Ne acılar yaşadı bu insanlık. Tarihin içinde hor görüldü,
aşağılandı, eziyet çekti, işkence gördü. Kim tarafından? Gene türdeşi
tarafından tabii. Aralarında fiziki hiçbir farklılık olmamasına rağmen
yaratılan dil farkı, din farkı, statü farkı gibi yapay farklılıklarla bir taraf
diğer tarafı ezmiştir. Dünyanın daha çok özgürleşmeye doğru gittiğini söylemek
isterdim. Bunun için canla başla çalışan bir kesim var. Ama buna direnen kesim
daha kalabalık. Dünyada ve bölgemizdeki savaşlara, savaş sonrası kaderine
bırakılan toplumlara bakın. Daha büyük bir kargaşa ortamı doğduğu görülüyor.
Japonya’ya atılan atom bombasıyla 100 bin kişi ölmüştü. Irak ve Suriye’de
1991’den beri süren savaş ve kargaşadan 5 milyon insan öldü. Çocukların
durumuysa içler acısı.
Batı yaptıklarını hep itiraf eder. Yapacaklarından da geri
durmaz. Günah çıkarma metodu onların bütün davranışlarına hakim olmuştur.
Sanatlarına yansıması bu yüzdendir. Yalnız bu davranışın eleştiri mekanizmasını
oluşturması bakımından iyi bir tarafıda vardır. Sanatta bir eleştiri
mekanizmasıdır zaten. Sevim Akyürek’in satırlarına devam edelim.
*
“Onun ‘evlilik dışı çocuk’ olmasından dolayı devlet ve
kilise tarafından kendisine layık görülen yaşamı, İsviçre’nin ‘karanlık bir
dönemine’ tanıklık eder. Çocuğun eğitim yerinin cezaevi olmadığını söylemiş ama
tüm bunlar yaşadığı dönem için aykırı düşünceler olarak nitelendirilip
dışlanmıştır. Her şeye rağmen, İsviçre Yazarlar Derneği ve İsviçre Ressamlar,
Heykeltıraşlar Derneği ve Mimarlık Derneği gibi kuruluşların ortaya çıkmasına
önderlik etmiştir.
Ressam Albert Anker’in İsviçre halk hayatını resmettiği
tabloların birçoğunda çıplak ayaklı çocukları görürüz. Bu köle çocuklar okulda,
sokakta, evlerde çıplak ayakları, düşük omuzları, soluk benizleri ile o kadar
ortadalar ama bir o kadar da görünmez olmuşlar. Biz bu tablolarda onları,
özellikle okul konulu resimlerinde, diğer çocuklarla birlikte ama onlardan
hemen ayırt edilebilen özellikleriyle görürüz. Kendilerine ancak iki senede bir
verilen ayakkabıları ya iyice küçük gelmeye başlamıştır, ya da çoktan eskiyip
atılmıştır. Büyüme çağındaki bir çocuğun ayakları için iki sene kısa bir
zamandır!”
Hangi çocuk böyle bir çileli
hayatı hak eder? Hangi çocuk kendine büyük veya küçük gelen eşyaları kullanmak
zorundadır? Hiç biri değil mi? Onlar insanlığın yarınıdırlar. Bütün çabamız
geleceği bırakacağımız bu çocukları iyi yetiştirmek, iyi beslemek, iyi eğitmek
içindir. Onların saf, tertemiz, günahsız oluşları bütün iyi şeyleri hak
etmelerine yeterde artar bile. “Bu dünya sabilerin yüzü suyu hürmetine dönüyor”
dememiz buna vurgudur. Sabi yani günahsız, çocuk.. sanatın çocuklarla
ilgilenmesi, hele böyle ezilenlerin yanında durması, kaçınılmaz olgudur. Çünkü
sanatında altında saflık, masumiyet, temiz duygu vardır. İlgilenmese olmaz
zaten. İlgilenmezse o toplum duyarlılığını yitirmiştir. Dönelim Sevim
Akyürek’in satırlarına..
*
Verdingkinder’lerin
insanlık dışı yaşam koşulları ilk defa bir filme de konu edildi. Bu gerçeği
yaşamış on bine yakın insanla yapılan röportajlardan doğan senaryo, Markus
Imboden tarafından çekildi ve 2011 tarihinden itibaren gösterime girdi.
103 dakika süren
film, puslu karanlık bir havada tepede, köyden uzakta yeşillikler içindeki bir
çiftliğe taşınan bir tabut görüntüsüyle başlıyor. Dayağın, soğuğun, küçük
bedenlerin taşıyamayacağı işlerin, bitmeyen çalışmaların yaşandığı çiftlikten
çıkmaktadır. İçinde, on yaşında bir kız çocuğu vardır. Ev işlerinin yorucu
çalışmalarının ardından geceleri evin oğlu tarafından tecavüze uğramıştır. Köle
kız hamile kalmıştır ve sahibesi, çocuğu düşürtmeye kalkmıştır. Kanaması olur,
doktora götürülmez. Bir rahip, sorgusuz sualsiz, tabutu alır gider.
DEVAM EDECEK
Yayın Tarihi: 20.04.2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder