Batılı gelişmiş ülkeler herkesin gözünde farklıdır. Kimi,
batılı ülkeleri sanatların beşiği sayar, kimi teknolojinin, kimi
özgürlüklerin.. hepside doğrudur, yada doğru olabilir. Olabilir diyorum, çünkü
özgürlük görece ve çağdan çağa değişen bir kavram. Sanat ve teknoloji gene daha
somut bir şey olduğu için o konuda tartışma yok! Saçma der beğenir veya
beğenmezsiniz olur biter. Özgürlük öyle bir şey değil. Özgürlük nefes
alabilmenin ilk şartıdır dersek yanlış olmaz. Dini bütün Araplar bile
ülkelerinden kaçarlarken gelişmiş batı ülkelerini tercih ediyorlarsa sırf bu
nedenledir. Kaçış sürecinde yaşananlar ve sonrası bu yazımızın konusu değil. Bu
yazı güncel politikanın dışında bir amaç taşıyor.
İsviçre bu gelişmiş batı ülkeleri içinde iki dünya savaşında
tarafsız kalabilmiş bir ülkedir. Tarafsız kalabilmesi dünyanın para merkezi,
bankası oluşuna bağlıdır. Hikâyesi uzun şimdi oralara girmeyelim.
İsviçre’yi neleriyle tanırsınız desem ne dersiniz?
Dağlarıyla, gölleriyle mi, belli başlı marka saatleriyle mi, bankacılıklarıyla
mı, peynir ve çikolatalarıyla mı? Yoksa bir zamanlar (tek kanallı televizyon
döneminde) karşısında mıhlandığımız Heidi çizgi filmiyle mi? Eminimim herkes
hepsiyle diyecektir. Hele Heidi adını duyanlar derin bir iç çekmişlerdir bir
kere. Küçük kız çocuğu olan Heidi’nin gülen yüzünü, umutlu, yardımsever,
çalışkan biri olduğunu herkes hatırlamıştır. Kırlarda çıplak ayaklarla koşuşu,
bulutlar üstünde uçuşu hala hafızalarımızda tazeliğini koruyor. Peki çizgi
karakterin çizeri Johanna Spyri’nin Heidi’yi neden çıplak ayakla çizdiğini
biliyor musunuz? Sanılanın aksine kırlardaki özgür hayata vurgu için değil. Tamamen
çocuk istismarını belirtmek için Heidi’yi çıplak ayaklı çizmiş. Kimin aklına
gelirdi? O çizgi filmi kaç kişi bu gözle izledi? Şimdi sıkı durun Avrupa’nın
göbeğinde hemde 1960’lara kadar fiilen, 1974 yılına kadarda yasal olarak
çocuklar istismar ediliyormuş. Hem de her türlüsünden bir istismar...
Yazar Sevim Akyürek bu konuya değindiği 2015 şubatında
yayınlanan “İsviçre’nin karanlık yüzü:
Heidi’nin ayakları neden çıplaktı?” adlı yazısında Almanca verdingkinder,
Türkçesi “Sözleşmeli Çocuk”a çevrilebilen kelimeyle karanlık ve acı bir
hikayeyi anlatıyor. Heidi’den söz ederken şöyle diyor.
“Alp’ler, peynir ve
çikolatadan sonra İsviçre’nin simgelerinden biri sayılan Heidi’yi hatırlayın.
Kırmızı yanaklı, basit elbiseli, hiç yorulmadan herkesin yardımına koşan bu kız
çocuğu, hep çıplak ayaklarıyla geçer öykülerin içinden. Onun büyükbabası olarak
izlediğimiz yaşlı çiftçiyle arkadaşı Peter’in ayakkabıları varken Heidi, keskin
taşların üzerinde ve soğuk havalarda bile hep çıplak ayak koşar keçilerin
peşinden.”
Burada neden diye sormanın zamanıdır. Bizde soralım ve sözü
yazarımıza bırakalım.
“Yaratıcısı Johanna
Spyri, 53 yaşında yazdığı Heidi aracılığıyla, çıplak ayaklı çocuklar gerçeğinin
üzerindeki toplumsal sır örtüsünün bir ucunu kaldırmıştır. Küçük kahramanı
aracılığıyla, doğaya, insanlara, hayata Alpler’in öksüz kızının gözüyle
bakarken, bütün Verdingkinder’lerin çocuk dünyalarına ve duygularına dikkat
çekmeye çalışmıştır. Heidi, İsviçre’nin toplumsal tarihinde hatırlanmak
istenmeyen bir gerçeğin simgesidir ve onun çıplak ayakları bugün çocuklara
karşı işlenmiş bir suçun yarattığı utancın üzerinde koşuyor. Heidi çıplak
ayaklıydı; çünkü çıplak ayaklar, erkek ya da kız bütün “köle çocukları” diğer
çocuklardan ayıran keskin uçurumun simgesiydi.”
Bu kadarla kalsa iyi. Devamında bir insanlık dramıyla
karşılaşıyoruz. Sonunda “Meğer Heidi kimin hikâyesiymiş” diyeceksiniz. Sanayi
devriminin başına kadar gidiyor bu hikâye.
Heidi’nin ülkesi İsviçre fabrikalarında 14 yaşından küçük
işçi çalıştırılmak1789 yılında yasaklanırken çocuk sömürüsü için yeni bir kapı
açıldı. O kapı 18. yüzyılın sonundan 1960’lı yılların başına kadar açık kaldı.
DEVAM EDECEK
Yayın Tarihi: 13.04.2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder