30 Ekim 2012 Salı

İKİ SANATÇININ ÖLÜMÜ ÜSTÜNE DÜŞÜNDÜKLERİM 1


Geçtiğimiz haftalarda iki farklı dalda iki sanatçımızı kaybettik. Ortak konuları müzikti. Biri halk müziğinde dev bir isim; Neşet Ertaş, diğeri Türk pop müziğinin temellerinin atılmasına sesiyle katkıda bulunan; Berkant Akgürgen. Onu kimse soyadıyla tanımazdı. Belki adını duyunca kim olduğunu anladınız ama iyice pekiştirmek için belirteyim; unutulmaz şarkı “Samanyolu”nun unutulmaz şarkıcısı Berkant. İkiside aynı hafta içinde aramızdan ayrıldılar.
Allah ikisinede rahmet eylesin.

Bu iki sanatçımızı ne kadar anladık, kendine bunu sormak kimsenin aklına hiç gelmez mi?
Yılmaz Özdil iki yazıda bunu sormuş. Bu iki yazıyı birleştirince ortaya koskoca bir cumhuriyet çıkıyor. Örnek vermek gerekirse Berkant’la ilgili yazdıklarında bakın. Orda 1938 doğumlu Berkant’ın genç yaşlarda iken orkestra kurmak fikrini nerden kazandığı soruluyor.

“... 65 sene evvel, ilkokuldayken, memleketin yüzde 90’ında radyo bile yokken, mızıka ve akordeon çalmayı kimden öğrenmişti? Henüz 14 yaşındayken, Frank Sinatra, Dean Martin, Nat King Cole şarkılarından oluşan repertuvara nasıl sahip olabilmişti? Dedim ya, 1938’de köyde dünyaya gelen çocuk... 18 yaşındayken orkestra kurmayı, hangi vizyonla akıl etmişti? Saksafon çalmayı?”

Yılmaz Özdil cevabını gene kendisi veriyor.

“Babası Hasan Akgürgen’in Köy Enstitüleri’ndeki görevi nedeniyle Ankara’nın Hasanoğlan Köyü’nde dünyaya gelmiş, ilkokula Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nde başlamış, babasının tayini gereği, Bilecik’e Denizli’ye gitmiş ama, ailesi tarafından hep “köy enstitüsü ruhu”yla büyütülmüştü.”

Büyüyen, gelişen bir ülkenin köy enstitüleriyle yetinip kalması elbette düşünülemez,çünkü köy enstitüleri köyden göçü önleyici bir etkisi olmakla birlikte köylülüğün ortadan kalkmamasını, buna bağlı olarak üretim önceliklerinin değişmemesini sağlar. Buda sanayileşme arzusunu engelleyici etki taşır. Ama cumhuriyetin ilk yıllarında üstlendiği rol ve başardığı iş tartışılamaz. Hatta bugün bile böyle kaliteli bir eğitimin özel okullarda bile verilemeyeceğini şu isimlere bakarsanız görürsünüz.



“Berkant’ın temel eğitimini aldığı Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nde... Tarih derslerini Ordinaryüs Profesör Enver Ziya Karal, zooteknik derslerini Profesör Selahattin Batu, ekonomi derslerini Profesör Muhlis Ete, kültür-edebiyat derslerini Sabahattin Eyüboğlu, ziraat derslerini Profesör Kazım Köylü, coğrafya derslerini Profesör Ferruh Sanır veriyordu. Peki ya müzik derslerini? Âşık Veysel ve Ruhi Su!”

Haksız mıyım? Gençleri eğiten Ordinaryüs Profesör Enver Ziya Karal’ı tanıdınız mı? “Geçmişten Günümüze Şehrimizin Ünlüleri” yazı dizimizde övünçle andığım en önemli isimlerden biriydi. Diğer isimler de ulusal övüncümüzdür. Şimdi hangi özel okulda böyle isim varki?    

“Ankara Konservatuvarı’nın saygın ustaları, klasik müzik öğretiyordu. 1945 senesinde, Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nün enstrüman demirbaşı şöyleydi: 259 mandolin, 55 keman, 37 bağlama, 8 akordeon, 3 piyano, 3 davul, 1 metronom, 1 pikap... “Harika çocuk”lar Suna Kan ve İdil Biret, enstitüye misafir getiriliyor, köy çocuklarını teşvik için yaşıtlarından keman ve piyano dinletiliyordu. Âşık Veysel ve Ruhi Su ise saz çalmasını öğretiyordu. Benim canım Veyselim, enstitü bahçesine kiraz fidanı dikmiş, seneler sonra ziyaret edip kollarını açarak kiraz ağacına sarılmış, nasıl boy verdiğini hissetmişti.”

Liseler bugün yarış atı yetiştirme yuvası olmuştur. Buradan mezun olanların ne kendilerine nede millete verecekleri hiçbir şey yoktur. Eğitimde kalite düşürüle düşürüle gelinen nokta işte budur. Oysa cumhuriyetin varlığı kaliteli insan yetiştirmeye bağlıydı. Yurdunu ve dünyayı anlayan bireyler var oldukça bir ülke gelişir ve yükselirdi.

“Resim yapıyorlar, voleybol oynuyorlardı. Sinema salonu vardı. Tiyatro salonu vardı.”

Sanatı bir ülkeden kovdunuz mu? O ülkenin kalitesi düşer. Sanat eğitimini okullara yük olarak görürseniz, gereksiz görürseniz gereksiz işlerle uğraşan gereksiz insanlar yetiştirmiş olursunuz. O dönemlerdeki kalite ne derseniz deyin tutturulamamıştır.

“Mozart, Vivaldi, Beethoven dinliyorlar; Gorki, Tolstoy, Zola okuyorlardı. Moliere’in Kibarlık Budalası’nı, Sofokles’in Kral Oedipus’unu, Gogol’un Müfettiş’ini sahneliyorlardı. Mesela, bir mezuniyet töreni programı sırasıyla şöyleydi: İstiklal Marşı, bağlama konseri, türküler, mandolin konseri, şiirler, keman konseri, piyano konseri, koro, Anton Çehov’un Bir Evlenme Teklifi, diploma takdimi, topluca zeybek...”

Berkant böyle bir kültür yuvasından çıkmış, besteci Metin Bükey’in muhteşem “Samanyolu”  şarkısını bu bilinçle ve tadına doyamadığım sesiyle ölümsüzleştirmiştir.


DEVAM EDECEK


Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Gazete Adresimiz: www.anadolumedyagrup.com


Yayın Tarihi15.10.2012

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder