31 Ekim 2013 Perşembe

UMUTSUZLUKTAN UMUDA YOLCULUK: GÖZLEM VE EYLEM

Geçen gün İstanbul’daki kardeşim ileti yoluyla bir hikâye göndermişti. Beğeneceksiniz eminim. Belki de biliyorsunuzdur da.  Bu hikâyeyi sizlerle paylaşmak istedim.
…   …
Adamın birinin eşeği kuyuya düşmüş. Allem etmişler, kullem etmişler çıkaramamışlar. Eşeğin sahibi hemen orada basit bir hesap yapmış. Eşek yaşlı ve sıskaymış. Eskisi gibi yürüyemiyor, yük taşıyamıyormuş. Bedavadan yem yiyor diye düşünen adam eşeği düştüğü kuyuya gömmeye karar vermiş. Komşulara kararını açıklamış. “Biz onu çıkaramayız, acı çekerek öleceğine üstüne toprak atarak biz onu buraya gömelim. Zaten yaşlı, yarın öbür gün nasılsa ölmeyecek mi?” Demiş. Komşular kürekleri kapıp gelmişler. İlk birkaç kürekte eşek yeri göğü inleterek anırmış. Sonra sesi soluğu kesilmiş. Sahibi merak edip kuyuya bakınca ne görse beğenirsiniz? Meğer eşek atılan topraklar sırtına geldikçe silkelenip onu üstünden atıyor, bilmeden toprakların ayağının altında kalmasını sağlıyormuş. Böylece  toprak atıldıkça eşek kuyunun ağzına yaklaşıyormuş. Adam toprak atmayı sürdürünce de eşek kuyudan çıkmış, koşarak oradan uzaklaşmış.

Bu hikâyeyi kimin yazdığı belli değil. Belki internette dolaşan hikâyelerdendir. Fakat umutsuz hiçbir şey yoktur, yeter ki biz görmesini bilelim diyen bir hikâye olduğu için çok beğendim. Bu hikâye yıllar önce okuduğum, içinde gözlem gücünün anlatıldığı böyle hikâyeler olan, Edgar Allan Poe’nun Morgue Sokağı Cinayeti isimli kitabını hatırlattı. (O kitabı okurken teyzem ve yeğenlerim bizdeydi. Teyzemin kızı yeğenim Nesrin de kitap okumaya meraklıdır. O sıralar 12-13 yaşındaydı. Kitabı okumak istemişti. Kendisine yaşının uygun olmadığını söyledim. Ben dışarıda olduğum sırada bulup okumuş, gece hikâyeler rüyasına girmiş ve uyuyamamıştı. Hikâyeler onun yaşındaki kişiler için ağır ve ürkütücüydü.) İçinde bir hikâye vardı ki beni derinden etkilemişti. Geçmiş gün, net hatırlamıyorum ama hikâyenin adı “Girdap” olabilir. Yanılıyorsam beni bağışlayın. Boşuna dememişler: “Hafıza-i beşer nisyanla malûldür.” Yani insan unutma sakatlığına sahiptir. Bende yürüme özürlülüğüme ek olarak birde unutma sakatıyım.

Hikâye şöyleydi:

İzlanda da balıkçılar sezonun son avına pırıl pırıl bir havada çıkarlar. Ama daha sonra hava bozar. Balıkçılar kaçmaya fırsat bulamadan fırtınaya ve yağmura yakalanırlar. Kuzey denizinin girdapları balıkçıların korkulu belasıdır. Sonunda o da olur. Bütün balıkçı gemileri girdaplara kapılarak deniz dibini boylar. Balıkçı gemilerinin birindeki bir balıkçı bu fırtınada olanı biteni öyle bir izler ki, sanki beynine kazır. Girdaba giren her nesnenin şekline göre değişen hızda girdaba kapılıp battığını görür. Ağabeyine kendisini fıçıya bağlamasını onunda aynı şeyi yapmasını söyler. Ağabey kardeşini fıçıya, kendini geminin direğine bağlar. Sonunda gemi batmak üzereyken fıçıya bağlı olan balıkçı kendini girdaba atar. Balıkçı gemisi ve ağabey girdabın içine bir boşluğa düşmüş gibi hızla girer ve denizin dibini boylar. Fıçıya bağlı olan balıkçı girdabın kocaman dairesinde hızla döner ama dibe doğru çok yavaş gitmektedir. Sonunda girdap olayı biter ve balıkçı kurtulur. Ertesi gün balıkçı köyünde, deniz kıyısında bu balıkçıyı bulanlardan hiç kimse onu tanıyamaz. Bir gecede saçı bembeyaz olmuştur. Hafızasını da kaybettiği için kendisinin kim olduğunu anlatamaz.
…   …   …

Hiçbir şey hayattan önemli değildir. Kimse ölmeye çalışmaz ve çalışmamalıdır. En kötü durumda bile yaşamaktır amaç. Hayatı sonlandırmak intihardır. İntihar dinen de yasaktır. Öyleyse yaşamak için her şart zorlanmalıdır. Bu hikâyelerin anlattığı da bu değimlidir? Onun için umudumuzu yitirmeden şartları gözlersek yaşamanın bir yolu bulunur. İsterseniz bunu ülke gerçekleriyle de bağdaştırabilirsiniz. Ve büyük ölçekte de durumun aynılık gösterdiğini göreceksiniz. 


Yayın Tarihi14.10.13 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder