Yazma eylemi başlı başına
serüvendir. Dilinize ne kadar hakim olsanız da, eliniz beyninizin ürettiği
düşüncelerden geri kaldığı için, siz bir cümleyi bitirene kadar, başka şeyler
düşünmeye başlarsınız. Konuşma eylemi yazma eyleminden bunun için daha
hızlıdır. Yazıyı sürdürmek o fazla düşünceleri bertaraf etmekle, yada konunun
dışında yakaladığınız kendinizi geriye getirmekle mümkün. Ben sizlere neler yazmayı
düşünürken neler yazdığıma bakıyorum ve çıkan sonuca bazen şaşırıyorum.
Çoğunlukla hedeflediğim yazı çıkıyor fakat bazen de yazılar hiç düşünmediğim
yere de gidiyor. Bunun nedeni bir şeyin zıddını da düşünmektir. Bunların
arasından çok hızlı yargılayıp seçme yapılmazsa kelimeler ve düşünceler
arasında yitip gitmemek elde değil. Bu yüzden bir çok şiiri ölü doğan şiirler
mezarlığında toprağa verdim.
Bu gün size böyle yazmayı denediğim iki şiiri seçtim.
*** *** ***
Dergilerden fırlamış manken edasıyla
Yumuşacık ezgiler içinde, yüzer gibi yürürdün alımla
Şüpheli kadınlara has o muhteşem rahatlığınla
Yüreklerini hoplatırdın serçelerin
Şehvetli sakız patlatışınla
Aydın Göle
1983
*** *** ***
Minicik eteklerde dev fırtınalar
Her sallanışında nice canlar can verirdi ardında
Bistüyerlerde ateşten narlar
Dokunmayın yanarsınız
Taytları parçalamaya ramak kalmış bacaklar
Saçlarda çılgın ressamların parmakları
Gece artar bir yerde
ve ardından müzik birikir
Birike birike gece ve müzik
vücutlar birbirine yaklaşır
Tenlerin teması
en sert ritm
ve gözlerde aşkın telaşı
Aydın Göle
1989
*** *** ***
Böyle bir adam vardı.
Tanımazdım onu. Sokaklarda yatan diğer evsizlerden değildi, gün gibi aşikardı
bu. Bisikleti onu diğer evsizlerden ayırıyordu. Çalışıyordu da. Kağıt
topladığını gördüm. Meraklı, deler gibi bakışlarından ürkerdim. Üstü başı
kahverenginin tonlarına dönmüştü. Daha kararmamıştı; hala zamana direniyor,
yaşamaya çalışıyordu. Bu şiiri o adamdan etkilenerek yazmıştım.
*** *** ***
Kırçıl bıyıkları tel tel ağzına düşmüş
Avurtlarını sakız gibi çiğniyor
Gözleri sönük, gözleri ışıksız
Belli değil nereye baktığı
Kış gecelerinin soğuğu jilet gibi
Görülmemiş ateş yaktığı
Nasıl sabrediyor, nasıl dayanıyor
Elini doğruyor soğuk, yüzünü doğruyor
Kocaman kafasını bir zayıf beden taşıyor
Hem bu bedenle, hem yalnız yaşıyor
Sokak lambaları onun meskeni
Ona insan demeye dilim varmıyor
Ne umutlar taşıyordur gençliğinde
Şimdi tümünün
Yükte ağır, pahada hafif olduğunu görüyor
Ve hayata
Beddualar ediyor, küfürler ediyor durmadan
Aydın Göle
1990
*** *** ***
İnsan sevdiğinden
uzaktaysa neler düşünmez? Gitmek ister gidemez, çağırır sevdiği gelemez. Zaman
geçtikçe kendisinin çok sevdiğini, sevdiğinin onun sevdiği kadar sevmediğini
düşünmeye başlar. Şiir bu düşüncelerin şiiri
*** *** ***
Ellerini versen ellerime
Savursa bizi göklere bahar rüzgârları
Yumsan gözlerini rüyaya dalsan
Uzun uzun öpsem dudaklarını soluksuz kalsan
Bunca zaman kalır mıydın uzaklarda
Yalnız bana mı özgü sevmek
Sevmekte yalnızca sana
Razıyım versen ellerini ellerime
Üşümüş ellerime sıcaklığını
Aceleci horozlarla sabahlara çıksa her gecemiz
Aydın Göle
1991
*** *** ***
Ve devamında sevdiğine
söylenene bakar mısınız? Kırıp dökmeden ama onun böbürlenmesini onu yücelterek
ona göstermek ne kadar zordur? Tersi bir davranış her şeyi bitirecektir çünkü.
Ben kadınlarda böyle bir çekinme, sevdiğini kırmaktan korkma tavrı görmedim.
Feministlerde durum daha kötü. Oysa hayatı üreten iki kişi. Biri kadın biri
erkek. İşi aşırılığa vardırmanın anlamı yok! İzmlerin hepsinde olduğu gibi
feminizmde de kalp yoktur. İnsan kalpsiz olursa makineden farkı kalmaz ki..
*** *** ***
Sen zamanlar arası gezgin
Mesafeler bir nefeslik
Gözlerinde arzuların kıvılcımları
Elinde bir hercai menekşe,
- ne varsa bilinmeyene dair -
bir
kitap
Arkanda rüzgârlar
ayaklarında saman yolu
Saçlarının arasından güneşler fışkırıyor
Her yolculuğundan hatıra bir yıldızla geliyorsun
Seni bir mekâna sığdırmak değil
bir mekânda düşünmek bile zor
Beni sana çeken nedir, neyini seviyorum senin
Ben ki ezeli yorgun
Senin ardından koşmak ne mümkün
Seni beklemekten yoruluyorum
Aydın Göle
1991
*** *** ***
Her ilişkide, iki insanın
en basit ticari beraberliğinde bile iktidar mücadelesi vardır. Kimin sözü daha
çok geçecektir? Bizim gibi temsili demokrasilerde (seçimle seçilmiş olmayı tek
erdem olarak gören başbakanlarımız bu kültürün ürünü) bir kişi herkesi temsil
eder düşüncesi hakimdir. Oysa katılımcı demokrasilerde temsil yeterli değildir.
Burada oyuncu sayısı artar ve herkes rolü ve görevi gereği işin bir tarafından
tutar. Ne yazık ki yüz elli yılı aşan demokrasi mücadelemizde batının yarım
yamalak ta olsa becerdiği katılımcı demokrasiyi biz henüz keşfedemedik. Bir aşk
şiiri diye kestirip atmadan aşağıdaki şiiri böyle değerlendirmenizi rica
ederim.
*** *** ***
SEN SEN OLARAK GEL
Sen sen olarak gel
Bende alayım kimliğimi
Senin elinde bir demet menekşe
Benim elimde gözü yaşlı karanfil
Orda sen ben, ben sen olsak, biz olsak
Ayrı tenlerde bir can
Erisek sevginin ateşiyle
Akşam üstleri bulut olsak
Tüy kadar hafif olsak, tül kadar ince
Şarkılar rüzgârımız
Ve oğlumuz kızımız
Sarılsak, kenetlensek
ayrılmasak
Aydın Göle
16.05.1991
*** *** ***
Bir ara komşularımızdan,
tanıdıklarımızdan aniden ölenler oldu. Hele mahallemizin bakkalı, bakkallıktan
önce dondurmacısı olan ki oda geçen sene Alzheimer hastalığından aramızdan
ayrılarak hakkın rahmetine kavuştu; kimilerinin Orhan ağabeyi, kimilerinin
Orhan amcası, son kuşağın Orhan dedesinin hanımı Nebahat abla, ani ölümüyle
beni çok şaşırtmış, çok üzmüştü. Nebahat abla rahmetli babayiğit bir gürcü
kadınıydı. Çoğu erkeğin yapamayacağı şeyleri yapar, adamı evinden alırdı. Benim
ikinci annemdi. Onlarla yolumuz T çizerdi. T’nin yatay çizgisinde, tamda ortada
onların evleri vardı. Bizim evimiz dikey çizgideydi. Ben küçük yaşlarda
değnekle dolaşırken düşmeye göreyim.. Evlerinin bütün yolu baştan başa gören
konumu yüzünden benim düştüğümü görür görmez yalın ayak başı kabak camdan atlar
beni kaldırırdı. Daha sonraki delikanlılığa geçmeye başladığım yıllarda,
evlerinin önündeki çitin önünde, tamda pencerelerinin altında seyyar olarak
fındık fıstık, leblebi çekirdek, sakız türü çerezler sattım. Çekirdek külâh ve
kabuğu, sakızların kağıtlarıyla orası öyle kirlenirdi ki.. O her sabah
süpürürdü, ben her öğleden sonra tekrar kirletirdim. Bir kere öf bile demezdi.
Üstüne üstlük akşam ezanlarını aşan gürültülerimizde olurdu. Çünkü bütün
arkadaşlarım da yanımda olurdu. Bu gün bile bu sevgi karşısında gözlerim
yaşarıyor. Nebahat ablamın anılarımda özel bir yeri var. Onu andıkça özlemi
çıkar gelir. Allah rahmetini esirgemesin. Bu şiirle ani ölümleri anlatmak
istedim.
*** *** ***
AYAKTA ÖLDÜLER
Asırların yükünü omuzlarında taşır gibi yorgun
Asırların gamı yüreklerindeymiş gibi üzgün
Yarınlardan bekledikleri yok gibi bezgin
Ayakta, dimdik ayakta öldüler
Bir çınar gibi, görülmeden eriyişleri
Görülmeden yavaş yavaş tükenişleri
Bir yarışta koşar gibi
Bir etabı bitirir gibi
Ayakta, dimdik ayakta öldüler
Aydın Göle
16.05.1991
*** *** ***
Sıcakların dayanılmazlaştığı bu günlerde, mekânınız yeşil
gölge, duyduğunuz müzik, iftar sonrası içtiğiniz buz gibi su olsun. Gelecek
Pazar buluşmak ümit ve dileğiyle..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder