Geçtiğimiz haftalarda iki farklı dalda iki sanatçımızı
kaybettik. Ortak konuları müzikti. Biri halk müziğinde dev bir isim; Neşet
Ertaş, diğeri Türk pop müziğinin temellerinin atılmasına sesiyle katkıda
bulunan; Berkant Akgürgen. Onu kimse soyadıyla tanımazdı. Belki adını duyunca
kim olduğunu anladınız ama iyice pekiştirmek için belirteyim; unutulmaz şarkı
“Samanyolu”nun unutulmaz şarkıcısı Berkant. İkiside aynı hafta içinde aramızdan
ayrıldılar.
Allah ikisinede rahmet eylesin.
Bu iki sanatçımızı ne kadar anladık, kendine bunu sormak
kimsenin aklına hiç gelmez mi?
Yılmaz Özdil iki yazıda bunu sormuş. Bu iki yazıyı
birleştirince ortaya koskoca bir cumhuriyet çıkıyor. Örnek vermek gerekirse
Berkant’la ilgili yazdıklarında bakın. Orda 1938 doğumlu Berkant’ın genç
yaşlarda iken orkestra kurmak fikrini nerden kazandığı soruluyor.
“... 65 sene evvel,
ilkokuldayken, memleketin yüzde 90’ında radyo bile yokken, mızıka ve akordeon
çalmayı kimden öğrenmişti? Henüz 14 yaşındayken, Frank Sinatra, Dean Martin,
Nat King Cole şarkılarından oluşan repertuvara nasıl sahip olabilmişti? Dedim
ya, 1938’de köyde dünyaya gelen çocuk... 18 yaşındayken orkestra kurmayı, hangi
vizyonla akıl etmişti? Saksafon çalmayı?”
Yılmaz Özdil cevabını gene kendisi veriyor.
“Babası Hasan
Akgürgen’in Köy Enstitüleri’ndeki görevi nedeniyle Ankara’nın Hasanoğlan
Köyü’nde dünyaya gelmiş, ilkokula Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nde başlamış,
babasının tayini gereği, Bilecik’e Denizli’ye gitmiş ama, ailesi tarafından hep
“köy enstitüsü ruhu”yla büyütülmüştü.”
Büyüyen, gelişen bir ülkenin köy enstitüleriyle yetinip
kalması elbette düşünülemez,çünkü köy enstitüleri köyden göçü önleyici bir
etkisi olmakla birlikte köylülüğün ortadan kalkmamasını, buna bağlı olarak
üretim önceliklerinin değişmemesini sağlar. Buda sanayileşme arzusunu
engelleyici etki taşır. Ama cumhuriyetin ilk yıllarında üstlendiği rol ve
başardığı iş tartışılamaz. Hatta bugün bile böyle kaliteli bir eğitimin özel
okullarda bile verilemeyeceğini şu isimlere bakarsanız görürsünüz.
“Berkant’ın temel
eğitimini aldığı Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nde... Tarih derslerini Ordinaryüs
Profesör Enver Ziya Karal, zooteknik derslerini Profesör Selahattin Batu,
ekonomi derslerini Profesör Muhlis Ete, kültür-edebiyat derslerini Sabahattin
Eyüboğlu, ziraat derslerini Profesör Kazım Köylü, coğrafya derslerini Profesör
Ferruh Sanır veriyordu. Peki ya müzik derslerini? Âşık Veysel ve Ruhi Su!”
Haksız mıyım? Gençleri eğiten Ordinaryüs Profesör Enver Ziya
Karal’ı tanıdınız mı? “Geçmişten Günümüze Şehrimizin Ünlüleri” yazı dizimizde
övünçle andığım en önemli isimlerden biriydi. Diğer isimler de ulusal
övüncümüzdür. Şimdi hangi özel okulda böyle isim varki?
“Ankara
Konservatuvarı’nın saygın ustaları, klasik müzik öğretiyordu. 1945 senesinde,
Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nün enstrüman demirbaşı şöyleydi: 259 mandolin, 55
keman, 37 bağlama, 8 akordeon, 3 piyano, 3 davul, 1 metronom, 1 pikap...
“Harika çocuk”lar Suna Kan ve İdil Biret, enstitüye misafir getiriliyor, köy
çocuklarını teşvik için yaşıtlarından keman ve piyano dinletiliyordu. Âşık
Veysel ve Ruhi Su ise saz çalmasını öğretiyordu. Benim canım Veyselim, enstitü
bahçesine kiraz fidanı dikmiş, seneler sonra ziyaret edip kollarını açarak
kiraz ağacına sarılmış, nasıl boy verdiğini hissetmişti.”
Liseler bugün yarış atı yetiştirme yuvası olmuştur. Buradan
mezun olanların ne kendilerine nede millete verecekleri hiçbir şey yoktur.
Eğitimde kalite düşürüle düşürüle gelinen nokta işte budur. Oysa cumhuriyetin
varlığı kaliteli insan yetiştirmeye bağlıydı. Yurdunu ve dünyayı anlayan
bireyler var oldukça bir ülke gelişir ve yükselirdi.
“Resim yapıyorlar,
voleybol oynuyorlardı. Sinema salonu vardı. Tiyatro salonu vardı.”
Sanatı bir ülkeden kovdunuz mu? O ülkenin kalitesi düşer.
Sanat eğitimini okullara yük olarak görürseniz, gereksiz görürseniz gereksiz
işlerle uğraşan gereksiz insanlar yetiştirmiş olursunuz. O dönemlerdeki kalite
ne derseniz deyin tutturulamamıştır.
“Mozart, Vivaldi,
Beethoven dinliyorlar; Gorki, Tolstoy, Zola okuyorlardı. Moliere’in Kibarlık
Budalası’nı, Sofokles’in Kral Oedipus’unu, Gogol’un Müfettiş’ini
sahneliyorlardı. Mesela, bir mezuniyet töreni programı sırasıyla şöyleydi:
İstiklal Marşı, bağlama konseri, türküler, mandolin konseri, şiirler, keman
konseri, piyano konseri, koro, Anton Çehov’un Bir Evlenme Teklifi, diploma
takdimi, topluca zeybek...”
Berkant böyle bir kültür yuvasından çıkmış, besteci Metin
Bükey’in muhteşem “Samanyolu” şarkısını
bu bilinçle ve tadına doyamadığım sesiyle ölümsüzleştirmiştir.
DEVAM EDECEK
Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Gazete Adresimiz: www.anadolumedyagrup.com
Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder