31 Temmuz 2013 Çarşamba

TÜRK LİBERALLERİNİN İHANETİ 1

         Türk devletine liberaller, “fikri hür, vicdanı hür” sloganlarıyla ihanet etmiştir. Onların kurdurduğu sağ partilerin hiç biri laik olamadığı için cumhuriyetin oluşturmak istediği akıl devleti kavramının sürekli altını oymuştur. Bu dediklerime sakın CHP mantığı denmesin, çünkü onlarda bu konuda suçludurlar. Tabansız ve seçkinci aydınlardan kurulu sol anlayışın temsilcisi CHP her seferinde iktidarı sağ partilere kaptırmıştır. Sosyal gelişmenin üst yapı kurumlarının dönüştürülmesiyle mümkün olacağını düşünerek ekonomik yapı ihmal edilmiştir. Oysa gerçek dönüşümü sadece üst yapı kurumları sağlamaz. Toplum bu yüzden görünürde iktisadi gelişmeyi savunan liberal görüşteki sağ partileri desteklemiştir. 1950 yılından itibaren Cumhuriyet iki başlı olmuş ve bu iki başlı görünümden kurtulamamıştır. Bu durum 1970’lerde bir dönem Rahmetli Bülent Ecevit’in ismine gösterdiği ilgi dışında halkın CHP’den devamlı olarak uzak durmasıyla günümüze kadar sürmüştür. O yıllarda esen sol rüzgârlarını, sadece adı sol olan CHP’nin, eski yöneticilerini partiden uzaklaştırarak değerlendiren Ecevit, çalışma hayatına getirdiği yeniliklerle halkın güvenini kazanmıştı. Daha sonra CHP iç çekişmelerin partisi olarak tarihe geçmiş, doğru dürüst politikalar üretemediği için iktidarı giderek aşırı sağa yönelen partilerden alamamıştır.

         Konumuz CHP değil, fakat değinmeden bu günü anlatmak imkânsız olduğu için CHP’den birkaç satır  yazmayı gerekli buldum. 

         Türkiye demokrasisinin kutsal simgesi(!) Demokrat Parti’nin mirasçısı bir parti dirilmeye başlıyor ama yıllardır o partiyi putlaştıranlar tedirgin oluyorlardı. Bu konuyu onun için açtım.

         Konuyu cumhuriyetin kuruluş yıllarından itibaren incelemek gerek. Birinci Meclis’te Mustafa Kemal önderliğinde, daha sonra CHP’nin özünü oluşturacak olan Birinci Müdafaa-i Hukuk Grubu’nun kurulmasından sonra, organize muhalefet olarak İkinci Müdafaa-i Hukuk Grubu kurulur. İkinci Grubun temel özelliğinin “kişi istibdadına karşı mücadele olduğu” kurucuları tarafından söylenmiştir. Burada sözü edilen kişi Mustafa Kemal’dir. Bu mücadelede bakın ne yaparlar.

         Kurucularından Mersin Mebusu Selahattin Bey’in ifadesine göre, İkinci Grup, “Her türlü şahıs istibdadını önlemek, şahsi hakimiyet yerine kanuni hakimiyetler ikamesi gayesi ile kurulmuştur; Meclis diktatoryasına taraftar olup şahıs otokratlığına muhalefet etmiştir”. Bunun için meclise seçim yasasını değiştirme teklifi verirler. Yasa teklifine göre belirli bir yerde 5 seneden fazla ikamet etmemiş olanlar o bölgeden milletvekili seçilemeyecek; Misak-ı Milli sınırları dışında doğmuş olanların ve Türk kökenli olmayanların yine milletvekili seçilme hakkı olmayacaktı. Yani diyorlar ki; “biz meclisin baskıcı ve diktatör olmasını sakıncalı görmüyoruz, fakat bu hareketin lideri bizim hayat sahamızı kapatmayı düşünen Mustafa Kemal mecliste bile olmasın.”

         Bütün sağ parti iktidarlarının neden daha fazla yetki istedikleri, güçler dengesini oluşturan kurumları neden istemedikleri belli olmuyor mu? Onlar meclis diktatörlüğünün şiddetli savunucularıdır. Rahmetli Menderes’inde Demirel’inde, rahmetli Özal’ında, şimdide sayın başbakanında meclisin kurumlar üstü, hükümetlerinde meclis üstü olmasını istemesi boşuna değildir. Günümüz liberal demokratlarının atalarının demokrasi anlayışı böyle özetlenebilir. Oysa Mustafa Kemal ülkenin gelişmesini, donmuş, değişmeye direnen Osmanlı dinsel yapılarını kaldırmakta görüyor, medeni bir devletin ancak akılcı ve güçler ayrılığını kabul eden demokrasinin temellerini oluşturacak siyasi ve ekonomik şartlarını hazırlıyordu. Kaldı ki o dönem diktatörlerin dönemi olmasına ve yarı mutlak gelenekten gelmesine rağmen Mustafa Kemal çoğu yöneticiden daha demokrattı.

         Demokrat Parti kuruluncaya kadar dini cemaatler ya yeraltına inmişti ya da CHP içinde kılık değiştirerek yuvalanmıştı. Bu durum 1945’te Demokrat Parti’nin kurulmasına kadar devam etti. Demokrat Parti’nin kurulması ve 1950’de iktidara gelmesiyle tarikatlar ve cemaatler siyaset sahnesine çıktılar ve her gün giderek daha etkin olmaya başladılar.  İşte bu tarikatlar DP'yi sürekli olarak desteklediler.

         Demokrat Parti’nin bir merkez sağ, bir demokratik sağ parti olmak şansı vardı ama özellikle DP bünyesi içinde yeraltından çıkan siyasal islamcı kadrolar yüzünden marazlı milliyetçi-muhafazakâr, bir partiye dönüştü. Bu süreç içinde tarikat kadroları devlet yönetimine sızmaya ve etkin olmaya başladı. Böylece, ideolojik olarak laik bir merkez sağ, liberal parti olmak şansını yitirdi ve ne yazık ki yeni bir İkinci Grup kimliği kazandı. Bu kimlik kendisinden doğan yeni partilerin de kimliği oldu. Bu kimlik hiçbir zaman demokrasiyi halkın yönetime katılması olarak görmediği gibi, önceleri delege sistemiyle parti içi dengeleri gözeten demokratik görünümü lider egemenliğine girerek terk etmiş, bir siyasi görüşün iktidara taşınma çabası olarak kalmıştır.

         Adalet Partisi’nde de bu durum devam etti. Adalet Partisi gibi DYP de uzun süre siyasal islamcı ideolojinin seraları olarak kullanıldı.



DEVAM EDECEK

Yayın Tarihi15.07.2013

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder