuşağı” içinde yer almasını yazdığı hikâye ve romanlarına borçludur.
1944 yılında yayınlanan ilk romanı “Sarduvan”, Faik Baysal’ın edebiyattaki yönünün ne olduğunu gösteren eser oldu. Hatta bu romanın en son basımında kaleme aldığı önsözde “Roman büyük gürültü kopardı ve sonunda edebiyat kazandı,” diyerek durumu anlatır. Gerçeğe bakacak olursanız bu romanın kendisi kadar çıkan gürültünün üzerinde de durmak gerekir.

19 yaşında genç bir edebiyatçı olarak, ait olduğu toplumun sorunlarına tanık olan ve buna duyarsız kalmayan bir kişi olarak, gördüğü düzensizlik ve yoksullukları bu romanıyla topluma duyurmaktadır. Faik Baysal İstanbul’un taşrası konumundaki Adapazarı’nı çok iyi tanıyan bir insan olduğu için gerçeklerden kaçamaz. Toplumsal dönüşüm ve değişimle çarpıklıklaşan, yer yer yozlaşan durumdan rahatsızlık duyar. İşte yazarımızın kendisinde toplumun vicdanı olma zorunluluğunu duymasına yol açan tamda budur. Bir konuşmasında bunu belirtir: “Ben Sarduvan’ı daha çok bu rezilliği sarsmak, okuyucuya uyarıda bulunmak, biraz abartılı da olsa insanımızın gerçek dramını gözlerin önüne sermek, edebiyatımızı saçma sapan kitaplarıyla halkı afyon yutmuş gibi uyutan tefrikacılarımızın gerçek yüzlerini ortaya koymak için yazdım.”

Gördüğünüz gibi romancımız, döneminin edebiyat dünyasına toplumun bu durumu karşısında sessiz kaldıkları içinde tepkisini ortaya koymaktadır. “Sarduvan” adlı romanı, Baysal’ın yer aldığı edebiyat toplumu içinde kilometre taşlarından biri kabul edilir. 1957 yılında yayınlanan ikinci romanı “Rezil Dünya”, o tepkisinin yerli yerinde bir tepki olduğunu gösterir.

Faik Baysal; henüz köy-kent olgusunun oluşmadığı ve doğal olarak daha tartışılmadığı edebiyat dünyamızda, toplumcu bakışın roman ve öyküsünün nasıl olması gerektiğini gösterir. Öte yandan şiirde “Garip Şiiri”nin  sokağın sesine kulak vermesi, ‘küçük insan’ı konu edinmesi toplumcu romanın doğmasını kolaylaştırır. Şiirdeki ‘sokağın sesi’ ve ‘küçük insan’ olarak adlandırdığımız bu ikili yaklaşım Faik Baysal ve onun gibi düşünenlerin edebiyatını gün yüzüne çıkarır. Gelenekselle modern o dönemle birlikte elele yol almaya başlar. Şiirsel dilden ayrı bir dil olarak nazmın yeni biçimlemeyle dili yeniden kurup biçimlendirerek, başka bakış açılarla edebiyatın zenginleşebileceğini gösterirler. Faik Baysal, bu yeni oluşumun içinde en ‘açık’, en ‘sade’ biçimde yerini alır.

Eserleri şunlardır:

Elleri Sesinin Rengindeydi (1998). Hikaye
Rezil Dünya (1957), roman
Drina’da Son Gün (1972) roman
Voli (1993) roman
Madam Bambu (yıl belirtilmemiş) roman

  
DEVAM EDECEK


Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Gazete Adresimiz: www.anadolumedyagrup.com

Yayın Tarihi: 13.06.2012

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder