Hava atmaya pek meraklıyız. Genlerimize işlemiş artık. Hava
atmadan yaptığımız iş yok nerdeyse. Peki nedir bu hava atma? Eskiden caka satma
denen şey bumuydu? Evet buydu.
Bugün caka satmıyoruz ama hava atıyoruz. Belki de bol bol
hava attığımız için her işten hava alıyoruz.
Hava atmak yada caka satmak sözlüklerde şöyle açıklanıyor:
1: abartılmış
bir şekilde havalanmak, gururlanmak, sahip olduğu şeyleri insanların gözüne
sokmak, insanlara yukarıdan bakmak.
2: gösteriş
yapmak
3: çalım
satmak, büyüklük taslamak
Bir
süre önce gazetelerde okumuştuk; Kıbrıs Türk Hava Yollarıyla Kıbrıs’taki bir
televizyonun programına giden bir mankenimizi kaptan pilot, ‘pilot kabinine’
davet etmiş. Manken hanım, pilotun çapkınlık yapmak istediğini anladığını
belirterek, ‘pilot kabinine pilota ders vermek için gittiğini’ bir tv
programında canlı yayında söylemiş. Bunun için pilota “uçağın sallanmasından
çok hoşlanıyorum” deyince kaptan pilot manken hanım için uçağın burnunu önce
aşağı indirmiş, sonrada aniden havaya dikmiş. Kaptan pilotumuz şimdi bu attığı
havanın hesabını KTHY’ ye vermeye çalışıyormuş.
***
Sigara yasağının başladığı zamanlarda ne haberler okuduk
değil mi? O sıralarda sigara yasağına nasıl çare bulunmuş biliyor musunuz? Evet
yanlış okumadınız, çare bulunmuş. Ordu şehrimizden bir uyanık kahveci bakın ne
yapmış; her müşterinin önüne iki hortum koymuş. Hortumların ucu pencereden
dışarı salınmış. Birine sigara konup yakılıyormuş, diğerine sigara dumanı
üfleniyormuş. Kahvenin içi tam istendiği gibi dumansız hava sahası.
“Türk için zor yoktur, yasak yoktur” diye boşuna
söylenmemiştir.
***
Erciyes Üniversitesi, Safiye
Çıkrıkçıoğlu Meslek Yüksek Okulu Öğretim Üyesi, Doç. Dr. Sibel Silici, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, bazı kovanlarda arıların değişime (bilimsel adıyla
“mutasyon” a) uğradıklarını gözlemlediklerini söylemiş. Erkek bal
arılarının göz renkleri hep siyahken
gözlemledikleri arıların sarı, pembe yada krem rengi gözlü olduklarını belirtmiş.
Göz rengi değişen arılar görme özelliklerini kaybetmişler. Bu yüzden
uçamadıkları ve dolayısıyla beslenemedikleri için arılar çok kısa sürede
ölüyorlarmış.
Einstein (Bal arıları yok olduktan
4 yıl sonra insanlık biter) diyerek yıllar önce bu tehlikeye dikkat çekmiştir”
diyerek yaklaşan tehlike için ülke aydın ve vatandaşlarını uyarmış. GDO
(genetiği değiştirilmiş organizma) ile şaşırtılan tarım ürününü savunanların
dikkatine..
***
Bursa’dan bir haber beni çok
şaşırttı. Kusma şikayetiyle doktora giden bir hastanın midesine yapışmış bir
arının mide asidine rağmen yok olup erimediği belirlenmiş. Mideye iğnesini batırmış, iğne kopmayınca arı orda
kalmış. İyi de bu arı o kadar yolu nasıl aldı? Boğazdan geçerken nasıl fark
edilmedi? Yoksa hasta, arı boğazdan geçerken uykuda mıydı? Kendide bilmiyormuş.
Allahtan arı boğazdan geçerken iğnesini batırmamış. Batırsa boğazları şişer ve
hasta ne olduğunu anlayamadan ölebilirdi.
***
Burdur’un Ağlasun ilçesinden bir
çiftçi, esnaf arkadaşını kefil göstererek 25 bin tl kredi çekmiş. Borcunu
ödemeyince kefil olan esnaf arkadaşından 25 bin tl’yi tahsil etmişler. Kefil,
kredi çeken çiftçi arkadaşını icraya vererek haciz kararı çıkarttırmış. İcra
dairesi haciz kararı gereği çiftçinin neyini satmak istemişler biliyor musunuz?
Kapıdaki traktörünü, yada taksisini değil, sanırım bunlar olmadığı için 10
yaşındaki eşeğini satılığa çıkarmışlar. 2 kez hükümet konağı önünde satılığa
çıkan eşek satılmayınca, 260 tl’ ye kefil olan esnaf satın almış. Onun için siz
siz olun herkese kefil olmayın. Sizin alacağınız bir eşekte olmayabilir.
***
Bir şey icat etmeyi çok severiz. Fakat icat etmeme üzerine
deyimler bile üretmişiz. Neden diye sormayın, çünkü alışkın olduklarımızı
bırakıp yeni bir şeye uymanın epey zor olduğunu biliyorsunuz. Eskiler bunun
için “öyle kafana göre bir şeyler icat etme” derlerdi. Eğer adınız mucide
çıkmışsa da sizden hep işi kolaylaştıracak bir şeyler beklerlerdi. Bunun içinde
“yap bakalım bir şeyler” demezler miydi?
Bizim mahallemizde de bir sokak ötemizde oturan Halit
ağabeyimiz vardı. O böyle icatlar yapardı. Göreni şaşırtırdı doğrusu. Sonra ne
oldu bilmiyorum. Buralardan, evlenince taşındı. Son gördüğümde gözlerime
inanamadım. Akromegali hastalığına yakalanmış, hatları irileşmişti. Sonrada bu
hastalıktan vefat ettiğini öğrendim.
Nerden nereye…
Bir süre önce Konya’dan bir icat haberi gelmişt. 35
yaşındaki mucit Sinan Özsoy, yakıt kullanmadan
elektrik üreten bir makine icat etmiş. Özsoy, makinenin hiçbir yakıt
kullanmadan, manyetik alanın hareket enerjisini rüzgar enerjisine çevirerek
elektrik üretme sistemiyle çalıştığını belirtmiş ve makinesini şöyle tarif etmiş: “Prototip
amaçlı ürettiğimiz, eni ve boyu 120’şer santimetre olan makinenin içinde küçük
ebatlarda 400’e yakın mıknatıs var. Bu mıknatısların, ters kutuplarının bir
araya gelmesiyle oluşan hareket, pervaneye aktarılıyor. Pervanenin
dönmesiyle oluşan rüzgar enerjisi de daha sonra dinamo vasıtasıyla elektrik
enerjisine çevriliyor.”
Mucit Özsoy’u kutluyorum. Umarım
bu icadına isim hakkı (patent) almıştır. Bu prototip makine saatte, 1,5 kilovat
elektrik üretiyormuş. Bu da yaklaşık 10 adet ampulü çalıştırıyormuş. Ancak bu
makinede ufak değişiklikler yapılarak, 10 kilovat yani 3 dairenin ısınma dahil
tüm elektrik ihtiyacını karşılayacak kadar elektrik üretmesi sağlanabilirmiş.
***
Bu köşenin adını “Hayatın Tatları
Hayatın Düşündürdükleri” koyduğuma bu gün o kadar sevindim ki.. Bu gün ki yazı,
köşenin adını doğrular nitelikte oldu. Hayat zaten böyledir. İçinde her şey
vardır; kimi tat verir, kimi düşündürür.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder