Geçen iki bölümde Heidi’nin vatanı İsviçre’de fiili olarak
1960 yılında, yasal olarakta 1974 yılında kaldırılan her türlü çocuk
istismarını Yazar Sevim Akyürek’in “İsviçre’nin
karanlık yüzü: Heidi’nin ayakları neden çıplaktı?” adlı yazısında yaptığım
alıntılarla görmüştük. Bu gün İsviçre toplumunun bu olayla nasıl yüzleştiğine
bakalım mı? Gene Sevim Akyürek’in yazdıklarına dönelim.
...
“Birkaç yıldır
İsviçre toplumu bu gerçekle yüzleşmeye çağrılıyor. Çünkü köle çocuklardan bugün
hayatta olanlar bu tarihsel utanca tanıklık ederek o dönemin hiç olmazsa
vicdanlarda yargılanması yönünde güçlü bir kamuoyu baskısı oluşturdular.
Özellikle 1998
yılından itibaren Olten’da yaşayan birkaç tarihçi bir zamanlar tabu olarak
adlandırılan bu gerçeğin konuşulmasını sağlamak üzere, yaşayan bütün
Verdingkinder’lere ya da yakınlarına ulaşmak için çalışmalara başladı. Bu işe
gönül verenlerden biri Tarihçi Marco Leuenberger. On yaşındayken babası
kendisinin bir verdingkinder olduğunu açıklamış ve yaşadıklarını anlatmış.
Bugün oğlu canla başla bu karanlık tarihin ortaya çıkarılması için emek
harcıyor. Özellikle 2009 yılındaki Verdingkinder Reden adı verilen sergiyle ilk
defa bilimsel çalışmalara, konferanslara, canlı tanıklıklardan oluşan açık
oturumlara konu edilerek, sonra operaya ve ilk defa bir filme de uyarlanarak
konu gündemde tutuluyor.
Konunun toplumda ilgi
görmesi, ses getirmesi üzerine sergi 2016 yılına kadar uzatıldı. Bu etkinlikler
sonucunda 11 Nisan 2013’
de devlet resmi olarak özür diledi. Verdingkinderler bir zamanlar
çocukluklarının çalındığı bu yerde konuşarak tüm çiftliklerden hesap
sorarcasına yaşadıklarını anlatıyorlar, İsviçre’ye ve dünyaya. Basel Üniversitesinden
Veli Mäder açılışta şimdiye kadar yapılanların ses getirdiğini açıkladı.
Toplumun konuya duyarlılığını arttırdığını, çok sayıda okulu ziyaret ettiğini
ve şimdi bir adım öteye geçerek 30 Mart 2014 yılında parlamentonun önünde
yapılan protesto gösterisinde verdingkinder ve yakınlarının maddi tazminat
istemelerinin sevindirici olduğunu açıkladı.”
...
Yer yer araya girerek söylediğim
veya söyleyeceğim sözlerde, şimdi söyleyeceklerim arasında bir çelişki olduğu
fikrine sahip olmamanız için baştan belirtme gereği duyuyorum: Batı suçunu
itiraf ederken kendini eleştirmiş olduğu gibi, günahta çıkartmış olur. Ama
yapacaklarından da geri durmaz. Bunu baştan koyalım. Ama kamuoyunun baskı
unsuru oluşturmasına da ses çıkarmaz veya çıkaramaz. Bu olayda da kamuoyu
oluşturmakta gösterdikleri çabayı görüyoruz. Belki de güçlü olmalarını
sağlayan, hatalarını görme ve azaltmaya yönelten bu tutumlarıdır. Onların bu
tutumları yöneticileri hesap verir konumunda tutar. Verilemeyen hesapta da
yönetici yerinde kalamaz. Ya görevden alınır yada kendisi görevinden çekilir.
Hem toplumsal kokuşma önlenmiş olur, hem toplumsal yenilenme gerçekleşir.
Nihayetinde sermayenin yararına olsa bile demokrasiyi salt sermayenin rahat
hareket etmesini sağlayan araç
olmaktan çıkaranda budur. Yazar
Sevim Akyürek’in yazdıklarını okumaya devam edelim.
...
“Peki, bu dönemde hiç tepki gösteren yok muydu? Vardı
kuşkusuz. Örneğin, bir Rus doktorun, bir çiftlikte yoğun tecavüzler sonucu ölen
bir erkek çocuğu hakkında ilk defa bir resmi rapor yazması o dönem için sık
rastlanılan bir durum değildi. Ama bu tutumundan dolayı dışlandı ve yazdıkları
dikkate alınmadı. Aynı zamanda kadın örgütleri, partiler ve sendikalardan da
tepkiler gelmişti. Örneğin kendisi de bir ‘verdingbub’ olan yazar Carl Loosli
‘Susmuyorum’ şiarı ile yazdığı kitaplarıyla mücadelede yerini almıştı. Carl
Loosli, İsviçre’nin bir ‘Verdingbub’ yazarı, sosyal eleştirmeni, filozofu,
gazetecisi. Yaşadığı dönemde yazdıkları dikkate alınmayan, dışlanan bir yazar.
Carl Loosli, “annemi hayatımda yalnızca beş kez görebildim, babamı ise hiç
görmedim” diyerek başlar hayatını anlatmaya. 1877 yılında Bern şehrinde gayri
meşru bir çocuk olarak doğdu. Sekiz yıl bir çiftlikte yaşadı. 11 yaşından
sonraki yaşamı yetimhanelerde, cezaevlerinde ve tımarhanelerde geçti. Ülke ve
toplum sorunları üzerine düşünen, mücadele eden bir yazardı. Yaşadığı dönemde
konuşulması tabu olan “Verdingkindern” gerçeğini yazdı, İsviçre’nin faşizme ve
mültecilere olan tavrını, sanat anlayışını eleştirdi, Yahudiler, kadın ve çocuk
hakları gibi sorunlar için mücadele etti. Bu yüzden düşmanı da çok oldu.
Bu dünyada yaşayan her canlının,
buna bağlı olarak her insanın mutlu hayat düşü ve buna hakkı vardır. Çalınan hayatların
hakkını kim verebilir ki? Yazık olan ömürleredir. Bir kere annesine
sarılamamış, sevgilisini saramamış insana bunun hesabını kimse veremez.
DEVAM EDECEK
Yayın Tarihi: 18.04.2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder