Kadere inanırım ama kaderci
değilim. Kaderin gelip beni bulmasını beklemem ama peşinden de koşmam. Günlük
işlerin içinde o gelir beni bulur zaten. Her zaman böyle olmuştur. Bazen kendi
istencimle kadere yön vermişimdir. Çoğu zaman o bana yön vermiştir. Bu yön
veriş veya yön alışlar içinde neyin kaderimiz olduğunu bilmeyiz. Her oluşumun
bir sonu, bir sonucu vardır. Bu son veya sonuç hikâye edilebilir haldeyse kader
gerçekleşmiştir, o hikâyeye kader diyebiliriz artık. Kimi zamanda tek başına
bir hikâye asıl hikâyeyi anlatmayabilir. İki veya daha fazla hikâye büyük
hikâyeyi ortaya çıkarabilir. Birleşerek büyük olan hikâyeler, geçmişe
bakıldığında bunun daha farklı oluşma ihtimalinin bulunmasına rağmen böyle
olması gerektiği için böyle olmuştur. Marks bu duruma “tarihte her ne olmuşsa,
başka türlü olamadığından öyle olmuştur” der. Kaderin mutlaklığının, kader
inancı olmayan birince söylenmesi ne garip bir kaderdir.
Aslında kader bellidir. Doğmak ve
ölmek...
Biz doğumla ölümün arasını
dolduruyoruz. Hikâye ettiğimiz karıncanın gözüyle bakarsak uzun, ışık hızı
birimiyle bakacak olursak kısacık mesafedir. O hikâyenin içine sevinçlerimizi ümitlerimizi,
üzüntülerimizi, kırgınlıklarımızı, dargınlıklarımızı, barışmalarımızı,
öpüşmelerimizi, sevişmelerimizi, memurluğumuzu, amirliğimizi, işçiliğimizi,
işadamlığımızı, sanatçılığımızı, ne varsa hepsini koyarız. Bayramlar, anma ve
kutlama günleri bu hikâyenin bölüm aralarıdır. Kısa nefeslenme, zihin boşaltma,
yada biraz durup düşünme araları..
Spor etkinlikleri, oyunlar,
totolar, lotolarda bir yanıyla öyledir. İşi bu olanlar için değil tabii.
Profesyonel bir futbolcuyla,
haftadan haftaya halı sahada ter dökeni düşünün. Yada tiyatro oyuncusuyla tavla
oyuncusunu veya toto ile loto oynayanlarla, toto yada lotonun çeşitli
aşamalarında çalışanlarını..
Bu hikâyenin içinde rol alırken
hikâyenin biçimlenişinde bulunduğumuz yada durduğumuz yere şans diyoruz. Bu
duruşlarla bulunulan yerin tanımları kendi içinde bölünürler. Hepsine bir tek
şey söylenebilir; sonucunu hayal etsek bile ne olacağını önceden bilmemiz
imkânsızdır. Bu konuya oyunlardan örnek vereyim. Tavla oynuyorsak yenme
ihtimalimizde, yenilme ihtimalimizde vardır. Rakibimizi gözümüze kestirsekte tavla
oyunumuz sürpriz sonuçla bitebilir. Bilinmezlik, hayatın tıpkı oyunların
oynanma nedeninde olduğu gibi renkli ve çekici olmasını sağlar. Başkalarının
hayatı kimilerinin gözünde çekicidir. Onlar o gördükleri insanların şanslı
olduklarını düşünür ve söylerler. Oysa ne demiştik? Şans dediğimiz şey
hikâyenin içindeki duruşumuzdur. Bizim şansımız onun şanssızlığı, onun şansı
bizim şansızlığımızdır. İşin bu tarafından sonra sözü dallandırıp
budaklandırarak yer seçimininde şans olduğunu söylemek, hatta şansın “nerede
durursanız durun yaka kartı gibi sizinle beraber gelir” demekte mümkündür.
Her ne ise.
Bulunulan, durulan yeri sürekli
kazançlı çıkacak şekilde seçenler uzak görüşlü, akıllı insanlardır. Bunlar
gönderdikleri topun karşılanması durumunda nasıl geri döneceğini bilen ve raket
tutan ellerini tekrar karşıya yollayacakları topa vuracakları şekilde hazır
bekleyen masa tenisi oyuncusu gibidirler. Bazen o top tam istedikleri gibi
gelir. Bazen çok zor karşılayacak biçimde, bazende hiç karşılayamayacakları
biçimde gelir. Ama nasıl gelirse gelsin topu her karşıladığınızda kimsenin size
kızmaya hakkı yoktur. Aksine ortaya seyirlik bir oyun çıktığı için mutlu
olmaları gerekir. Öylede oluyor.
Oyun öyledir de başkalarının
hayatı, yani kaderi öyledir diye kızanlara ne demeli. Şanslı (biz nedenlerini
bilsek hiçbir zaman var olamayacak kavram) olmak bir suç değil ki. Bende dahil
olmak üzere şanslı olduğumuzda içten içe sevinmemize rağmen bu sevincimizi edep
adına ölçülü olarak gösterir, hatta biraz da utanırız. Şanssızsakta
kızgınlığımızın içinde öfke kadar bir utanmada vardır. Öncekini anlarımda
şanssızlıktan neden utanırız? Beceriksiz, daha kötüsü akılsız olduğumuzun
göstergesi olduğundan mı? Şanssızlık konusunda böyle düşünen kaç kişi vardır
ki? Görünüşe göre pek fazla yok! Milli piyango alıp büyük ikramiyenin
çıkmayacağını peşinen kabul etmek neyle açıklanabilir?
“Bana çıkmaz” dersiniz, en
azından onu tutturursunuz. Oysa bileti alırken “bana çıksın” diyerek alırsınız.
Belli ki sizde şanslı olmaktan utanıyorsunuz. Tavla oynarken de aynı şeyi
yapıyorsunuz. Uygun bir zar attığınızda ne şanslı olduğunuz söylense bunu
hakaret sayar ve kabul etmezsiniz. Akıllılık, ustalık göstergesinin kabulünden
değil itirazınız, utancınızı gizleme telaşından sadece. Oysa bilinmezi kabul
etmek gerekmez mi?
Oyunlar içinde bir tek tavla
hayatın minik bir örneğidir. Bir yılın bölümleri gibi tavlada kendi içinde aynı
biçimde bölümlere ayrılır. Saatler, günler, aylar.. karşılıklı 6’şardan 12’şer
kapı, toplam 24 saat yani bir gün, gene 6’şar kapıdan bir bölümdeki 12 kapı 12
ay eder. Pulların siyah ve beyazı gece ve gündüz demektir. İki tarafın 15’şer
pulu toplamda 30 günü temsil eder. İçine konan zar size verilen şanstan başka
ne olabilir? O zar dönmeden oyun oynanamıyor.
Hayatta şans, dönen zardır. İşin
içine hile karıştıranlar hep istedikleri zarı atsalar bile gün gelir bir zarı
atamazlar. Onlara ne demeli? Şanslı veya şanssız olmak utanılacak şey değildir.
Asıl utanılacak şey hile yapmaktır.
Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Gazete Adresimiz: www.anadolumedyagrup.com
Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder