30 Nisan 2016 Cumartesi

ÇIPLAK AYAKLI ÇOCUKLAR, HEİDİ VE GELİŞMİŞ BATI 2

“Bu kadarla kalsa iyi. Devamında bir insanlık dramıyla karşılaşıyoruz. Sonunda ‘Meğer Heidi kimin hikâyesiymiş?’ diyeceksiniz. Sanayi devriminin başına kadar gidiyor bu hikâye” demiş ve devam etmiştik.

“Heidi’nin ülkesi İsviçre fabrikalarında 14 yaşından küçük işçi çalıştırılmak1789 yılında yasaklanırken çocuk sömürüsü için yeni bir kapı açıldı. O kapı 18. yüzyılın sonundan 1960’lı yılların başına kadar açık kaldı.”

Bu küçük hatırlatmadan sonra bugünkü yazımıza dönelim.

Neydi o kapı bakmak ve görmek gerek. Çünkü bu kapı çocuk emeğinin en vahşice sömürülmesinin örneğine neredeyse rastlanmayacak bir biçimde uygulama imkân ve alanını doğurdu. Şu nitelikteki çocuklar devlet ve kilise tarafından çalıştırılmak amacıyla başka ailelere verildiler.

1: Devlete borcu bulunan ailelerin çocukları.
2: Boşanan çiftlerin çocukları.
3: Fakir ailelerin çocukları.
4: Yetim çocuklar.
5: Ailesi cezaevinde olan çocuklar.
6: Suç işleyen çocuklar.

Fiili olarak 1960’larda biten bu uygulama 1974 yılında çıkarılan bir yasayla resmen kaldırıldı. Şimdi şu vahşete bakar mısınız? Aile şöyle yada böyle bir sebeple sarsıntı geçirsin ve sonuçta çocuk bunun ceremesini çeksin. Neden? Kim sorarsa ortada kalmasın diye. Olacak şey değil!
Sevim Akyürek’e kulak verelim.

“...papazların önderliğinde ailelerden toplanan çocuklar çiftliklere kiralık olarak verilir veya şehirlerde kurulan çocuk pazarlarında, dört yaşındaki çocuklar bile, ev ve çiftlik işlerinde çalıştırılmak için satışa çıkarılırdı. Bu andan itibaren, çocukları arayan, sorunlarını dinleyen tecavüze uğradıklarında ya da işkence gördüklerinde sahip çıkan olmazdı. Çünkü toplumun gözünde onlar, suç işleyen, boşanan, fakir düşmüş ailelerinden “kurtarılmış” çocuklardı!
Böylece, ahırlarda hayvanlarla birlikte yaşayan, çoğu kez bir çuvaldan ibaret elbiseleri içinde hemen her zaman aç olan bu çocuklar, toplumsal hayatın olağan, sıradan bir parçası olarak kabul gördü. Bunun bir tür kölelik sistemi olduğu idrak edildikten sonra bile, uzun zamanlar boyunca İsviçre’nin konuşmaktan dahi kaçındığı bir tabu halinde üstü örtüldü.”

Konumuzla hiç ilgisi yok ama belirtmeden geçemeyeceğim; 17 ağustos depreminden sonra Fransa, Hollanda ve İtalya ortaklığında kurulmuş Siloe vakfının bir kuruluşu olan Caritas firması yardım amacıyla gelmiş, dernek kırında bir prefabrikte ana-baba ve ilköğrenimini burada gören bir çocukla depremzedelerle kaynaşmıştı. Sonradan misyonerlik faaliyetlerden dolayı yurt dışına atılan bu aile derneğimizle de ilişki kurmuştu. Derneğimize gide gele sadece dernek üyelerini değil, çevredekileride tanımışlardı. Dernek faaliyetlerimizin yürütüldüğü yere komşu iki ayrı iş yeri sahibinin birer engelli oğlu vardı. Bir tanesi hem zihinsel, hem görme engelliydi. Bu çocuğu eğitmek vaadiyle Fransa’ya götürmek için anne babasından istediler. Annesi şaşkın bir halde bize geldi, ne yapması gerektiği konusunda bizlere danıştı. Doğrusu bir anlam verememiştik. O çocuktan ne istediklerini tam anlamıyla çözememiştik. Ailesine bir bahaneyle öldüğünü söyleyip organlarını mı kullanacaklardı, yoksa Fransa devletinden o çocuğun bakım ve eğitim gideri için bir miktar para mı talep edeceklerdi?

Heidi İsviçreli, bunlar Fransızdı. Hiç ilgileri yok gibi duruyor. İlk bakışta Dr. Oktar Babuna’nın kan kanseri olan oğlu Cem Babuna için ülke insanından topladığı kanları laboratuar sonuçlarını öğrenmek amacıyla Amerika’ya göndermesininde kötü amacı yok gibi görünüyordu. Oysa Amerikan veri bankasına Türk genetik yapısının bilgileri her türlü kullanıma açık olmak üzere yüklenmiş oldu. O Fransız ailenin zihinsel ve görme engelli çocuğa iyi bir amaç taşıdığına gelinde güvenin. Çocuğun anneside güvenemedi ve onlara oğlunu vermedi.

Batının sabıkası çoktur. Sonradan kendileride itiraf ederler. Ama yapacaklarından geri durmazlar.


DEVAM EDECEK


Yayın Tarihi: 13.04.2016

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder