31 Ekim 2013 Perşembe

KÜRT PARTİLERİNİN BU ÜLKE İNSANINA BORCU

“Kör ölür badem gözlü olur.” Demiş atalarımız. Bu söz “bir şey yitirildikten sonra değer kazanır” demektir. Hepimizde böyle bir duygu ve düşünce var. Bize bunu düşündüren pişmanlık veya acıma duygusu mudur? Eğer öyleyse bir şey kötüde olsa varlığını sürdürmeli midir? Buna kesin cevap verebilir misiniz? Havada kalmış sözlerle bu soruyla karşılaşılınca kimse kolay kolay olumlu veya olumsuz cevap veremez. O zaman bu sözü yere indirelim, ayakları önce bir güzel yere bassın. Yani efendim sözü kişileştirelim.

Sözü 25.10.2013 tarihinde yayınlanan “HERKES ÜSTÜNE DÜŞEN ROLÜ GEREĞİNCE OYNADI MI?” başlıklı yazıda dediğim gibi mecliste oldukları sürece bölgenin çağ dışı ilkellikten kurtulması için en başta aşiret düzenini yıkmaya yönelik tek bir yasa önerisi sunmayan, sunamayan Kürtçü partilere getirmek istiyorum. Bu aşiret düzeninden kaynaklanan baskıcı gelenekleri bitirecek eğitim seferberliği içine kız çocuklarının zorunlu katılımı ve Kürt işadamlarının bölgenin kalkınması için yatırım yapmaları hakkında önerilerde de bulunmadı. Üniter devlet yapısından kaynaklanan bölgesel kalkınma paylarından faydalanan işadamlarının orda kurdukları işlerin daha sonra batıya taşınmalarına hiçbir Kürt lider ve partileri ses çıkarmadı. Onların derdi kitlesel doyumdan çok yüzeysel bir kimlik arayışı olunca gelişmemişliklerini kullanan büyük devletlerin planlarının bir parçası olmaktan kurtulamıyorlar.

Kürt liderlerden Ahmet Türk (güvercin kanadın da lideri olduğu söylenmesi bile hoş değil, bu ülke hepimizinse birbirimize karşı şahin olacak değiliz ya..) Diyarbakır’da yaptığı konuşmada “benim bir rüyam” var demişti. Bu söz Amerikalı zenci lider  Dr. Martin Luther King’in sözüdür. 1963 yılında meydan konuşmasına katılan 200 bin Amerikalı zenciye bu sözle hitap etti. Dünyanın tanıdığı bu lider, Hürriyet gazetesi eski köşe yazarı, şimdinin milletvekili Oktay Ekşi’nin de yazdığı gibi; “soydaşları adına “insan hakları”mücadelesine başladığı 1955 yılından, bir suikast sonucu öldürüldüğü 3 Nisan 1968’e kadar bir kere olsun “şiddetin” yanında olmadı. Hukuk dışı hiçbir mücadele tarzını desteklemedi.”

Oktay Ekşi yazısının devamında şunları söylüyordu:

“Hemen her konuşmasında “soydaşlarının maruz kaldığı haksızlığı, baskıyı, eşitsizliği” dile getirdi ama en çok da Washington D.C.’de yaptığı “Bir rüyam var” temalı konuşmasında bunları tekrarladı. Örneğin:
“Siyah derililere vatandaşlık hakları verilmedikçe Amerika’da kimse huzura ve sükuna kavuşamaz” dedi.”

Dr. Martin Luther King o yıllarda rüyasını şöyle anlatıyordu:

“Polisin bizlere karşı uyguladığı, anlatılamayacak kadar insafsız kabalık önlenmedikçe; oto-yolların kenarlarındaki ve şehir merkezlerindeki otellerde geceleme hakkı bize tanınmadıkça; Mississippi’de yaşayan siyah derililere oy hakkı verilmedikçe; New York’taki bir siyah derili oy verecek hiçbir seçeneğe sahip olmadıkça bizi hiçbir şey tatmin edemez” dedi.

Ahmet Türk’ün adına konuştuğu insanlarımızın hangisi bu şartları yaşamıştır. Kürtler seçme ve seçilme hakkını kullanarak mecliste girmedi mi, hatta cumhurbaşkanı olmadı mı bu ülkede? Kürt işadamı olup da işi engellenen, zengin olmasına izin verilmeyen oldu mu? Böyle olmadığı ortada. 25 ekimde yayınlanan “HERKES ÜSTÜNE DÜŞEN ROLÜ GEREĞİNCE OYNADIMI?” başlıklı yazıdaki istatistik sonuçları da bunun kanıtıdır.

Dr. Martin Luther King rüyasını dile getirirken imtiyaz değil eşitlik istiyordu. Hiçbir zaman “Biz ayrı bir halkız” demedi. Kendi ülkesiyle bir çatışma içine girmedi. Ahmet Türkün rüyasını şimdilerde siyasallaşan terör örgütünün sesi olma çabaları içinde bugün nasıl değerlendirmek gerekir acaba?

Bu rüyayı makul ölçülerle dile getirmek, temsilcisi olduklarını söyledikleri Kürt halkına ve bu ülke insanlarına Ahmet Türk ve diğer bütün Kürt liderlerin borcudur.

**YAYINLANMADI**

Yayınlanması Gereken Tarihi30.10.13 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder