31 Temmuz 2013 Çarşamba

BİR KAÇ DEĞİNME

Hava atmaya pek meraklıyız. Genlerimize işlemiş artık. Hava atmadan yaptığımız iş yok nerdeyse. Peki nedir bu hava atma? Eskiden caka satma denen şey bumuydu? Evet buydu.
Bugün caka satmıyoruz ama hava atıyoruz. Belki de bol bol hava attığımız için her işten hava alıyoruz.

Hava atmak yada caka satmak sözlüklerde şöyle açıklanıyor:
1: abartılmış bir şekilde havalanmak, gururlanmak, sahip olduğu şeyleri insanların gözüne sokmak, insanlara yukarıdan bakmak.
2: gösteriş yapmak
3: çalım satmak, büyüklük taslamak

Bir süre önce gazetelerde okumuştuk; Kıbrıs Türk Hava Yollarıyla Kıbrıs’taki bir televizyonun programına giden bir mankenimizi kaptan pilot, ‘pilot kabinine’ davet etmiş. Manken hanım, pilotun çapkınlık yapmak istediğini anladığını belirterek, ‘pilot kabinine pilota ders vermek için gittiğini’ bir tv programında canlı yayında söylemiş. Bunun için pilota “uçağın sallanmasından çok hoşlanıyorum” deyince kaptan pilot manken hanım için uçağın burnunu önce aşağı indirmiş, sonrada aniden havaya dikmiş. Kaptan pilotumuz şimdi bu attığı havanın hesabını KTHY’ ye vermeye çalışıyormuş.

***

Sigara yasağının başladığı zamanlarda ne haberler okuduk değil mi? O sıralarda sigara yasağına nasıl çare bulunmuş biliyor musunuz? Evet yanlış okumadınız, çare bulunmuş. Ordu şehrimizden bir uyanık kahveci bakın ne yapmış; her müşterinin önüne iki hortum koymuş. Hortumların ucu pencereden dışarı salınmış. Birine sigara konup yakılıyormuş, diğerine sigara dumanı üfleniyormuş. Kahvenin içi tam istendiği gibi dumansız hava sahası.
“Türk için zor yoktur, yasak yoktur” diye boşuna söylenmemiştir.

***

Erciyes Üniversitesi, Safiye Çıkrıkçıoğlu Meslek Yüksek Okulu Öğretim Üyesi, Doç. Dr. Sibel Silici, AA muhabirine yaptığı açıklamada, bazı kovanlarda arıların değişime (bilimsel adıyla “mutasyon” a) uğradıklarını gözlemlediklerini söylemiş. Erkek bal arılarının  göz renkleri hep siyahken gözlemledikleri arıların sarı, pembe yada krem rengi gözlü olduklarını belirtmiş. Göz rengi değişen arılar görme özelliklerini kaybetmişler. Bu yüzden uçamadıkları ve dolayısıyla beslenemedikleri için arılar çok kısa sürede ölüyorlarmış.

Einstein (Bal arıları yok olduktan 4 yıl sonra insanlık biter) diyerek yıllar önce bu tehlikeye dikkat çekmiştir” diyerek yaklaşan tehlike için ülke aydın ve vatandaşlarını uyarmış. GDO (genetiği değiştirilmiş organizma) ile şaşırtılan tarım ürününü savunanların dikkatine..

***

Bursa’dan bir haber beni çok şaşırttı. Kusma şikayetiyle doktora giden bir hastanın midesine yapışmış bir arının mide asidine rağmen yok olup erimediği belirlenmiş. Mideye  iğnesini batırmış, iğne kopmayınca arı orda kalmış. İyi de bu arı o kadar yolu nasıl aldı? Boğazdan geçerken nasıl fark edilmedi? Yoksa hasta, arı boğazdan geçerken uykuda mıydı? Kendide bilmiyormuş. Allahtan arı boğazdan geçerken iğnesini batırmamış. Batırsa boğazları şişer ve hasta ne olduğunu anlayamadan ölebilirdi.

***

Burdur’un Ağlasun ilçesinden bir çiftçi, esnaf arkadaşını kefil göstererek 25 bin tl kredi çekmiş. Borcunu ödemeyince kefil olan esnaf arkadaşından 25 bin tl’yi tahsil etmişler. Kefil, kredi çeken çiftçi arkadaşını icraya vererek haciz kararı çıkarttırmış. İcra dairesi haciz kararı gereği çiftçinin neyini satmak istemişler biliyor musunuz? Kapıdaki traktörünü, yada taksisini değil, sanırım bunlar olmadığı için 10 yaşındaki eşeğini satılığa çıkarmışlar. 2 kez hükümet konağı önünde satılığa çıkan eşek satılmayınca, 260 tl’ ye kefil olan esnaf satın almış. Onun için siz siz olun herkese kefil olmayın. Sizin alacağınız bir eşekte olmayabilir.

***

Bir şey icat etmeyi çok severiz. Fakat icat etmeme üzerine deyimler bile üretmişiz. Neden diye sormayın, çünkü alışkın olduklarımızı bırakıp yeni bir şeye uymanın epey zor olduğunu biliyorsunuz. Eskiler bunun için “öyle kafana göre bir şeyler icat etme” derlerdi. Eğer adınız mucide çıkmışsa da sizden hep işi kolaylaştıracak bir şeyler beklerlerdi. Bunun içinde “yap bakalım bir şeyler” demezler miydi?

Bizim mahallemizde de bir sokak ötemizde oturan Halit ağabeyimiz vardı. O böyle icatlar yapardı. Göreni şaşırtırdı doğrusu. Sonra ne oldu bilmiyorum. Buralardan, evlenince taşındı. Son gördüğümde gözlerime inanamadım. Akromegali hastalığına yakalanmış, hatları irileşmişti. Sonrada bu hastalıktan vefat ettiğini öğrendim.

Nerden nereye…

Bir süre önce Konya’dan bir icat haberi gelmişt. 35 yaşındaki mucit Sinan Özsoy, yakıt kullanmadan elektrik üreten bir makine icat etmiş. Özsoy, makinenin hiçbir yakıt kullanmadan, manyetik alanın hareket enerjisini rüzgar enerjisine çevirerek elektrik üretme sistemiyle çalıştığını belirtmiş ve  makinesini şöyle tarif etmiş: “Prototip amaçlı ürettiğimiz, eni ve boyu 120’şer santimetre olan makinenin içinde küçük ebatlarda 400’e yakın mıknatıs var. Bu mıknatısların, ters kutuplarının bir araya gelmesiyle oluşan hareket, pervaneye aktarılıyor.  Pervanenin dönmesiyle oluşan rüzgar enerjisi de daha sonra dinamo vasıtasıyla elektrik enerjisine çevriliyor.”

Mucit Özsoy’u kutluyorum. Umarım bu icadına isim hakkı (patent) almıştır. Bu prototip makine saatte, 1,5 kilovat elektrik üretiyormuş. Bu da yaklaşık 10 adet ampulü çalıştırıyormuş. Ancak bu makinede ufak değişiklikler yapılarak, 10 kilovat yani 3 dairenin ısınma dahil tüm elektrik ihtiyacını karşılayacak kadar elektrik üretmesi sağlanabilirmiş.

***

Bu köşenin adını “Hayatın Tatları Hayatın Düşündürdükleri” koyduğuma bu gün o kadar sevindim ki.. Bu gün ki yazı, köşenin adını doğrular nitelikte oldu. Hayat zaten böyledir. İçinde her şey vardır; kimi tat verir, kimi düşündürür.



Yayın Tarihi01.07.2013

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder