31 Temmuz 2014 Perşembe

KÖRLER ÜLKESİNE KRAL OLMAK

Bugün değineceğim konu nedeniyle görme engellileri üzersem kendilerinden özür dilerim. Amacım saplantı ve çelişkileri anlatmak, aynı kaderi değişik biçimde paylaştığım bir engelli gurubunu rencide etmek değil.

Kendi eksikliklerimizi görmeyip herkesi kendimize benzetme huyumuz yüzünden bizden farklı olanları pek beğenmeyiz. Bu, birbirimizden farklı biçimde düşünen ve davranan bireyler topluluğu, yani çoğulcu bir toplum olamayışımız örneği olarak sürekli karşımıza çıkar. Biz tek bir fikirde çokluğu erdem sayan bir ülkenin insanlarıyız. Bu yüzden birden fazla fikre tahammülümüz yok. Hele eleştiriye hiç.. her alanda bunu görürsünüz. Oysa tek fikirde çoğalmak, beyinlere üniforma geçirmek gibidir. Egemen düşüncenin baskısı böyle başlar. Birden fazla düşünceyle bir arada olmak, çok düşünceyle çoğulcu olmak toplumun canlılığını sürdürebilmek için önemli şarttır.

Bireysel yaşantımızda da öyle değil midir? Öyle olduğu için herkes bir modanın peşinden koşar durur. Konuştuğu dilden giyim kuşamına, saçından tırnağına, kullandığı her şeyde modanın egemenliğini görmüyor muyuz? İş alanında özel girişimcilere bakarsak aynı şeyi görürüz. Hele küçük esnaflıkta durum içler acısıdır. Herkes farklı bir şey düşünmeden işin kolayına kaçıyor. Şöyle çarşı pazar gezin ne demek istediğimi anlarsınız.

1970’lerin başında Tofaş, Murat otomobillerini üretince emekliliği gelen çoğu genç işçi, ikramiyesini yatırıp Murat taksi alarak taksicilik yapmıştı. 1980’lerde bir videotek çılgınlığı sarmıştı. 1990’larda ise önce cep telefonu dükkânları pıtrak gibi çoğaldı, sonrada internet kafeler. Herkes aynı konuya yönelince kimse başarılı olamadı. Bir mahallede beş bakkal örneği gibi adım başı açılan benzer dükkânlar sonunda teker teker kapandılar. Bunun adı körlüktür işte. Bu körlük organsal değil algısal körlüktür. Algısal körlük; gide gide akıl tutulması dediğimiz, “başka şey düşünememe”ye kadar işi vardırır. O kadarki biraz farklı biçimde düşünenleride kendine benzetir.

Psikolog Doğan Cüceloğlu bu konuda çok güzel bir hikâye anlatıyor. “İÇİMİZDEKİ BİZ” kitabındaki bu hikâyeyi gelin birlikte okuyalım.

*** *** ***

Dere tepe, dağ taş dolaşmayı çok seven tek gözlü bir adam varmış. Yürür yürür gider, gider gider yürürmüş. Bir gün uzaklarda renkleri karmakarışık bir koy görmüş; alacalı bulacalı garip bir koy.

Yaklaşmış köye doğru. Yolları bir tuhaf, evleri bir tuhaf, insanları bir tuhafmış köyün. 
Köyün içine girince anlamış meseleyi. Körler köyüymüş burası. Kadınların, erkeklerin, çocukların velhasıl herkesin sımsıkı kapalıymış gözleri.

Gezgin tek gözlü adam karar vermiş burada yaşamaya.
“Hiç değilse benim tek gözüm var” diyormuş. 
“Körler ülkesinde şaşılar kral olur derler. Ben de bunların başına geçer yaşarım”

Körlerin gözleri yokmuş ama elleri, kulakları, burunları çok hassasmış. Kendilerine göre kurdukları bir düzen içinde yuvarlanıp gidiyorlarmış. Adam şaşkın hallerine bakıyormuş onların. Yürümeleri, konuşmaları doğrusu başka türlüymüş. Bir gün körlerden biri ötekilerden birinin malını çalmış. Sadece tek gözlü adam görmüş bunu. 

Bağırarak ilan etmiş “filanca falancanın malını çaldııı”
Körler; “nerden biliyorsun ki” demişler, “o kadar uzaktan duyamazsın ki?”
Ben duymadım, gördüm” demiş adam. “Gözüm var benim, görüyorum…”
Körler göz diye, görmek diye bir şey bilmiyorlarmış. Uzun zaman içinde çoktan unutmuşlar bu hissi.
“Ne demek görmek,” demişler. “Nasıl görüyorsun yani, duyulmayacak mesafeden 
anlayabiliyor musun ne olup bittiğini?”
“Anlıyorum tabi” demiş adam.
İnanmayız, imtihan edeceğiz seni” demişler.
Adamı almış uzakta bir yere dikmişler.
Tecrübeleriyle eminlermiş ki o uzaklıktan hiçbir şey duyulamaz.
“Anlat bakalımdemişler, “biz şimdi ne yapıyoruz?”
Adam anlatmış:
Oturuyorsunuz, kalkıyorsunuz, koşuyorsunuz, yemek
yiyorsunuz, şu şunu yaptı, bu bunu yaptı falan…”
Derken körler bir evin içine girmişler, bağırmışlar.
“Hadi anlatsana…”
Adam: “içeri girdiniz, göremiyorum ki” demiş.
“Ne olmuş yani içeri girdiysek, elli santim fark var, anlat hadi anlat” demişler.
Arada duvar var ama demiş adam, göremiyorum…”
Körler, “sen atıyorsun” demişler. “Deminki tesadüftü, bak şimdi bilemiyorsun…”
“Çıkın dışarı söyleyeyim” demiş adam.
Bu kadar mesafeden duyduktan sonra ha içerisi ha dışarısı” demiş körler.
“Ama ben duymuyorum, ben görüyorum ” diyormuş adam.
Öyle şey olmaz” demişler. “Sende bir sorun var. Saçmalıyorsun, acayip şeyler söylüyorsun. Hekime muayene ettireceğiz seni.”
Adamı yaka paça hekime getirmişler. Hekim de kör tabi. Elleriyle yoklamaya başlamış. 
Adamın açık olan gözünü kastederek “Buldum” demiş, “sorun burada. Saçmalaması bundan dolayı” diyormuş, “şimdi düzeltirim ben onu…”
Körler ülkesinde kral olmak isteyen gezgin zor kurtarmış kendini onların elinden.

*** *** ***

Körlerin ülkesinde tek gözlü gören olmak ayrıcalık değildir. Gördüğünüzü sizin gibi gören bir başkası olmadıktan sonra anlattıklarınızla kimseyi ikna edemezsiniz. Sonunda siz, görmenin bir kusur olduğuna karar verir, gönüllü olarak kör olmayı seçebilirsiniz. Zaten başka çarede yoktur. Eninde sonunda onlar sizi kör edeceklerdir.

Kitabın son sözüyle yazımızı bitirelim.

*** *** ***


Körler görenleri anlayamazlar. Saçmaladıklarını sanırlar ve onu da düzeltip kendilerine benzetmek için gözlerini çıkarmaya uğraşırlar.

Kıssadan hisse mi diyorsunuz? O kadar çok ki, hangisini sırasıyla anlatayım şaşırdım. Kısaca bütün toplum kör olmaya müsaittik; kimi durumda egemenler hiç düşünmeden bizleri kör ettiler, kimi durumdada çıkarımıza öyle geldi körlüğü seçtik. Genelde dünya, özelde ülkemiz çok şey kaybetti ve kaybetmeye devam ediyor. Bizim hata ve günahlarımızı çocuklarımız, torunlarımız görecek ve arkamızdan rahmet okumayacaklar.


Yayın Tarihi: 14.07.14

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder