30 Nisan 2016 Cumartesi

ÇIPLAK AYAKLI ÇOCUKLAR, HEİDİ VE GELİŞMİŞ BATI 5

Dünyanın daha çok özgürleşmeye doğru gittiğini söylemek isterdim. Bunun için canla başla çalışan bir kesim var. Ama buna direnen kesim daha kalabalık. Bu yazı dizimizde dünya olarak ne evrelerden geçtiğimizi gördük. İnsanlık tarihi acılarla doludur. Bu acılara egemen kesimler sebep olmuştur. Yerelden başlayarak uluslar arası ilişkilere kadar uzayan bir silsile izleyen bu egemenlik yarışı sağladığı gelişmeden daha fazla insan öğütmüştür. Uygarlıkta gelinen düzeyde teknoloji kullanımı önemli gösterge kabul ediliyor. Oysa insanlığın mutluluğu için sadece gelişmiş teknolojilerin kullanılması yetmez. İnsanlık onuru ve insanın mutluluğu her türlü teknolojinin üstünde olmalıdır. Gelişmiş batılı ülkeler bunun için mücadele eder görünürler ama baş dertleri ürettiklerini satabilmektir. Geçen bölümlerde de  “Batı yaptıklarını hep itiraf eder. Yapacaklarından da geri durmaz.” demiş ve devam etmiştim. “Günah çıkarma metodu onların bütün davranışlarına hakim olmuştur. Sanatlarına yansıması bu yüzdendir. Yalnız bu davranışın eleştiri mekanizmasını oluşturması bakımından iyi bir tarafıda vardır. Sanatta bir eleştiri mekanizmasıdır zaten. 

Yazımızın son bölümüyle Sevim Akyürek’in satırlarına devam edelim.

Film, o zamana kadar kendi gerçeklerinin kabuğunda yaşayan pek çok insanın konuşmasını sağladı.
Örneğin; Lyss’ de oturan Hugo Zingg (76) filmin gösterimin ikinci günüde ‚ “Ben de O Cehennemi Yaşadım” diyerek bir gazeteye yaşadıklarını anlattı. Tam 70 yıl sonra bu yazı sayesinde, ikisi de yıllarca köle olarak ayrı çiftlikler de birbirlerinden hiç haber almadan çalıştırılmış iki kardeş birbirlerini bulabildi. İsviçre Çiftçiler Birliği, o günkü çocuklardan özür diledi. Thurgau yönetimi, zamanında bölgede çalıştırılmış tüm çocuklar için resmi olarak özür diledi. Şimdiye kadar bu ticarete aracılık yapan rahipler adına sadece Luzern Katolik Kilisesi özür dilemiş durumda.

Sevim Akyürek yazısını şu dört kelimeyle özetliyor. “Dövüldüler, aşağılandılar, tecavüze uğradılar.” Devamında Avrupa’nın göbeğinde parçalanmış ailelerin çocuklarının dramlarını görüyoruz.

Dora Stettler, iki kardeşi ile birlikte Emmantel’e bir çiftliğe kiralık olarak verilir. Tarih 1934. Artık burası sizin eviniz diyerek çocukları bırakırlar. Yeni bulduğu arkadaşı Karl ile yaşamına sorunsuz ve engelsiz devam etmek istemektedir. Yedi yaşında ki Dora, annesinin bavula koymuş olduğu elbiseleri tam dört yıl giyer. Kendisine iki numara büyük gelen ayakkabısını bir numara dar gelene kadar da kullanmak zorunda kalmıştır. Babasının getirdiği kıyafetleri ise çiftlik sahibinin çocukları giyer. Babaları onları geri almak için tam dört yıl boyunca mücadele eder, sahip çıkar ve sonunda mücadelesini kazanır. Annesinden hep nefret eder. Yıllar sonra bu kitabı yazar.
Charles Probst 79 yaşında. Annesinin “çıplak ayaklı çocuk” olarak yanında çalıştığı çiftçi tarafından tecavüze uğraması sonucu doğmuş. Başka bir bakıcı aileye verilmiş. Annesinin kaderi onun da geleceği olmuş. Yıllarca saat dörtte kalkarak ot biçmiş, ahırda yaşamış, yıllarca dişlerini fırçalayamamış, iç çamaşırı olmamış, hasta olduğunda doktora götürülmemiş. Cinsel istismara uğramış. Sabahları verilen kuru ekmeği soğuk suya batırarak yemek zorunda kalmış. Uzun yıllar sakladığı bu gerçeği artık tüm İsviçre çapında yapılan toplantılarla anılarını anlatarak, soruları cevaplandırarak bu karanlık dönemin aydınlatılmasına katkıda bulunuyor.
Walter Zwahlen yaptığı açıklamalarda verdingkinder konusunda en çok kitabın İsviçre’de basılmış olduğunu açıkladı. Yalnız İsviçre’de değil, Almanya ve Ukrayna’ya kadar olan bölgelerde de çocuk köleliği resmi olarak uygulanmış. İsviçreli Fotografçı Paul Senn, “Bauern und Mitarbeitern” adlı kitabını bu konuda yıllarca İsviçre’yi dolaşarak çektiği fotoğraflardan oluşturmuş.
Sergiyi izleyenlerin ziyaretçi defterine yazdıklarından bazılarını birlikte okuyalım:
“Ben de bir Verdingkinder idim. Ama çok geç kaldınız.”
“Bakıcı babamın yıllar sonra gazetede ölüm ilanını görünce gazeteyi parçaladım.”
“Bunlar bizim özgür ve zengin ülkemizde mi olmuş? Çok üzgünüm.”
“67 yaşındaki eşimin neden çocukluk ve gençlik yıllarından hiç söz etmek istemediğini şimdi anlıyorum.”

Bu yazı dizisini, hele Sevim Akyürek’in bu satırlarını okuduktan sonra Heidi çizgi filmini izleseniz eskisi gibi izleyebilir misiniz? Yüzüklerin Efendisi, Avatar vs.vs. filmlerininde ana amacı masalsı bir dünya sunmak değildir. Tıpkı Heidi çizgi filminin amacının o olmadığı gibi. 


SON



Yayın Tarihi: 22.04.2016

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder