30 Ekim 2012 Salı

(Bir hikâye) ERDEM, YANLIŞ ANLAMA, ÖZÜR 1


Her insan kendini haklı görür. Haklı olduğuna inanmadığı olayda da ya itibarını yada hayatını korumak için haklı olduğunu kanıtlama çabasına girer. Bazen de yanılgısının farkına varmaz ve bu çabası kuru bir inada dönüşür. Kuru inadın içinde birine, gerçeği göstermek ne zordur. İnatçı olanlar sırf bu inat yüzünden herkese kırıcı olabilirler.

*

Gelen bir telefonla öğrenilen bir haber ev halkını üzmüştü. Adapazarı’nda 3 evden oluşan küçük bir sülâleydiler, başka şehir ve ülkelerde bu sülâleden bir çok insan vardı. Burada oturan küçük sülâlenin bay pas olan ikinci kadının kızıydı telefonu alan. Makedonya’dan Ankara’ya minibüsleriyle düğüne gelen bir ailenin dört ferdi dönüş yolunda, Yunanistan’da geçirdikleri trafik kazası sonucu hayatlarını kaybetmişti. O ailenin Makedonya’nın Ohri şehrinde düğüne gelmeyen iki ferdi daha vardı. Baba oğul gelmek istememişti. Baba 70 yaşlarındaydı. Küçüklüğünde anne babasını kaybetmiş, amcaları, teyzeleri onu büyütmüştü. İlk gençlik yıllarında teyzesiyle birlikte bir gurup yakınının Türkiye’ye göçünü yaşamıştı. Zordu o yıllar. 2. büyük harp sonrasıydı. Yoklukların iliklerde hissedildiği o yıllarda memleketinde kalmayı seçerek teyze amca yokluğu ile birlikte giden diğer akraba ve arkadaşlarının yokluğunu da eklemişti yokluklarının arasına. Giden için mi kalan için mi zordu acaba? Kalanın düzeni aynı düzendi de, giden için düzen tutturma derdi daha yola çıktığı anda başlıyordu. Bir bilinmeze gitmekten başka bir şey değildi bu gidiş. Bunu   düşünmüş müydü hiç? Kalan oydu, kalanın acısını anlatabilirdi, gidenin zorunu ne bilsin. Bu trafik kazasıyla karısını, gelinini, diğer oğlunu ve torununu kaybetmişti. Bu son olay; yaşlılığında Rumeli’lerin deyişiyle ona “kapak” olmuştu.

Hayat buydu işte. Kimine çok acı bedeller ödetiyordu. Bunu duyan dünyanın çeşitli ülkelerindeki, özellikle Türkiye’deki yakın akrabalar onu telefonlarla aradılar. Daha yakından olanları ona giderek acısına ortak olmaya çalıştılar. Hiçbir acının tesellisi olamaz. Her insan acısını etinde yalnız yaşar. Yaşlı olduğu için dayanamaz diye uyutulmak, uyuşturulmak isteklerine karşı durmuş, “bu acıyı son damlasına kadar duymamı engellemeyin, duymak istiyorum” diyerek önerileri geri çevirmişti. Cenazeler toprağa verildiğinde de vakarla, dimdik duruyordu. Rumelilik böyle bir şey miydi? Evet böyle bir şeydi. Yüz yılların acısıyla dededen toruna kazanılmış duruşun son örneği bu yaşlı adam, cenazeler karşısında eski zaman anıtı gibi metindi. Tevekkülün etkisini söylememek olmaz. Kabul edilmiş bir tevekkülün ardında vuslatı beklemeye başlamanın işaretlerini görürdünüz.

Hayat buydu işte. Vakarlı duruşla varlığınızı ortaya koyardınız. Yada vakarınızı kaybeder, yok olur giderdiniz. Varlığınızı göstermeniz boş bir vakarla mümkün değil tabii. Öylesinin adı “böbürlenme”dir. İçi dolu; özümsenmiş kültürle, kendinin ve olayların farkına varılarak vakar içinde olmak böbürlenme olmaktan çıkar. Güzel insanlar güzelliklerine vakarla güzellik katarlar.  

Gelen telefonla öğrenilen acı haber sonrasında Türkiye’nin çeşitli illerinde oturan akraba Rumeliler birbirlerine taziye telefonları açtılar. Aynı ilde oturanlar da birbirlerine taziyeye gittiler. Herkes olayın değişik bir tarafını bulup anlatıyorlardı. Kimi, gelmeyerek sağ kalan yaşlı adamın yaşamı boyunca çektiği sıkıntıyı anlattı. Kimi gelenlerin hikâyesini.. içlerinden biri bu hikâyeye bir boyut daha katmış ölü sayısının 4 değil 5 olduğunu bildirmişti. O kişinin bildirdiğine göre yaşlı adamın kendisi gibi yaşlı Makedonya Debre’de yaşayan teyze kızı da ölmüştü. O haberi verende yaşlı adamın Türkiye’deki iki teyze oğlundan biriydi. Ondan haberleri öğrenen kız kardeşi de iki teyze oğlundan şimdi hayatta olmayan diğer teyze oğlunun eşini telefonla aradı. Onlara bildiklerini anlattı. Şaşkınlık ve üzüntü içindeydi. Altı sene önce baypas olmuş epey zor günler geçirmişti. Kulakları da ağır işitiyordu.

Rahmetli teyze oğlunun kendisi gibi baypas olan eşi, öldüğü söylenen son kişiyi daha yakından tanıyordu. Ama ilk telefon geldiğinde onun öldüğü söylenmemişti. Arada “bir yanlış anlama olmasın” diye düşünmedi değildi hani. Bu düşüncesini kendinden önce baypas olmuş akrabaya da “böyle bir şey yok!” diyerek söylediğinde ondan iddiasını kanıtlamaya çalışan birinin ses tonuyla bastıra bastıra “varr” cevabını almıştı. Üstelik “hadi ben yanlış anladım, kardeşimde mi yanlış anladı?” diye sormuştu. “Dört kulak yanlış duymuş olamaz” diye de eklemişti. Ama iki kulak yanlış duyabilirdi. O iki kulak, kendi ağır işiten kulaklarıydı.



DEVAM EDECEK


Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Gazete Adresimiz: www.anadolumedyagrup.com


Yayın Tarihi: 03.10.2012

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder