Yazarı belirtilmemiş bir hikâyemizin Bugün son bölümü.
Sonunda bir çift sözüm olacağını dünde belirtmiştim.
*
Hanife teyze mutfak yoluna
yönelir yönelmez, ben doğru içeri.. Masanın üstünde bir bardak su, ıslak
ekmeklerin konduğu yarısı yenmiş tabak ve annemin bir gün önce verdiği dolmadan
4 tane.. Soracaktım, sormalıydım. İçim içimi kemiriyordu..
Hanife teyze beni kapıda
göremeyince içeriye yanıma geldi.. Sanki “Sor” der gibi yüzüme bakıyordu ve
sordum.
“Bu ıslak ekmekleri sen mi
yiyorsun? Hani kuşlara verecektin?”
Buğulu mavi gözlerinden yaşlar
süzülmeye başladı. Üzmüş müydüm anlayamadım daha 15 yaşındaydım.. ama
ağlatmıştım..
“Evet ben yiyorum canım kızım..
Benim bir oğlum birde kızım var. Burada değiller. Başka il’deler. İkisi de
çalışıyor.. Araba alacaklarmış.. Bana kredi çektirdiler. Aldığım para ancak
kiraya elektrik ve suya gidiyor. Üç beş kuruş ya kalıyor ya kalmıyor elimde.
Ben de ekmek isteyemedim. Kol kırılır yen içinde kalır. Böyle biliriz. Üç yıl
böyle idare edeceğim. Kimseye söyleme e mi” dedi..
Bu sefer benim gözlerim yaşardı
..
Tabağı aldım, kapıdan çıkarken
arkamdan
“Kimseye söyleme güzel kız” diye
bağırıyordu.
Eve geldiğimde bağıra bağıra
ağlıyordum. Annem şaşırmış,
“Ne oldu kızım biri bir şey mi
söyledi?” dedi. Olanı anneme anlattım, o da çok üzüldü.
“Böyle vicdansız evlat olmayacağım anneciğim” dedim.
“Böyle vicdansız evlat olmayacağım anneciğim” dedim.
Üç yıl boyunca tüm mahalle
Hanife teyzeye kimimiz sabah kahvaltılıkları götürüyor, kimimiz öğlen
yemekleri, kimimizse akşam yemekleri..
İki ay önce kaybettik..
Hastayken okul çıkışı yanına uğramıştım.
Bana; “İyi kalpli meleğim sen mi
geldin? Şükür borç bitti” dedi.
“Artık rahat edersin Hanife
teyzem” dedim.
“Evet senin sayende sıkıntısız
ekmek düşünmeden üç yıl geçti. Rabbim seni korusun” dedi. İki gün sonra vefat
etmiş. Çok üzüldüm. Ama şunu anladım ki onurlu insan dilenemez. Bizim
halkımızda onurludur, isterken de halini ortaya koyarak isteyemeyiz. Bir
bahaneye bağlar, onurunu düşürmeden.
*
Hikâyemiz burada bitiyor. Eskiden Gırgır dergisinde “Hain
Evlat Ökkeş” adlı bir karikatür dizisi vardı. Orda işsiz, tembel bir evlat olan
Ökkeş, annesine ne eziyetler ediyordu, o dergiyi o zamanlar okuyanlar bilir. O
karikatür ve hikâyemizdeki konuya benzer gerçek kişilere kimileri rastlamıştır.
Ben rastladım. Karikatür karakteri Ökkeş gibi zalim evlat değildi belki ama o
da hikâyemizdeki evlat gibiydi. Üstelik işadamı olmuş, bir dönem hatırı sayılır
gelir düzeyine erişmişti. Bir gün 1950-1960’lar Adapazarı’nın basit, kâgir, üç
odalı evi olan annesinin evinin banka yoluyla satıldığını duydum. Çok
şaşırmıştım. Meğer bir borcuna karşılık o evi ipotek etmiş, kaba deyişle rehin
göstermiş. Ev satıldı. Anneye ne mi oldu? Gitmedi onlara. O mu annesini yanına
almadı, annemi gitmedi bilmiyorum; deprem sırasında yapılan ve uzun süre
kaldırılmayan prefabriklerde kısa süre kaldı. Bir yıl dolmadan da vefat etti.
Nerden nereye?
Konumuz “onur”du oysa. Yazımız sonunda hayırsız evlada
dayandı.
SON
Yayın Tarihi: 6.04.2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder