30 Nisan 2016 Cumartesi

ÇIPLAK AYAKLI ÇOCUKLAR, HEİDİ VE GELİŞMİŞ BATI 4

Ne acılar yaşadı bu insanlık. Tarihin içinde hor görüldü, aşağılandı, eziyet çekti, işkence gördü. Kim tarafından? Gene türdeşi tarafından tabii. Aralarında fiziki hiçbir farklılık olmamasına rağmen yaratılan dil farkı, din farkı, statü farkı gibi yapay farklılıklarla bir taraf diğer tarafı ezmiştir. Dünyanın daha çok özgürleşmeye doğru gittiğini söylemek isterdim. Bunun için canla başla çalışan bir kesim var. Ama buna direnen kesim daha kalabalık. Dünyada ve bölgemizdeki savaşlara, savaş sonrası kaderine bırakılan toplumlara bakın. Daha büyük bir kargaşa ortamı doğduğu görülüyor. Japonya’ya atılan atom bombasıyla 100 bin kişi ölmüştü. Irak ve Suriye’de 1991’den beri süren savaş ve kargaşadan 5 milyon insan öldü. Çocukların durumuysa içler acısı.

Batı yaptıklarını hep itiraf eder. Yapacaklarından da geri durmaz. Günah çıkarma metodu onların bütün davranışlarına hakim olmuştur. Sanatlarına yansıması bu yüzdendir. Yalnız bu davranışın eleştiri mekanizmasını oluşturması bakımından iyi bir tarafıda vardır. Sanatta bir eleştiri mekanizmasıdır zaten. Sevim Akyürek’in satırlarına devam edelim.

*

“Onun ‘evlilik dışı çocuk’ olmasından dolayı devlet ve kilise tarafından kendisine layık görülen yaşamı, İsviçre’nin ‘karanlık bir dönemine’ tanıklık eder. Çocuğun eğitim yerinin cezaevi olmadığını söylemiş ama tüm bunlar yaşadığı dönem için aykırı düşünceler olarak nitelendirilip dışlanmıştır. Her şeye rağmen, İsviçre Yazarlar Derneği ve İsviçre Ressamlar, Heykeltıraşlar Derneği ve Mimarlık Derneği gibi kuruluşların ortaya çıkmasına önderlik etmiştir.
Ressam Albert Anker’in İsviçre halk hayatını resmettiği tabloların birçoğunda çıplak ayaklı çocukları görürüz. Bu köle çocuklar okulda, sokakta, evlerde çıplak ayakları, düşük omuzları, soluk benizleri ile o kadar ortadalar ama bir o kadar da görünmez olmuşlar. Biz bu tablolarda onları, özellikle okul konulu resimlerinde, diğer çocuklarla birlikte ama onlardan hemen ayırt edilebilen özellikleriyle görürüz. Kendilerine ancak iki senede bir verilen ayakkabıları ya iyice küçük gelmeye başlamıştır, ya da çoktan eskiyip atılmıştır. Büyüme çağındaki bir çocuğun ayakları için iki sene kısa bir zamandır!”

Hangi çocuk böyle bir çileli hayatı hak eder? Hangi çocuk kendine büyük veya küçük gelen eşyaları kullanmak zorundadır? Hiç biri değil mi? Onlar insanlığın yarınıdırlar. Bütün çabamız geleceği bırakacağımız bu çocukları iyi yetiştirmek, iyi beslemek, iyi eğitmek içindir. Onların saf, tertemiz, günahsız oluşları bütün iyi şeyleri hak etmelerine yeterde artar bile. “Bu dünya sabilerin yüzü suyu hürmetine dönüyor” dememiz buna vurgudur. Sabi yani günahsız, çocuk.. sanatın çocuklarla ilgilenmesi, hele böyle ezilenlerin yanında durması, kaçınılmaz olgudur. Çünkü sanatında altında saflık, masumiyet, temiz duygu vardır. İlgilenmese olmaz zaten. İlgilenmezse o toplum duyarlılığını yitirmiştir. Dönelim Sevim Akyürek’in satırlarına..

*

Verdingkinder’lerin insanlık dışı yaşam koşulları ilk defa bir filme de konu edildi. Bu gerçeği yaşamış on bine yakın insanla yapılan röportajlardan doğan senaryo, Markus Imboden tarafından çekildi ve 2011 tarihinden itibaren gösterime girdi.
103 dakika süren film, puslu karanlık bir havada tepede, köyden uzakta yeşillikler içindeki bir çiftliğe taşınan bir tabut görüntüsüyle başlıyor. Dayağın, soğuğun, küçük bedenlerin taşıyamayacağı işlerin, bitmeyen çalışmaların yaşandığı çiftlikten çıkmaktadır. İçinde, on yaşında bir kız çocuğu vardır. Ev işlerinin yorucu çalışmalarının ardından geceleri evin oğlu tarafından tecavüze uğramıştır. Köle kız hamile kalmıştır ve sahibesi, çocuğu düşürtmeye kalkmıştır. Kanaması olur, doktora götürülmez. Bir rahip, sorgusuz sualsiz, tabutu alır gider.


DEVAM EDECEK


Yayın Tarihi: 20.04.2016

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder