31 Ekim 2013 Perşembe

HANGİSİNİ DAHA ÇOK BESLERSEM O KAZANIR

Kişiliği sorgularken işin içine istem veya istenç, dilimize yerleşen İngilizcesiyle söyleyecek olursak “irade” girer. Dini söylemle kimi zaman buna “nefs” deriz, kimi zamanda “fıtrat”…
Fakat bu iki kelimede istem veya istencin, yani ‘irade’nin tam karşılığı değildir.
*İrade: bir şeyi yapıp yapmamaya karar verme gücü, istem, istenç demekken, 
*Fıtrat: Yaradılış, hilkat demektir.
Bunlarıda açmak gerekirse;
Bir kimsede doğuştan bulunan vücut ve ruh özelliklerinin tümü, “mizaç, huy, tıynet, cibilliyet” demek olduğu gibi.. 
Yada..
Nefs: “Ruh, Bir şeyin kendisi, Akıl, İnsan bedeni, Ceset, Kan, Azamet, Arzu ve kötü istekler”
demek oluyor.

Kişilik sorgulamasında biz bu kelimeleri harmanlayıp kullanıyoruz. Kimi zaman biri öne çıkıyor, kimi zaman bir başkası. O bizim ruh halimize bağlı birazda.. ama bir gerçek var ki anlam tektir; o da kendimize hakim olma durumudur. Hangisiyle sorgularsak sorgulayalım iş irademize, yani ruh ve aklımızın isteklerine, kısaca kendimize hakim olmaya gelip dayanıyor.

İnsanın bu duygularını yönetmesi çocukluktan ayrıldığının işaretidir. Çocukluktan ayrılmak sadece bedeni gelişme olarak görülmez, beklide en başta duygulara hakim olmakla görülür. İyiyi, kötüyü; güzeli, çirkini; faydalıyı, zararlıyı ayırma yetisi kişiselden genele doğru genişlediği ölçüde hayat üretilir. O da çocukluktan ayrılmakla mümkündür.

Hayatı üretirken genel ölçü dünyanın her yerinde kendimize ne yaptığımız, ne servetler kazandığımız değil, topluma ne yarar sağladığımız, doğayı ne kadar koruduğumuzdur. Bütün bencilliklerimizden sıyrılmanın başka türlü yolu yoktur. İsteyen bencil kalmaya devam edebilir tabii. Kişilerin bunu seçme hakkıda vardır. Sonuç olarak hayatımız tamamen tercihlerden oluşur. Seçimlerde aslında tercihin fiiliyata dökülmüş hali değil midir?   

Konunun bamteline dokunmak için sizlere yazarının kim olduğunu bilmediğim kısa bir hikâye aktaracağım.   

*

Yaşlı Kızılderili Reis kulübesinin önünde torunuyla oturmuş, az ötede birbiriyle boğuşup duran iki köpeği izliyorlardı.

Köpeklerden biri beyaz, biri siyahtı ve on iki yaşındaki çocuk kendini bildi bileli o köpekler dedesinin kulübesi önünde boğuşup dururlardı.

Dedesinin sürekli göz önünde tuttuğu, yanından ayırmadığı iki iri köpekti bunlar. Çocuk, kulübeyi korumak için biri yeterli gözükürken niye ötekinin de olduğunu, hem niye renklerinin illa da siyah ve beyaz olduğunu anlamak istiyordu artık. O merakla sordu dedesine: “Neden biri beyaz, biri siyah?”
Yaşlı reis, bilgece bir gülümsemeyle torununun sırtını sıvazladı. “Onlar” dedi, “benim için iki simgedir evlat.”
“Neyin simgesi” diye sordu çocuk.
“İyilik ile kötülüğün simgesi. Aynen şu gördüğün köpekler gibi, iyilik ve kötülük içimizde sürekli mücadele eder durur. Onları seyrettikçe ben hep bunu düşünürüm. Onun için yanımda tutarım onları.”
Çocuk, sözün burasında, mücadele varsa, kazananı da olmalı diye düşündü ve her çocuğa has bitmeyen sorulara bir yenisini ekledi:
“Peki, sence hangisi kazanır bu mücadeleyi?”
Bilge reis, derin bir gülümsemeyle baktı torununa:
“Hangisi mi evlat? Ben hangisini daha iyi beslersem o kazanır!”

*

İyilik ve kötülük olarak simgelenen siyah ve beyaz köpekten birinin daha fazla beslenmesi birinin diğerine yeğlenmesi (tercih edilmesi), dolayısıyla seçilmesi demekti. Seçilenin hangisi olduğundan ziyade seçilmiş olması önemli. Hayatımızda da kim bilir kaç kere aynı olaya farklı tercihler yapmışızdır. Tercihlerimizin yanlış olduğunu biliriz ama ruh halimiz bizi o tercihi yapmamızı zorlar. İşte orda ruh halimizin dışına çıkabilmek doğru tercihlere, dolayısıyla doğru seçimlere yönelmemizi sağlar. Tercihlerimiz bizi iyiye güzele ulaştıracaksa doğru seçimleri yapmış oluruz. Bunun için her yerde, her durumda iyi duygularımızı daha çok beslemeliyiz. 



Yayın Tarihi: 23.10.13
  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder