30 Nisan 2016 Cumartesi

ÇIPLAK AYAKLI ÇOCUKLAR, HEİDİ VE GELİŞMİŞ BATI 3

Geçen iki bölümde Heidi’nin vatanı İsviçre’de fiili olarak 1960 yılında, yasal olarakta 1974 yılında kaldırılan her türlü çocuk istismarını Yazar Sevim Akyürek’in “İsviçre’nin karanlık yüzü: Heidi’nin ayakları neden çıplaktı?” adlı yazısında yaptığım alıntılarla görmüştük. Bu gün İsviçre toplumunun bu olayla nasıl yüzleştiğine bakalım mı? Gene Sevim Akyürek’in yazdıklarına dönelim.
...
“Birkaç yıldır İsviçre toplumu bu gerçekle yüzleşmeye çağrılıyor. Çünkü köle çocuklardan bugün hayatta olanlar bu tarihsel utanca tanıklık ederek o dönemin hiç olmazsa vicdanlarda yargılanması yönünde güçlü bir kamuoyu baskısı oluşturdular.
Özellikle 1998 yılından itibaren Olten’da yaşayan birkaç tarihçi bir zamanlar tabu olarak adlandırılan bu gerçeğin konuşulmasını sağlamak üzere, yaşayan bütün Verdingkinder’lere ya da yakınlarına ulaşmak için çalışmalara başladı. Bu işe gönül verenlerden biri Tarihçi Marco Leuenberger. On yaşındayken babası kendisinin bir verdingkinder olduğunu açıklamış ve yaşadıklarını anlatmış. Bugün oğlu canla başla bu karanlık tarihin ortaya çıkarılması için emek harcıyor. Özellikle 2009 yılındaki Verdingkinder Reden adı verilen sergiyle ilk defa bilimsel çalışmalara, konferanslara, canlı tanıklıklardan oluşan açık oturumlara konu edilerek, sonra operaya ve ilk defa bir filme de uyarlanarak konu gündemde tutuluyor.
Konunun toplumda ilgi görmesi, ses getirmesi üzerine sergi 2016 yılına kadar uzatıldı. Bu etkinlikler sonucunda 11 Nisan 2013’ de devlet resmi olarak özür diledi. Verdingkinderler bir zamanlar çocukluklarının çalındığı bu yerde konuşarak tüm çiftliklerden hesap sorarcasına yaşadıklarını anlatıyorlar, İsviçre’ye ve dünyaya. Basel Üniversitesinden Veli Mäder açılışta şimdiye kadar yapılanların ses getirdiğini açıkladı. Toplumun konuya duyarlılığını arttırdığını, çok sayıda okulu ziyaret ettiğini ve şimdi bir adım öteye geçerek 30 Mart 2014 yılında parlamentonun önünde yapılan protesto gösterisinde verdingkinder ve yakınlarının maddi tazminat istemelerinin sevindirici olduğunu açıkladı.”
...

Yer yer araya girerek söylediğim veya söyleyeceğim sözlerde, şimdi söyleyeceklerim arasında bir çelişki olduğu fikrine sahip olmamanız için baştan belirtme gereği duyuyorum: Batı suçunu itiraf ederken kendini eleştirmiş olduğu gibi, günahta çıkartmış olur. Ama yapacaklarından da geri durmaz. Bunu baştan koyalım. Ama kamuoyunun baskı unsuru oluşturmasına da ses çıkarmaz veya çıkaramaz. Bu olayda da kamuoyu oluşturmakta gösterdikleri çabayı görüyoruz. Belki de güçlü olmalarını sağlayan, hatalarını görme ve azaltmaya yönelten bu tutumlarıdır. Onların bu tutumları yöneticileri hesap verir konumunda tutar. Verilemeyen hesapta da yönetici yerinde kalamaz. Ya görevden alınır yada kendisi görevinden çekilir. Hem toplumsal kokuşma önlenmiş olur, hem toplumsal yenilenme gerçekleşir. Nihayetinde sermayenin yararına olsa bile demokrasiyi salt sermayenin rahat hareket etmesini sağlayan araç olmaktan çıkaranda budur. Yazar Sevim Akyürek’in yazdıklarını okumaya devam edelim.
...
“Peki, bu dönemde hiç tepki gösteren yok muydu? Vardı kuşkusuz. Örneğin, bir Rus doktorun, bir çiftlikte yoğun tecavüzler sonucu ölen bir erkek çocuğu hakkında ilk defa bir resmi rapor yazması o dönem için sık rastlanılan bir durum değildi. Ama bu tutumundan dolayı dışlandı ve yazdıkları dikkate alınmadı. Aynı zamanda kadın örgütleri, partiler ve sendikalardan da tepkiler gelmişti. Örneğin kendisi de bir ‘verdingbub’ olan yazar Carl Loosli ‘Susmuyorum’ şiarı ile yazdığı kitaplarıyla mücadelede yerini almıştı. Carl Loosli, İsviçre’nin bir ‘Verdingbub’ yazarı, sosyal eleştirmeni, filozofu, gazetecisi. Yaşadığı dönemde yazdıkları dikkate alınmayan, dışlanan bir yazar. Carl Loosli, “annemi hayatımda yalnızca beş kez görebildim, babamı ise hiç görmedim” diyerek başlar hayatını anlatmaya. 1877 yılında Bern şehrinde gayri meşru bir çocuk olarak doğdu. Sekiz yıl bir çiftlikte yaşadı. 11 yaşından sonraki yaşamı yetimhanelerde, cezaevlerinde ve tımarhanelerde geçti. Ülke ve toplum sorunları üzerine düşünen, mücadele eden bir yazardı. Yaşadığı dönemde konuşulması tabu olan “Verdingkindern” gerçeğini yazdı, İsviçre’nin faşizme ve mültecilere olan tavrını, sanat anlayışını eleştirdi, Yahudiler, kadın ve çocuk hakları gibi sorunlar için mücadele etti. Bu yüzden düşmanı da çok oldu.


Bu dünyada yaşayan her canlının, buna bağlı olarak her insanın mutlu hayat düşü ve buna hakkı vardır. Çalınan hayatların hakkını kim verebilir ki? Yazık olan ömürleredir. Bir kere annesine sarılamamış, sevgilisini saramamış insana bunun hesabını kimse veremez.


DEVAM EDECEK


Yayın Tarihi: 18.04.2016

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder