Çarşamba günkü “Özgürlüklerin Kabul Edilmiş Hali:Anayasa”
başlıklı yazımda, 2012 yılında yeni bir anayasa hazırlanma aşamasında, TBMM
Başkanlığınca sivil toplum ve hatta bireysel öneriler sunulması istenmesi
üzerine engelliler olarak katkıda bulunmak istediğimizi vurgulamış, anayasa
yapmanın temel esasları üzerinde durmuş, cumhuriyet tarihi boyunca 3 kez,
Osmanlı geçmişimizle birlikte 5 kez anayasa yaptığımızı ve anayasaların
incelenirse özgürlüğe gidişin kilometre taşları olduğunun görüleceğini
belirtmiştim. O yazı üzerine bu diziyi hazırladım. Bugün 9 bölüm sürecek bu
yazı dizisine başlıyoruz.
*
Anayasalar toplumun ihtiyaçlarına göre yönetenlere karşı
daha özgürlükçü bir gelişme göstermişlerdir.
Sermaye ve emek konusunda insan hareketlerinde kısıtlama ne
kadar az ise özgürlükler o kadar geniş ve yaygındır. Bunun tersi daha çok
yönetim erkini elinde bulunduranların işine yarar. Devleti temsil ettiğini
iddia edenler devlet adına yasakçı veya daha az yasakçı olduğu ölçüde
kendilerine iktidar olma ömrü biçerler. Devletlerin sık sık anayasa
değiştirmesi bunun da işaretidir. Dünyada anayasası olmayan tek devlet
İngiltere uzun ömrünü herhalde buna borçludur. Dünya siyasetine yön vermeye ve
rejim ihraç etmeye başladığından beri ihtiyacı olan kanunları uygulamaya
geçirirken bir yandan anayasa buyruğuna bağımlı olmama avantajına, diğer yandan
devlet televizyonları aracılığıyla bile her türlü özel ve kamu kuruluşlarına,
her türlü özel ve tüzel kişilere en sert eleştiriyi yapma hakkına sahipler.
Bizde Osmanlıdan başlayarak anayasal düzene geçişi,
yazılarımı okuyanlar bilirler hep değinmişimdir, iç dinamiklerimiz zorlamış
değildir. Cumhuriyetimizin kuruşlunda yapılan anayasa hariç diğerleri
ortadoğuya biçim vermeye çalışan büyük devletlerin yön göstericiliğiyle
yapılmıştır.
İlk anayasamız olan “1876 Kanun-i esasisi” toplumsal
ihtiyaçtan değil, güçsüz düşen bir imparatorluğun içişlerine karışan o günkü
büyük devletlerin zorlamasının eseridir. Padişah fermanıyla mutlakiyetten, yani
padişah buyruğundan kanun devletine böylelikle geçilmiştir.
Tarihi kaynaklar bunu şöyle belirtiyor:
“O dönemde padişah II.Abdülhamid han sadrazamlığa getirdiği
Mithat Paşa’nın hazırladığı ‘Kanun-ı Cedid’ adlı anayasa taslağı yerine,Fransız
Anayasasını çevirtip nazırlarına inceleterek ikinci bir taslak
hazırlattı.Anayasayı hazırlamakla görevli 28 kişilik Cemiyet-i Mahsusa’nın
düzenlediği son taslak Heyet-i Vükela’da(Bakanlar Kurulu)kesin biçimini
aldıktan sonra padişahın bir hatt-ı hümayunuyla kabul ve ilan edildi.”
Çıkarılan anayasa, Osmanlı Devletinin padişahçı ve dinsel
özelliğine dokunmamıştır. Yalnız anayasayla iki kanatlı bir meclis kurulmuş
(Meclis-i Umumi); padişahın seçtip atadığı Heyet-i Ayan üyeleri ve halkın
seçtiği Heyet-i Mebusan üyeleri meclisin iki kanadında yer almışlardı. Bu
Anayasa ile yeterli olmasa bile ilk kez halkın temsilcilerininde olduğu bir
parlamento kurulmuştur. İlk anayasada padişahın yetkilerinin fazlalığı Heyet-i
Mebusanın yasama sürecine katılma ve hükümetleri denetlemesine izin vermiyordu.
Bu izni II. Meşrutiyet verecekti. O sürecide tarihi
kaynaklardan aktaralım.
“II. Meşrutiyet’in ilanından sonra toplanan Meclis-i Umumi 8
Ağustos 1909 tarihli yasayla Kanun-i Esasi’de çok önemli değişiklikler
yapmıştır. Bu nedenle Kanun-i Esasi’nin yeni biçimi bazı yazarlarca “1909
Anayasası” olarak da adlandırılmaktadır. 1909 değişiklikleri, 1876
Anayasası’nın ilk biçiminden farklı olarak, padişahın tek taraflı iradesiyle
değil, parlamentonun girişimi ve katılımıyla gerçekleştirilmiştir. Artık Bu
düzenlemelerle Osmanlı İmparatorluğu’nda gerçek anlamda anayasal monarşinin
benimsendiği söylenebilir.”
Yetkiler konusuda şöyle açıklanmış:
“Söz konusu değişikliklerle padişahın yetkileri önemli
ölçüde sınırlanmıştır. Sadrazamı ve onun seçtiği Heyet-i Vükela üyelerinin
Padişah tarafından atanmasına rağmen, Heyet-i Vükela bireysel ve toplu olarak
Meclis-i Mebusan’a karşı sorumlu tutulmuş; bir konuyu görüşmek için Padişah’tan
izin alma zorunluluğu kaldırılmıştır. Parlamento’nun Padişah’ın daveti
olmaksızın kendiliğinden toplanması ve Padişah’ın iznine gerek olmadan yasa
önerebilmesi mümkün hale getirilmiştir. Padişah’ın ‘mutlak veto’ yetkisi
‘geciktirici veto’ya dönüştürülmüştür.”
DEVAM EDECEK
Yayın Tarihi: 19.06.2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder