Her insan kendini haklı görür.
Haklı olduğuna inanmadığı olayda da ya itibarını yada hayatını korumak için
haklı olduğunu kanıtlama çabasına girer. Bazen de yanılgısının farkına varmaz
ve bu çabası kuru bir inada dönüşür. Kuru inadın içinde birine, gerçeği
göstermek ne zordur. İnatçı olanlar sırf bu inat yüzünden herkese kırıcı
olabilirler.
*
Gelen bir telefonla öğrenilen bir
haber ev halkını üzmüştü. Adapazarı’nda 3 evden oluşan küçük bir sülâleydiler,
başka şehir ve ülkelerde bu sülâleden bir çok insan vardı. Burada oturan küçük
sülâlenin bay pas olan ikinci kadının kızıydı telefonu alan. Makedonya’dan
Ankara’ya minibüsleriyle düğüne gelen bir ailenin dört ferdi dönüş yolunda,
Yunanistan’da geçirdikleri trafik kazası sonucu hayatlarını kaybetmişti. O
ailenin Makedonya’nın Ohri şehrinde düğüne gelmeyen iki ferdi daha vardı. Baba
oğul gelmek istememişti. Baba 70 yaşlarındaydı. Küçüklüğünde anne babasını kaybetmiş,
amcaları, teyzeleri onu büyütmüştü. İlk gençlik yıllarında teyzesiyle birlikte
bir gurup yakınının Türkiye’ye göçünü yaşamıştı. Zordu o yıllar. 2. büyük harp
sonrasıydı. Yoklukların iliklerde hissedildiği o yıllarda memleketinde kalmayı
seçerek teyze amca yokluğu ile birlikte giden diğer akraba ve arkadaşlarının
yokluğunu da eklemişti yokluklarının arasına. Giden için mi kalan için mi zordu
acaba? Kalanın düzeni aynı düzendi de, giden için düzen tutturma derdi daha
yola çıktığı anda başlıyordu. Bir bilinmeze gitmekten başka bir şey değildi bu
gidiş. Bunu düşünmüş müydü hiç? Kalan oydu, kalanın
acısını anlatabilirdi, gidenin zorunu ne bilsin. Bu trafik kazasıyla karısını,
gelinini, diğer oğlunu ve torununu kaybetmişti. Bu son olay; yaşlılığında Rumeli’lerin
deyişiyle ona “kapak” olmuştu.
Hayat buydu işte. Kimine çok acı
bedeller ödetiyordu. Bunu duyan dünyanın çeşitli ülkelerindeki, özellikle
Türkiye’deki yakın akrabalar onu telefonlarla aradılar. Daha yakından olanları
ona giderek acısına ortak olmaya çalıştılar. Hiçbir acının tesellisi olamaz.
Her insan acısını etinde yalnız yaşar. Yaşlı olduğu için dayanamaz diye
uyutulmak, uyuşturulmak isteklerine karşı durmuş, “bu acıyı son damlasına kadar
duymamı engellemeyin, duymak istiyorum” diyerek önerileri geri çevirmişti. Cenazeler
toprağa verildiğinde de vakarla, dimdik duruyordu. Rumelilik böyle bir şey
miydi? Evet böyle bir şeydi. Yüz yılların acısıyla dededen toruna kazanılmış
duruşun son örneği bu yaşlı adam, cenazeler karşısında eski zaman anıtı gibi
metindi. Tevekkülün etkisini söylememek olmaz. Kabul edilmiş bir tevekkülün
ardında vuslatı beklemeye başlamanın işaretlerini görürdünüz.
Hayat buydu işte. Vakarlı duruşla
varlığınızı ortaya koyardınız. Yada vakarınızı kaybeder, yok olur giderdiniz.
Varlığınızı göstermeniz boş bir vakarla mümkün değil tabii. Öylesinin adı
“böbürlenme”dir. İçi dolu; özümsenmiş kültürle, kendinin ve olayların farkına
varılarak vakar içinde olmak böbürlenme olmaktan çıkar. Güzel insanlar
güzelliklerine vakarla güzellik katarlar.
Gelen telefonla öğrenilen acı
haber sonrasında Türkiye’nin çeşitli illerinde oturan akraba Rumeliler
birbirlerine taziye telefonları açtılar. Aynı ilde oturanlar da birbirlerine
taziyeye gittiler. Herkes olayın değişik bir tarafını bulup anlatıyorlardı.
Kimi, gelmeyerek sağ kalan yaşlı adamın yaşamı boyunca çektiği sıkıntıyı
anlattı. Kimi gelenlerin hikâyesini.. içlerinden biri bu hikâyeye bir boyut
daha katmış ölü sayısının 4 değil 5 olduğunu bildirmişti. O kişinin
bildirdiğine göre yaşlı adamın kendisi gibi yaşlı Makedonya Debre’de yaşayan
teyze kızı da ölmüştü. O haberi verende yaşlı adamın Türkiye’deki iki teyze
oğlundan biriydi. Ondan haberleri öğrenen kız kardeşi de iki teyze oğlundan
şimdi hayatta olmayan diğer teyze oğlunun eşini telefonla aradı. Onlara
bildiklerini anlattı. Şaşkınlık ve üzüntü içindeydi. Altı sene önce baypas
olmuş epey zor günler geçirmişti. Kulakları da ağır işitiyordu.
Rahmetli teyze oğlunun kendisi
gibi baypas olan eşi, öldüğü söylenen son kişiyi daha yakından tanıyordu. Ama
ilk telefon geldiğinde onun öldüğü söylenmemişti. Arada “bir yanlış anlama
olmasın” diye düşünmedi değildi hani. Bu düşüncesini kendinden önce baypas
olmuş akrabaya da “böyle bir şey yok!” diyerek söylediğinde ondan iddiasını
kanıtlamaya çalışan birinin ses tonuyla bastıra bastıra “varr” cevabını
almıştı. Üstelik “hadi ben yanlış anladım, kardeşimde mi yanlış anladı?” diye
sormuştu. “Dört kulak yanlış duymuş olamaz” diye de eklemişti. Ama iki kulak
yanlış duyabilirdi. O iki kulak, kendi ağır işiten kulaklarıydı.
DEVAM EDECEK
Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Gazete Adresimiz: www.anadolumedyagrup.com
Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder