30 Ekim 2012 Salı

ŞANS VE KADERDEN UTANMAK


Kadere inanırım ama kaderci değilim. Kaderin gelip beni bulmasını beklemem ama peşinden de koşmam. Günlük işlerin içinde o gelir beni bulur zaten. Her zaman böyle olmuştur. Bazen kendi istencimle kadere yön vermişimdir. Çoğu zaman o bana yön vermiştir. Bu yön veriş veya yön alışlar içinde neyin kaderimiz olduğunu bilmeyiz. Her oluşumun bir sonu, bir sonucu vardır. Bu son veya sonuç hikâye edilebilir haldeyse kader gerçekleşmiştir, o hikâyeye kader diyebiliriz artık. Kimi zamanda tek başına bir hikâye asıl hikâyeyi anlatmayabilir. İki veya daha fazla hikâye büyük hikâyeyi ortaya çıkarabilir. Birleşerek büyük olan hikâyeler, geçmişe bakıldığında bunun daha farklı oluşma ihtimalinin bulunmasına rağmen böyle olması gerektiği için böyle olmuştur. Marks bu duruma “tarihte her ne olmuşsa, başka türlü olamadığından öyle olmuştur” der. Kaderin mutlaklığının, kader inancı olmayan birince söylenmesi ne garip bir kaderdir.

Aslında kader bellidir. Doğmak ve ölmek...

Biz doğumla ölümün arasını dolduruyoruz. Hikâye ettiğimiz karıncanın gözüyle bakarsak uzun, ışık hızı birimiyle bakacak olursak kısacık mesafedir. O hikâyenin içine sevinçlerimizi ümitlerimizi, üzüntülerimizi, kırgınlıklarımızı, dargınlıklarımızı, barışmalarımızı, öpüşmelerimizi, sevişmelerimizi, memurluğumuzu, amirliğimizi, işçiliğimizi, işadamlığımızı, sanatçılığımızı, ne varsa hepsini koyarız. Bayramlar, anma ve kutlama günleri bu hikâyenin bölüm aralarıdır. Kısa nefeslenme, zihin boşaltma, yada biraz durup düşünme araları..

Spor etkinlikleri, oyunlar, totolar, lotolarda bir yanıyla öyledir. İşi bu olanlar için değil tabii.
Profesyonel bir futbolcuyla, haftadan haftaya halı sahada ter dökeni düşünün. Yada tiyatro oyuncusuyla tavla oyuncusunu veya toto ile loto oynayanlarla, toto yada lotonun çeşitli aşamalarında çalışanlarını..

Bu hikâyenin içinde rol alırken hikâyenin biçimlenişinde bulunduğumuz yada durduğumuz yere şans diyoruz. Bu duruşlarla bulunulan yerin tanımları kendi içinde bölünürler. Hepsine bir tek şey söylenebilir; sonucunu hayal etsek bile ne olacağını önceden bilmemiz imkânsızdır. Bu konuya oyunlardan örnek vereyim. Tavla oynuyorsak yenme ihtimalimizde, yenilme ihtimalimizde vardır. Rakibimizi gözümüze kestirsekte tavla oyunumuz sürpriz sonuçla bitebilir. Bilinmezlik, hayatın tıpkı oyunların oynanma nedeninde olduğu gibi renkli ve çekici olmasını sağlar. Başkalarının hayatı kimilerinin gözünde çekicidir. Onlar o gördükleri insanların şanslı olduklarını düşünür ve söylerler. Oysa ne demiştik? Şans dediğimiz şey hikâyenin içindeki duruşumuzdur. Bizim şansımız onun şanssızlığı, onun şansı bizim şansızlığımızdır. İşin bu tarafından sonra sözü dallandırıp budaklandırarak yer seçimininde şans olduğunu söylemek, hatta şansın “nerede durursanız durun yaka kartı gibi sizinle beraber gelir” demekte mümkündür.

Her ne ise.

Bulunulan, durulan yeri sürekli kazançlı çıkacak şekilde seçenler uzak görüşlü, akıllı insanlardır. Bunlar gönderdikleri topun karşılanması durumunda nasıl geri döneceğini bilen ve raket tutan ellerini tekrar karşıya yollayacakları topa vuracakları şekilde hazır bekleyen masa tenisi oyuncusu gibidirler. Bazen o top tam istedikleri gibi gelir. Bazen çok zor karşılayacak biçimde, bazende hiç karşılayamayacakları biçimde gelir. Ama nasıl gelirse gelsin topu her karşıladığınızda kimsenin size kızmaya hakkı yoktur. Aksine ortaya seyirlik bir oyun çıktığı için mutlu olmaları gerekir. Öylede oluyor.

Oyun öyledir de başkalarının hayatı, yani kaderi öyledir diye kızanlara ne demeli. Şanslı (biz nedenlerini bilsek hiçbir zaman var olamayacak kavram) olmak bir suç değil ki. Bende dahil olmak üzere şanslı olduğumuzda içten içe sevinmemize rağmen bu sevincimizi edep adına ölçülü olarak gösterir, hatta biraz da utanırız. Şanssızsakta kızgınlığımızın içinde öfke kadar bir utanmada vardır. Öncekini anlarımda şanssızlıktan neden utanırız? Beceriksiz, daha kötüsü akılsız olduğumuzun göstergesi olduğundan mı? Şanssızlık konusunda böyle düşünen kaç kişi vardır ki? Görünüşe göre pek fazla yok! Milli piyango alıp büyük ikramiyenin çıkmayacağını peşinen kabul etmek neyle açıklanabilir?

“Bana çıkmaz” dersiniz, en azından onu tutturursunuz. Oysa bileti alırken “bana çıksın” diyerek alırsınız. Belli ki sizde şanslı olmaktan utanıyorsunuz. Tavla oynarken de aynı şeyi yapıyorsunuz. Uygun bir zar attığınızda ne şanslı olduğunuz söylense bunu hakaret sayar ve kabul etmezsiniz. Akıllılık, ustalık göstergesinin kabulünden değil itirazınız, utancınızı gizleme telaşından sadece. Oysa bilinmezi kabul etmek gerekmez mi?

Oyunlar içinde bir tek tavla hayatın minik bir örneğidir. Bir yılın bölümleri gibi tavlada kendi içinde aynı biçimde bölümlere ayrılır. Saatler, günler, aylar.. karşılıklı 6’şardan 12’şer kapı, toplam 24 saat yani bir gün, gene 6’şar kapıdan bir bölümdeki 12 kapı 12 ay eder. Pulların siyah ve beyazı gece ve gündüz demektir. İki tarafın 15’şer pulu toplamda 30 günü temsil eder. İçine konan zar size verilen şanstan başka ne olabilir? O zar dönmeden oyun oynanamıyor.

Hayatta şans, dönen zardır. İşin içine hile karıştıranlar hep istedikleri zarı atsalar bile gün gelir bir zarı atamazlar. Onlara ne demeli? Şanslı veya şanssız olmak utanılacak şey değildir. Asıl utanılacak şey hile yapmaktır.


Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Gazete Adresimiz: www.anadolumedyagrup.com


08.10.2012 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder