30 Haziran 2012 Cumartesi

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE ŞEHRİMİZİN ÜNLÜLERİ 17


Üç hafta önce İl Özel İdaresi kitaplığına gittim. Önden arkaya uzanan birkaç ağaçlı bir bahçesi, aynı bahçenin içinde kütüphaneye ait üç bina var. Bahçe girişten itibaren etrafı çiçekli, taşlarla örülmüş ince bir yola sahip. Yolun sonunda sekizgen bir kameriyenin altında kütüphaneye gidenler bu yaz sıcağında hoş esintilerle kitaplarını okuyorlar. Bahçenin arkası, aynı zamanda kütüphaneninde arkası. Aşağıda bir çay ocağı hem personele, hem gelen konuklara çay servisi yapıyor. Gençlerin “Osman amca”sı okuma sevdalısı bir beyefendi, banada her gittiğimde çay ikram ediyor. Böyle karşılanma sonucunda kim kütüphaneye bir daha gitmek istemez ki?

Epey süreden beri kütüphaneye gitmemiştim. Elimde de iade etmem gereken kitaplar vardı. Zamanı çok aşmıştım. Osman beye kitapları verdim, uygun görecekleri iki kitabı seçip getirebileceklerini belirttim. Yazarı Ayfer Tunç adında bir bayan olan “Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek” adlı kitabı seçmişler. Yazarı tanıtan bölümden Adapazarı doğumlu olduğunu öğrenince “Geçmişten Günümüze Şehrimizin Ünlüleri” adını verdiğim bu yazı dizimize almaya karar verdim. Adı geçen kitabı bulursanız okuyun derim. Geçmişte kalan ne çok şey varmış meğer. Onları hatırlamak güzel şey. Bu güzelliği yaşayın, tabi yaşamak isterseniz..  

Ayfer Tunç kimdir?  

Ayfer Tunç 1964 yılında Adapazarı’nda doğdu. Erenköy Kız Lisesi’ni bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni kazandı. Üniversitede okuduğu sırada edebiyat ve kültür dergilerine yazılar yazdı. Edebi konulu ilk yazılarını 1983’ten başlayarak çeşitli dergilerde yayınladı. 1989 yılı, gazeteciliğe başladığı yıldır. Sırasıyla Sokak dergisinde, Güneş ve Yeni Yüzyıl gazetelerinde yazılarıyla kendini gösterdi. 1989 yılında Cumhuriyet Gazetesi’nin Yunus Nadi Hikâye Armağanı’nı kazandı. “Saklı” adlı hikâyesi birincilikle ödüllendirildi. Yayın yönetmeni olarak, Yapı Kredi Yayınları’nda1999-2004 yılları arasında çalıştı. “Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek-70’li Yıllarda Hayatımız” adlı yapıtı 2001’ yayınlanınca büyük ilgi gördü. 2003’te Balkan ülkelerinin katılımıyla düzenlenen Balkanika Ödülü’ne layık görüldü. Ödül sonrası bu kitabı altı Balkan diline çevrildi. 2003’te TRT’de gösterilen, Sait Faik’in hikâyelerinden esinlenerek yazdığı “Havada Bulut” adlı senaryosu filme çekildi. Çeşitli gazete ve dergilerde yazmaya devam etmektedir. Kitapları Can Yayınları tarafından okurlara sunuluyor. “Aliye” ve “Binbir Gece” dizilerinin senaryolarını bir ekiple yazdı ve o dizilerde ilgiyle izlendi.

Eserleri şunlardır:

* Saklı, Ayfer Tunç, Cem Yayınları, 1989, Öykü.
* Kapak Kızı, Ayfer Tunç, Simavi Yayınları, 1992, Roman.
* İkiyüzlü Cinsellik Ayfer Tunç,Oya Ayman, Altın Kitaplar, 1995, Araştırma.
* Mağara Arkadaşları, Ayfer Tunç, (1. Basım) Yapı Kredi Yayınları, 1996, Hikâye. 
* Aziz Bey Hadisesi, Ayfer Tunç, (1. Basım) Yapı Kredi Yayınları, 2002, Hikâye.
* Bir Mâniniz Yoksa Annemler Size Gelecek -70’li Yıllarda Hayatımız-, Ayfer Tunç, Yapı KrediYayınları. Birinci basım 2001, 32. basım 2004, Yaşantı,
* Taş - Kağıt - Makas, Ayfer Tunç, (2. Basım) Yapı Kredi Yayınları, 2004, Hikâye.
* Evvelotel, Ayfer Tunç, (1. Basım) Can Yayınları, 2006, Hikâye.
* Ömür Diyorlar Buna, Ayfer Tunç, (1. Basım) Can Yayınları, 2007, Yaşam Dizisi,
* Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi, Ayfer Tunç, (1. Basım) Can Yayınları, 2009, Roman Dizisi,
* Yeşil Peri Gecesi, Ayfer Tunç, (1. Basım) Can Yayınları, 2010, Roman Dizisi,
* Suzan Defter, Ayfer Tunç, (2. Basım) Can Yayınları, 2011, Roman Dizisi,

SENARYO ESERLERİ 
* Düş, Gerçek, Bir de Sinema (1995)

***

HÜRREM ERMAN

1913 yılında Selanik’de doğdu. İstanbul Üniversitesi Felsefe bölümünü bitirdi. 1935 yılında Adapazarı’nda sinema salonu açarak sinema işletmeciliğine başladı. 1946 yılında da “Erman Film” şirketini kurdu. 1990 İstanbul film festvalinde onur ödülünü kazandı. “damga” adlı sinema filmiyle 1948 yılında işletmeciliğinin yanına yapımcılığı ekledi. O filmin baş aktristi olan Sezer Sezin’le hayatını birleştirdi. 1982 yılında da “Hasret Sancısı” filmiyle yapımcılığa veda etti.

Türk sinemasının en eski yapımcılarından biri olan Hürrem Erman’ın hayatı, Rıza Kıraç tarafından yazılarak “Hürrem Erman; İzlenmemiş Bir Yeşilçam Filmi” adıyla kitaplaştırıldı.  Bu biyografi kitabı can yayınlarından çıkmıştır.

130’dan fazla filmde yapımcı olarak adı olan Hürrem Erman bir filmde oyunculuk yaptı. Yapımcılığını Kemal Sunal’la Fatma Girik’in yaptığı 1979 tarihli “Bekçiler Kralı”nda hakim rolüyle seyirci karşısına çıktı.

Önemli filmleri:
* Vurun Kahpeye,
* Gelin,
* Düğün,
* Diyet,
* Vesikalı Yarim,
* Gökçe Çiçek (Lütfi Ö. Akad);
* Deli Yusuf (Atıf Yılmaz).

***
Kerim Korcan

Evimize bitişik evi olan, sonradan 1966 yılında kızlarını amcamıza alarak samimiyetimiz artan komşumuz, 1973 yılında İstanbul’a göç etti. Birkaç yıl sonra evlerini yaşlı bir teyzeye sattılar. Tesadüf bu ya, yaşlı teyzemizin torunu karikatürleriyle tanıdığınız kardeşimin liseden arkadaşı çıktı. Daha sonra bu teyzemizle komşuluğumuz artınca kendisini yakından tanıma fırsatı buldum. Kardeşi roman yazarıymış. Soyadı İzgü olduğu için, o yılar satış rekorları kıran ünlü mizah romancısı Muzaffer İzgü’nün teyzemizin kardeşi olduğunu sanmıştım. Oysa kardeşi Muzaffer İzgü değil, Kerim Korcan’mış. Şimdide şehrimizin yetiştirdiği yazarlardan Kerim Korcan’ı tanıyalım. 

Kerim Korcan Adapazarı’na bağlı Akfelek köyünde yoksul saat tamircisi Murat ustanın oğlu olarak 31 Ocak 1918 yılında doğdu. İmkânsızlıklar yüzünden ilkokulu 4. sınıfa kadar okudu. Okuldan ayrıldıktan sonra kahvehane, dondurmacı, köfteci ve berberlerde çıraklık yaptı. Siyasi polis tarafından 1938 yılında gözaltına alındı. Gene 1938 yılında İsyan Suçlusu olarak Donanma Kor Askeri Mahkemesinde yargılanarak 12 yıl ağır hapse mahkûm oldu. Cezasını 10 yıl çektikten sonra hapis yattığı Sinop Cezaevinden salıverildi. Hemen ardından askere alındı. Askerlikten sonra 1950’de İstanbul’a yerleşti. Marangozlukla hayatını sürdürmeye çalıştı. Vatan Partisi yöneticiliğinden 1957’de kovuşturmaya uğradı. Ceza Kanunumuzun ünlü komünizmi önleme maddeleri olan 141 ve 142. maddelerine muhalefetten tutuklandı. İki yıl Sultanahmet Cezaevinde tutuklu kaldı. 1959 yılında bu davadan beraat etti. Kerim Korcan kovuşturmalar ve Cezaevlerinde ömür tüketmiş bir yazardır. Bu kovuşturma ve davalardan sonunda aklandı.  

Edebiyatımızda gölgede kalmış, hiçbir zaman var olmaktan öteye gidememiştir. Hakkında açılan davalardan berat ettikten sonra1962’de Milliyet gazetesinin açtığı “Bir Memleket Gerçeği” konulu röportaj yarışmasında “Köşe” adlı röportajıyla ikinci oldu. 1970 yılında “Linç” adlı romanı filme alındı. Daha sonrada tiyatro oyunu haline getirildi. 70’li yılların en önemli filmlerinden biri “Linç” filmi oldu. Aynı adlı romanın sinemaya uyarlanmış hali olan bu filmde cezaevindeki mahkûmların iktidar savaşı yalın gerçeklikle veriliyordu. Bu Filmle 1970 yılında En İyi Görüntü Yönetmeni ödülünü Ali Yaver, En İyi Yönetmen ödülünü Bilge Olgaç kazanırken, filme En İyi 3. Film, En İyi Stüdyo Çalışması ödülleri de verildi. 1976 yılında yazarımızın Tatar Ramazan adlı hikâye kitabı oyunlaştırıldı. AST ve İstanbul Şehir Tiyatrolarınca sahneye kondu. Komünizm propagandası yaptığı söylenen “Ateşten Köprü” romanından dolayı İstanbul DGM’de yargılandı. Bu davadan 4 Mayıs 1989’da beraat etti.

Tatar Ramazan adlı hikayesi 1990 yılında başrolünü Kadir İnanır’ın oynadığı sinema filmi olarak çekildi. Ahmet Kaya bu filmin müziklerini yapmıştı. Unutulmayacak eserleri Türk okurlarına sunan Kerim Korcan 1990 yılının 9 Kasım günü kanserle savaşını kaybederek hayata veda etti. “Edebiyatımızda gölgede kalmış, hiçbir zaman var olmaktan öteye gidememiştir” satırlarından sonra “unutlmayacak eserler” tanımı okura garip gelebilir; burada sözü edilen yazarımızın diğer yazarlar gibi gerektiği kadar şöhret olamayışıdır, eserleri değil. Eserleri dönemine göre bir ilgi görmüştür. Fakat aynı ilgiden yazarımız mahrum kalmıştır. Buna belkide maruz kaldığı davaların sebepleri yol açmıştır, kim bilir...


DEVAM EDECEK


Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Gazete Adresimiz: www.anadolumedyagrup.com

Yayın Tarihi: 29.06.2012 

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE ŞEHRİMİZİN ÜNLÜLERİ 16


Hamdi Özarutan’la 40 soruda Adapazarı/4....


“Şehrimizin geçmişten günümüze ünlülerini tanıttığımız yazı dizimize geçen üç bölümde ünlü iş-bulucu-düzenleyici (organizatör) Hamdi Özarutan’ı, görüş ve bilgileriyle tanımaya başlamıştık. Bugün kaldığımız yerden devam ediyoruz. Bu konuda daha önceki yıllarda Fahri Tuna’nın Hamdi Özarutan’la yaptığı söyleşiden yaralandım. Bugünde o söyleşiyi virgülüne dahi dokunmadan olduğu gibi aktaracağım.

Zaman en acımasız süpürgedir. Bu satırlardan bunu anlayacak, yitirdiklerimize belki yüreğimiz burkulacak, belki bir iki damla göz yaşı dökeceğiz. Belki bir satıra anıların tatlı sıcaklığıyla gülümseyeceğiz. Arada sırada sözün arasına girme cesareti bulursam kusuruma bakmayın. Hatırladığım Adapazarı hakkında bir iki sözüm olabilir, onları bu söyleşiyi bozmadan ekleyebilirim.”

30. Ajda Pekkan?
Türkiye’de bir çok sanatçıya destek olan menajer, organizatör vardır; tırnaklarıyla geldiği yere gelen, kimsenin desteği olmadan gelen bir tek kişi tanıyorum : Ajda Pekkan. Tanıyıncaya kadar zor, tanıdıktan sonra çok kolay bir insandır.

31. Orhan Gencebay?
Orhan Gencebay hayatı boyunca konser vermemiştir. Kırk yıllık, Ahmet Sezgin’e bağlama çaldığı 1970’lerden bu yana çok yakın dostumdur. Mütevazi kişilik sahibi, dünyanın en sabırlı insanıdır. Eğitim almamasına rağmen inanılmaz müzik ve kültür birikimi olan bir kardeşimdir.

32. Metin Karagülle?
Bugünkü Kapalıçarşı’nın, Melek Sineması ve Funda Düğün Salonu’nun sahibidir. Kapalıçarşı deyip geçmeyin; Türkiye’nin şu anda çok revaçta olan ilk AVM’sidir orası. 1958 yılında İstanbul’da, Ankara’da olmayan ilk toplu ticaret merkezidir orası.

33. Cevat Adapazarlı?
7 yaşındayım. Köyümüze (Hendek Soğuksu) hayatımızda görmediğimiz, iki atın çektiği, süslü püslü kurdeleli, sonradan adının payton olduğunu öğrendiğim, bir araba geldi. Ali Dedemin çok yakın dostu Cevat Adapazarlının paytonu dediler. Otomobilin henüz giremediği Soğuksu Köyüne halamın gelin arabası olarak Cevat Adapazarlı’nın paytonu gelmişti. Kilosu kadar ağır ve varlıklı bir ailenin reisi ve kimsenin bilmediği Toto Karaca (Cem Karaca’nın annesi), Ali Sururi, Muzaffer Hepgüler’in oyunlar oynadığı Beyoğlu İstiklal Caddesi’ndeki –şu anda sinema olarak faaliyet gösteren- çok meşhur Elhamra Tiyatrosu’nun da, işhanının da sahibidir.

34. Yücel Ballık?
Kastamonu’nun en kültürlü ve varlıklı ailelerden birisinin oğludur. Hiç bir Adapazarlı onu tanımazken Ankara’dan üniversite yıllarımdan benim dostum ve arkadaşımdır. Dr. Cevdet Çavuşoğlu’nun kızı Beyhan Hanımla evlenip Adapazarı’na damat olarak geldiğinde herkes onu çok sevdi, saydı. Eczacılığının yanında ilk çivi fabrikasını kurup çok iyi sanayici oldu. Oğlu Tolga baba ve annesine layık bir evlat olarak Adapazarı’nda güzle ve faydalı işlerini sürdürmektedir. Tolga Ballık, iki sene kadar önce de babası Yücel Ballık adına bir okul yaptırıp bağışlayarak da, anne-babasına layık evlat olduğunu göstermiştir.

35. Kenan Sakallıoğlu?
Herkese örnek, dünya mütevazisi, dünya beyefendisi, Adapazarı’nda örnek bir müteşebbis işadamıdır. Adapazarı’na kazandırdığı beş yıldızlı yeni turistik oteliyle de iftihar ettiğimiz bir büyüğümüzdür. Kırk yıllık eşim Nihal’le, onun bana kefaletiyle evlendiğimi de ifade etmeliyim.

36. İrfan-Adil Atan?
Yalnız Adapazarı’nın değil, Türkiye’nin yüzünü güldüren, güreş sporunun duayenleri, her ikisi ve Orhan Çakar, gururla andığımız büyüklerimizdir.

37. Atilla Tapşın?
Sakarya’nın basketbolda en büyük duayeni, uzun yıllar Bursa Oyak-Renault’un koçluğunu yaptı, Sakaryaspor’un kurucularındandır, 70 yaşına rağmen halen SAÜ Basketbol takımının başındadır, yetiştirdiği bir çok basketbolcu vardır; şu andan NBA’deki gururumuz Mehmet Okur bunlardan bir tanesidir. Kendisiyle iftihar ettiğim dayı oğlumdur.

38. Hafız Abdurrahman Gürses?
Hendek Soğuksu’da doğup yetişen, Sakarya’mızın yetiştirdiği dünya çapında bir değerdir. Dünya hafızlarının reisi anlamına gelen ‘Reis’ül kurra’lık görevini uzun yıllar yapmıştır. Çok saydığım merhum Halim Gürses’in ve yine çok saydığım Abdurrahim Gürses beylerin de ağabeyiydi.

39. Süleyman Seba?
Yani ne söyleyebilirim ki; babamın teyzesinin oğludur, aynı zamanda köylümüzdür. Sıraselviler’de kirasını bile ödeyemedikleri Beşiktaş kulübünü, Akaretler’e taşıyan, kulubü başarıların yanında inanılmaz sosyal tesislere kavuşturan, Beşiktaş kolejinden İnönü Stadyumuna varıncaya kadar BJK’ya çok büyük hizmetler vermiş dünya beyefendisi bir büyüğümüzdür. Tayfur Havutçu’nun dedesi, Süleyman ağbinin de amcasıdır, soyadı değişikliğine bakmayın siz.

“Cerrah Paşada böbrek rahatsızlığından yatıyor, üroloji ve radyoloji arasında mekik dokuyordum. Beni bir hastabakıcı servisler arası gezdiriyordu. Güneşli bir gün tam önümüzde fiat 131 marka bir otomobil durdu. İçinden kasketli bir bey indi. Benim aklıma önce ünlü romancımız Yaşar Kemal geldi. Ama ne olduysa birden bire Yaşar Kemal olmadığını düşündüm. Aklıma ne isimler doluverdi bilseniz.. o bey gitmek üzereydi, aceleyle “ben sizi tanıyorum, siz Süleyman Seba mısınız? Dedim. Dedim ama kendime şaşırdım. Aklımdan geçen isimler içinde Süleyman Seba yoktu çünkü. Fikrimdeki başka, zikrimdeki başkaydı, olacak şey değil! Ama tutturmuştum. Adapazar’lı ve Beşiktaş taraftarı olduğumu söyleyince özel ilgi gösterdiler. Tokalaşırken şerefli ikinciliklerimize rağmen Adapazarı’nda alay konusu olduğumuzu söyleyince ‘sabırlı olun bu takımla uzun yıllar övüneceksiniz’ diyerek bana acil şifalar dilediler. Kendileride kalp rahatsızlığı nedeniyle gelmiş. Bende geçmiş olsun dileklerimi ilettim ve ayrıldık. Gerçektende Beşiktaş övüneceğimiz bir takım oldu. Ardından 3 yıl üst üste şampiyonluğu yakalamıştı. Bugün Beşiktaş olarak içinde bulunduğumuz duruma bakınca ‘yeteneksiz muhterislerin ödüllendirildiği’ bir ortamda yaşadığımızı anlıyorum.”    

40. Zeki Aydıntepe?
Beyoğlu’nda Kilise Sokak’taki bekâr öğrenci evinde ağırlamadığı Adapazarlı dost ve arkadaşı yoktur; öylesine misafirperverdir. Mobilyacılık yaptığı yıllarda, ağbisi ve kardeşleriyle örnek mobilyacı ve bir ticaret adamı, iyi bir sporcu, iyi bir müzisyen; şimdiki hayatında da iyi ve örnek bir aile babası olduğu gibi gazeteciliğini de dürüstlük ilkeleriyle yaşatan çok sevdiğim bir arkadaşımdır. Zeki benim için dünyanın en güzel günlerini geçirdiğimiz hovardalık arkadaşımdır.

“Şehrimizin ünlüleri dizimizin Hamdi Özarutan beyefendiye ayırdığım bölümlerin sonuna geldik. Gelecek yazıda Ayfer Tunç, Hürrem Erman ve Kerim Korcan’a yer vereceğim.”


DEVAM EDECEK


Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Gazete Adresimiz: www.anadolumedyagrup.com

 Yayın Tarihi: 27.06.2012

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE ŞEHRİMİZİN ÜNLÜLERİ 15


Hamdi Özarutan’la 40 soruda Adapazarı/3....


“Şehrimizin geçmişten günümüze ünlülerini tanıttığımız yazı dizimize geçen iki bölümde ünlü iş-bulucu-düzenleyici (organizatör) Hamdi Özarutan’ı, görüş ve bilgileriyle tanımaya başlamıştık. Bugün kaldığımız yerden devam ediyoruz. Bu konuda daha önceki yıllarda Fahri Tuna’nın Hamdi Özarutan’la yaptığı söyleşiden yaralandım. Bugünde o söyleşiyi virgülüne dahi dokunmadan olduğu gibi aktaracağım.

Zaman en acımasız süpürgedir. Bu satırlardan bunu anlayacak, yitirdiklerimize belki yüreğimiz burkulacak, belki bir iki damla göz yaşı dökeceğiz. Belki bir satıra anıların tatlı sıcaklığıyla gülümseyeceğiz. Arada sırada sözün arasına girme cesareti bulursam kusuruma bakmayın. Hatırladığım Adapazarı hakkında bir iki sözüm olabilir, onları bu söyleşiyi bozmadan ekleyebilirim.”

22. Mustafa Topaloğlu?
Karasuludur. 1985-86 yıllarında İstanbul’daki son gazino çalışmasını benim İstanbul’daki Baküs Müzikholünde yapmıştır. Son derece saygılı, konuşurken kekeme, şarkı söylerken kekemeliği geçen, dünya akıllısı bir adamdır.

“Yıl 1986. Aziziye Pasajında hem ses tesisatlarımız ve müzik aletlerimizin durduğu, hem müzik ön çalışmalarımızı yaptığımız, hemde müşterilerimizi kabul ettiğimiz bir dükkânımız vardı. Orkestramızın adı “Grup Hoş Sada” idi. Sakarya’nın en tanınmış orkestralarından biriydik. Bu yüzden dükkânımıza gelen giden çok olurdu. Hendek’ten adını şimdi hatırlamadığım bir orkestra sahibi elemanlarıyla gelmişti. Mustafa Topaloğlu’nu Karasu’da ünlü etmişler onu anlatıyordu. Çok geçmeden Mustafa Topaloğlu’nu, sadece Karasu değil bütün Türkiye tanıdı. O şef Topaloğlu’nun özgün kişilikli, değişik bir adam olduğunu söylüyordu. Haklıymış.”

23. Adapazarı Kültür Derneği?
1962’de Halkevlerinin yerine kurulan dernektir. Şimdi Pasaj 2000 yerine bulunan Belediye İşhanının 4. katındaydı yerimiz. Orada Sanat Okulu Öğretmeni Ali Çiftçioğlu ve yine aynı okulun edebiyat öğretmeni Orhan Severcan yönetiminde; Salih Kalyon, Necati Mert, Mehmet Çakan, Şansal Gürsakarya, Gönül Nart, Tuncay adında bir arkadaş; bir çok tiyatro eseri sahneye koyduk. Atatürk Parkındaki Öğretmenler Lokali, Erkek Sanat Enstitüsü Sahnesi ve Şeker Fabrikası Tiyatro Salonunda bir çok oyunlar sahneledik.

“Burada adı geçen bir çok sanatçı ve yazarı bugün Türkiye tanıyor. Bu tanınmış ünlülerle şehrimizde kültürel etkinlikler yürütülmüş. Aşağıda okuyacağınız bir çok tanıdık adı bu adlara eklerseniz, birde o zamanın ulaşım şartlarıyla oyun sergilemeye uygun salonların olmayışını da düşünecek olursanız, o dönemlerde yürütülen etkinliğin ne boyutta olduğunu anlarsınız. Bugün gelişen şehrimiz birkaç hevesli kişinin amatör goygoyculuğuna teslim edilmiş durumdadır. Kültür merkezlerimiz atıl kapasite ile hayalet bina durumundadırlar. ‘Afa Kültür Merkezi’ gibi yerlerde müdür beylerin kendilerine dinlenme odaları yapmaktan başka bir şey yaptıklarını duymadım. Bütün kültür merkezi ‘beylerin’ dinlenme tesisi durumundadır. En pespaye oyunculara en pespaye oyunlarla şehrimiz halkını oyalamaktadırlar. Ülkemizin gelişmesine koşut olarak şehrimizde gelir olarak gelişirken kültürel olarak o yılların çok çok gerisindedir. Çünkü ortalığı Vandallar, dolayısıyla vandalizm sarmış durumdadır.”

24. Çürük Elma, Pusuda, Ocak, Yağmurcu, Paydos?
Adapazarı Kültür Derneği’nde bir çok amatör arkadaşlarımızla 1962-65 arası (üç yıl) Turgut Özakman’ın ‘Ocak’, Cahit Atay’ın ‘Pusuda’, Atilla Alpöge’in ‘Çürük Elma’, ‘Yağmurcu’, ‘Paydos’ ve Güner Sümer’in ‘Bozuk Düzen’i, Molier’den ‘Hastalık Hastası’ oyunlarını sahneye koyduk. Her bir oyunu en azından 8-10 defa, ful dolu salonlara oynardık.

25. Salih Kalyon?
Çocukluk arkadaşımdır. Sakarya İlkokulu’nun devamındaki semtte otururdu. Yukarıda saydığım bütün oyunlarda beraber oynadık Çok yetenekli, her rolü oynayabilen bir arkadaşımızdı. Ankara Sanat Tiyatrosu’nun meşhur ‘Ayak Bacak Fabrikası’nı getirmiştim ben Adapazarı’na. Asaf Çiğiltepe’ye Salih’i tavsiye ettik, Orhan Severcan’la birlikte. Salih Ankara’ya gitti, Ankara Sanat Tiyatrosu’nda profesyonel oldu. Rutkay Aziz’in filan yetiştiği, bir okul gibiydi orası. Salih 15 sene çocuk tiyatrosuyla Türkiye’yi gezdi.

26. Organizatör Hamdi?
Edebiyatı, tiyatroyu seven ve bunu halkına sevdirmeye gayret eden bir gençtir. 1964’te, 21 yaşındayken Adapazarı’na ilk Kenterlerin ‘Pembe Kadın’, Münir Özkul’un ‘General Çöpçatan’, Tevfik Bilge’nin ‘Şaşkın Komiser’ini getirmiştir. Arkasından Gülriz Sururi- Engin Cezzar’in ‘Sokak Kızı İrma’, aynı grubun ‘Keşanlı Ali Destanı’ ve ‘Teneke’sini getirdi. Bu genç ben oluyorum.

“Burada adı geçen sanatçıları bugünün gençliğinin pek azı tarafından tanıdığını düşünüyorum. Dev oyuncu Münir Özkul ve bir ikisi dışında çoğunun adını ilk kez duyanlarda vardır. Ama bu adlar benim yaşımda olan kişilerin unutamadıkları sanatçı adlarıdır. Hamdi beyin o gencecik yaşında böyle büyük oyuncularla temas kurması bile alkışlanacak bir olayken, onları şehrimize getirip halkımıza gene o dev oyunlarla izleme şansı vermesi her türlü övgünün üstündedir. Televizyon, cep telefonu ve internet kolaycılığına teslim olan şehrimiz halkı artık böyle büyük şeyler yaşamıyor ne yazık ki!” 

27. Melek Sineması?
Getirdiğim ulusal çaptaki tiyatro oyunları Adapazarı’nda 1964’de büyük ilgi görmeye başlayınca, Melek Sineması’nın sahibi Metin Karagülle ile uzun süreli bir anlaşma yaptım. 1200 kişilik bir sinema salonuydu. Öndeki iki sırayı yani 50 koltuğu kaldırıp sahneyi büyüttüm, sanatçı soyunma odası ve kulis yaptım. Türkiye’de bir ilke imza atarak abone sistemi geliştirdim. 500’ü matine, 500’ü suare olmak üzere her sezon için 20 oyunluk 1.000 kişiyle abone kaydı yaptık. İnanılmaz bir ilgi ve rağbet gördü. 1964’den 1980’e kadar Türkiye’nin getirmediğim tiyatro topluluğu, sahnelenmeyen oyunu yok diyebilirim. Takriben 200 oyun oynadık. Ankara Meydan Sahnesi’nden (Zihni Göktay, Yılmaz Gruda, Kartal Tibet), Dostlar Tiyatrosu (Genco Erkal), Karaca Tiyatrosu (Muammer Karaca –Cem Karaca’nın babası- A.G.), Lale Oraloğlu Tiyatrosu, Küçük Sahne (Ulvi Uraz), Dormen Tiyatrosu (Metin Serezli, Nevra Serezli, Altan Erbulak, Erol Keskin, Erol Günaydın, Hadi Çaman, Kerem Yılmazer), Elhamra Tiyatrosu (Toto Karaca -Cem Karaca’nın annesi A.G.-, Ali Sururi, Muzaffer Hepgüler, Abdullah Şahin), Kenterler (Yıldız Kenter, Şükran Güngör, Müşfik Kenter, Pekcan Koşar), Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu, Devekuşu Kabare (Metin Akpınar, Zeki Alaysa, Ahmet Gülhan, Müjde Ar, Funda Postacı, Kemal Sunal) daha bir çok tiyatro grubunu defalarca getirip Adapazarlılarla buluşturdum.

“Daha ne diyeyim. Yukarda belirttiğim gibi hepsi dev oyuncu, her oyun da dev oyun. Ne yazık kimilerine yaşım çok küçük olduğundan duymadım ve gidemedim, kimilerine de haberim olsa bile engelli olduğum için erişim ve ulaşım nedenleriyle gidemedim. Bu gün bu satırları yazarken o oyunları ve sanatçıları seyretmiş olanlara gıpta ettim. Ne şanslıymışlar. Hamdi bey şehrimiz için başlı başına bir şans!”

28. Tur Organizasyon?
1976’da Adapazarı’ndaki Organizatör Hamdi’yi ‘Tur Organizasyon Ltd. Şti.’ adıyla şirketleştirdim, daha çok müzik ağırlıkla, festival ağırlıklı, Türkiye konserleri icra etmeye başladım. Şanar Yurdatapan ve Atilla Özdemiroğlu, Baha Boduroğlu, Asım Ekren bir araya gelip müzik stüdyosunu kurduk, Tur organizasyonla Şat Yapım iç içe çalışmaya başladık. Buradan onlarca sanatçı yetişmiştir; bir kaçını söylemek gerekirse, Füsun Önal, Sezen aksu, Cici Kızlar, İskender Doğan, Melike Demirağ, Esmer Ay’ı sayabilirim.

29. Sezen Aksu?
Dünya hanımefendisi, inanılmaz dürüst ve sözünün eri, dostlarına ve dinleyicilerine inanılmaz saygılı, inanılmaz vefalı, inanılmaz mütevazi, Allah vergisi yeteneğini çok iyi kullanan, eğitimci bir ailenin kendini çok iyi yetiştirmiş dünya güzeli kardeşim. İyi ki bir İzmir seyahatinde, bir okul müsameresinde 1976 yılında Türk Sanat Müziği söylerken tesadüfen onu dinlemişim, naz niyaz İstanbul’a Şat Yapıma getirmişim, Şanar Yurdatapan ve Atilla Özdemiroğlu’nun yönetiminde ‘Kaybolan Yıllar’la 1977’de Türkiye’ye sunmuşuz…


DEVAM EDECEK


Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Gazete Adresimiz: www.anadolumedyagrup.com

Yayın Tarihi: 25.06.2012

ŞAİRLERİN ŞİİRLERİYLE SÖYLEDİĞİ 128

Merhaba sevgili okurlar. Yaz mevsiminin kendini iyice hissettirdiği aylardayız. Gündüzleri çok sıcak oluyor. Bir iki gün geceleri de hatırı sayılır derecede sıcak olmadı değil. Ama bu günlerde gece üstünüze hafif bir mont almazsanız esen rüzgar biraz titretir. Gündüzün bunaltıcı sıcağının ardından bu esinti herkesi mutlu ediyor. Tabii benide.. ben ayrıca sizleri mutlu etmek istiyorum. Her Pazar yaptığım gibi gene şiirlerle kapınızı çalıyorum. Umarım bu gün seçtiğim şair ve şiirleriyle beni evinize konuk edersiniz.

Bugün seçtiğim şair Antakya’lı Ali Yüce. Önce kendisini kısaca tanıyalım.

Şairimiz Hatay’ın Yayladağ ilçesi, Hisarcık köyünde 1928 yılında doğdu. Düziçi Köy Enstitüsü’nü bitirdi. Anadolu’nun çeşitli köylerinde ilkokul öğretmenliği yaptı. Daha sonra Gazi Eğitim Enstitüsü İngilizce Bölümü’nü dışardan bitirdi. Çeşitli liselerde İngilizce öğretmenliğiyle eğitime hizmet etti. İlk şiiri 1956’da Yücel dergisinde yayınlandı. Ardından şiirleri Yeditepe, Türk Dili, Soyut, Sanat Rehberi dergilerinde çıktı. Yer yer taşlamaya yönelen, yaşadığı çevreyi, toplumsal sorunları yeren toplumcu şiirleriyle tanındı.

...

SEVDALI SÖZCÜKLER

Beni tanımadın mı dedi
Bir sözcük bir sözcüğe
Çevir zamanın sayfalarını
Belleğini iyi yokla
İyi bak gözlerimin içine
Anılar devşir yüzümden

Bir yağmur sonrasıydı
Yan yana düşmüştük hani
Bir şiirin ilk dizesinde
Göz göze gelmiştik birden
Bir şey kımıldamıştı içimizde
Sonra sürülmüştük şiirden
İzinsiz öpüştük diye

Anımsadım dedi öbürü
Elin elime değince
Bindim sevdanın mor atına
Gittim ta eski günlere
Küçüldükçe büyüdü hüzün
Adını bilmediğim bir şey
Çıt diye kırıldı içimde

Ne acılar çektim bilsen
Nelere katlandım gurbette
Senetlere tutanaklara
Mahkeme kararlarına geçtim
Yıllarca ad oldum bir kötüye
Bir an bile unutmadım seni
Göz göze gelmedim hiç
Senden başka bir sözcükle

Sesin sesime değince
İçimdeki süt denizleri
Köpürmeye başladı gene
Öpüşe banınca dudaklarımızı
Kendi kokusunu duydu yosun
Şiirin gizli aynasında
Kendi rengini gördü menekşe

Haydi gel dedi
Dişi sözcük erkek sözcüğe
Başka bir şiire girelim
Görünmeden ozan abiye

Ali Yüce

***

HARİTADA DENİZE GİRİYORUM

Hem acılar eğitiyor
Hem türkü söylüyorum
Aslında bir yapının
Temelini atıyorum

Tuğlam pişmemiş daha
Demirim yok çimentom yok
Kumum kirecim hazır değil
Bu yapı ne zaman biter
Kaçıncı katta bulurum güzeli
Belli değil

Bir yağmur bulutunu
Elime alıp kokluyorum
Bulut mulut bahane
Aslında bir şiirin
Temelini atıyorum

İlk dizeyi yazıyorum
Kan ter içinde kalemim
Kimseye göstermeden
Haritada denize giriyorum
Ne zaman çıkarım bilmem
Hangi kıyıda bulurum güzeli
Belli değil

Boğazıma doluyor
Sözcükler şiir molekülleri
Yarı yoldan geri dönüyorum
Tatlı mı ekşi mi deniz
Rengi sarı mı pembe mi
Korsan beye sorun bunu
Vallahi ben bilmiyorum

Nerede bir çirkin görsem
Başımı önüme eğiyorum
Kıpkırmızı olunca şiirlerim
Utancımdan ölüyorum
Ben ne zaman dirilirim
Kaptan bey ne zaman ölür
Belli değil

Hem kentte oturuyor
Hem yalan söylüyorum
Bozuk çıkıyor fotoğrafım
Korsan beyin ölü töreninde
Gülerken yakalanıyor şiirlerim
Ben başarıyla somurtuyorum

Ali Yüce

***

SÖYLEŞTİLER

Boz Azime’nin oğlu
Selim Çavuş ile
Kör Nuru’nun oğlu Al’efendi
Söyleştiler

Dedim ya gene derim
Bizik Asarcık var ya Al’efendi
Bizim bu deyyus köyü var ya
Vallah billah adam olmaz
İtler köpekler olur da
Bizim köy olmaz Al’efendi
Dinime imanıma talağıma
Avradım benden boş olsun
Yalan yanım yere gelsin
Bizim köy adam olmaz Al’efendi

Adam ta Angara’dan kalkıp
Büyük başınnan ayağımıza gelmiş
Böyle mi değil mi Al’efendi
Yüzünden nur damlıyo şıp şıp
Ağzından bal akıyor konuşurken
Nohut gibi dane dane olup sesi
Beynimize giryo Al’efendi
Ah ki bizim köyde beyin nerde
Bir kulağımızdan girip
Ötekinden çıkıyo dedikleri
Böyle mi değil mi Al’efendi

Adam ne dedi bak Al’efendi
Kardaşlarım dindaşlarım
Verin kolunuzdan kopanı
Tanrı veren kullarını sever
Şeker gibi söz Al’efendi
Ah ki bizim köyün adamı ham
Toplana toplana ne toplandı
Üç bin lira para bir kamyon kavak
Yüzüm yere düştü utancımdan
Dinime imanıma talağıma
Bizim köy adam olmaz

Ne gülüyon Al’efendi
Bir çürüklük mü var sözlerimde
Haydi be Kör Nuru’nun oğlu
Gavır Ali sen de

Ali Yüce

***

OLMACA

Ben çocuk olsaydım eğer
Kav çakmak satardım
Bulut amcalara
Pamuk şekeri alırdım yerine
Patlamış mısır alırdım

Ben çiçek olsaydım eğer
Hiç saksı giymezdim ayağıma
Ödünç kanat alırdım
Güvercin teyzemden
Barış uçardım üstünüze

Ben ırmak olsaydım eğer
Altıma saklamazdım ayaklarımı
Öyle yaklaşmazdım denize
Düşmana yaklaşır gibi
Sürüne sürüne

Ben tüfek olsaydım eğer
Patlamazdım kimsenin üstüne
Bir tetiğimden utanırdım
Bir de eğri parmağından
İnsan amcaların

Ali Yüce

***

HASRETİNDEN
AZIK

Acıkmayasın
Sevgi koydum
Azık sana

Yer dolusu çiçek
Gök dolusu güneş
Verdim sana
Üşümeyesin

Korkmayasın
Işık koydum
Azık sana

Öplüm öplüm
Öpülgen dost
Saçları denize
Dökülgen dost

Ağlamayasın
Yazık sana
Gülme koydum
Azık sana

Ali Yüce

***

EVRENSEL KARDEŞ

Tarar saçlarını
Örer anam
Bütün çocukların
Anası anam

Kucaklar babam
Şu koca dünyayı
Bütün çocukların
Babası babam

Çarpar yüreğim
Bütün göğüslerde
En uzak ülkenin
Komşusuyum ben

Haydi artık
Doğsun güneş
Batsın karanlık
Bütün çocukların
Kardeşiyim ben

Ali Yüce

***

TUTKAL

Bir sabah uyandım baktım
Düşüm yastığıma yapışık
Şiir yazarken ölmüşüm
Dilime yapışık sözcükler
Çığlığım tavana yapışık

Eğilip baktım pencereden
Rüzgâr damlara yapışık
Gözlerim yapışık Antakya
Ölü götürüyor üç beş kişi
Ayakları yola yapışık

Kime küsmüş nar ağacı
Çiçeklerini yere atar
Cellat üşür gölgesinde
Tere batmış darağacı
Ayakları köze yapışık

Sen nasıl baharsın böyle
Bütün kuşların tek kanatlı
Korkuları tüylerine yapışık
Ağaçların çiçek açmış
Acıları dallarına yapışık

Sen ne biçim uygarlıksın
Parmağın tetiğe yapışık
Özgülük beslersin kafeste
Kadınların çiçek açmış
Sıcaklığı vitrinlere yapışık

Bir sabah uyandım baktım
Çürük bulutların altında
Takla atıyor kirli sular
Işığa sövüyor üç beş kişi
Kimlikleri yüzlerine yapışık

Ali Yüce

***

AÇ AĞZINI KARANLIK

İşim gücüm bu benim
Sorguya çekmek gerçeği
Sevginin rüzgârı ak da
Savaşın bayrağı niçin kara
Bütün suçum bu benim
Evreni kucaklamak
Çözmek kör düğümleri

Sonra bildiğiniz gibi
Gecenin içine attılar beni
Kirden pasaktan gecenin
Ta dibine yuvarlandım
Sevindiler gerisin geri
Acıya öfkeye bulandım
Aç ağzını karanlık
Dişlerini sayacağım

Eğilip aldı beni yerden
Halk anam güzel anam
Yıkadı kirimi pasımı
Ağrımı acımı silkeledi
Toz alır gibi aldı öfkemi
Sıcacık et koynunda
Yıllarca ısıttıktan sonra
Yeniden doğur beni

Giydim yeni giysilerimi
Çıktım yeni bir yola
Yeni ayaklarımla yürüdüm
Yeni gözlerimle baktım dünyaya
Günaydın dedim yeni sesimle
Başı sevda dolu bir dağa

İşim gücüm bu benim
Sorguya çekmek çirkinleri
Emeğin suyu ak da
Sömürünün değirmeni niçin kara
Bütün suçum bu benim
Tahta çıkarmak güzeli
Uygarlığı halklamak

İşte sabah oldu
Yum gözlerini karanlık
Eski bir ormanda ben
Yeni bir ağaçmış gibiyim
Aç gözlerin karanlık
Tepeden tırnağa ben
Çiçek açmış gibiyim

Ali Yüce

***

Bir şiir köşesinin daha sonuna geldik, hepinize bol keyifli ve dinlenip eğlenebileceğiniz Pazarlar dileğiyle mutlu kalın, hoşça kalın!


Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Gazete Adresimiz: www.anadolumedyagrup.com

Yayın Tarihi 24.06.2012

28 Haziran 2012 Perşembe

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE ŞEHRİMİZİN ÜNLÜLERİ 14

Hamdi Özarutan’la 40 soruda Adapazarı/2....

“Şehrimizin geçmişten günümüze ünlülerini tanıttığımız yazı dizimize geçen bölümde ünlü iş-bulucu-düzenleyici (organizatör) Hamdi Özarutan’ı, görüş ve bilgileriyle tanımaya başlamıştık. Bugün kaldığımız yerden devam ediyoruz. Bu konuda daha önceki yıllarda Fahri Tuna’nın Hamdi Özarutan’la yaptığı söyleşiden yararlandım. Bugünde o söyleşiyi virgülüne dahi dokunmadan olduğu gibi aktaracağım.

Zaman en acımasız süpürgedir. Bu satırlardan bunu anlayacak, yitirdiklerimize belki yüreğimiz burkulacak, belki bir iki damla göz yaşı dökeceğiz. Belki bir satıra anıların tatlı sıcaklığıyla gülümseyeceğiz. Arada sırada sözün arasına girme cesareti bulursam kusuruma bakmayın. Hatırladığım Adapazarı hakkında bir iki sözüm olabilir, onları bu söyleşiyi bozmadan ekleyebilirim.”

12. Çeşme Meydanı?
Şahin dedemin Kafkasya’dan gelip Osmanlıya sığındığında on dönümlük bir arazinin verildiği semtin adıdır. Dedem, semtin bataklık olduğu gerekçesiyle Çeşmemeydanını terk edip Soğuksu’nun Hacıkışla Mahallesine yerleşmiştir. Çeşmemeydanı denilince; Adapazarı’nın eşrafının oturduğu yer aklıma gelir; birkaç örnek vermek gerekirse; son temsilcisi Şükrü Orhon ağbimiz değerli ressam eşi Aydan abla aklıma gelir.

“Eskiden memleket ne genişmiş, görüyor musunuz? Göçmen gelen Osmanlı’dan aman dileyene en az 10 dönüm yer verildiğine göre.. bugünün büyüyen şehirciliğinde bir karış toprağın değerini düşünecek olursanız bol keseden verilen yerlerin değerinin ne olduğunu düşünmek zor olmasa gerek. Birde verilen kimi yerlerin bataklık olduğunu unutmamak gerekiyor. O zaman kullanılamayacak toprağın değeri çok düşer. Peki o topraklar göçmenlere neden verilirdi? Herhalde o bölgeye göçenlerin toprağı ıslah edip kullanılır hale getirmeleri düşünülürdü.

Çeşme meydanının o zamanlar bataklık olduğunu bu gün kaç kişi biliyordu? Bilgilerimiz arasına dolayısıyla bunu da almış olduk.    

Bakın bir şey daha öğrendik. Şehrimizin birde ressamı varmış. Hemde bayan.. bugünde bir çok ressamımız var. Fakat araştırmalarım içinde ünlü bir ressama rastlamadım. Ressam derken tablolara resimler yapanlardan söz ediyorum. Çizgi roman, karikatür çizenlerden söz etmiyorum.”

13. Soğanpazarı?
Adapazarı’nın ilk noteri ve şehir kulübünün yer aldığı, şehir kulübü işletmeciliğini 1.58 boyu 2 metrelik yüreği olan, herkesin saygıyla önünde eğildiği –Adapazarı’nın köklü ailelerinden – Çelikkan’ların en büyüğü Sait Çelikkan’ın yaptığı, karşısında da Adapazarı’nın 1950 ve 1960’lardaki en lüks oteli İzmir Palas’ın yer aldığı, ve de Zahireci meşhur Sıtkı Alkaya’nın işyerinin bulunduğu, daha ileride de Hun (milletvekilleri Baha Hun ve Güngör Hun’un) ailesinin zahireci dükkanlarının bulunduğu ünlü bir semtimizdi.

“Soğanpazarı bizimde hayatımızda önemliydi. Çünkü babam o yıllarda yeni yeni ünlenen, çini imalatçısı, daha sonra inşaat malzemeleri satıcısı ve birkaç markanın yetkili bayii olan Taşözlerin mal alımında kullandıkları kamyonun şoförüydü. Babam sadece şoför değil, hem mutemet, hem satın almacıydı da. Şimdi ikiye ayrılmış olan şirket o zamanlar Soğanpazarının en önemlileri arasında ilk üçteydi.”

14. Adapazarı Lokantaları?
İşbankasının olduğu yerde Hacıbaba Lokantası. Yan tarafında Kardeşler Lokantası. Ali ve Tevfik Çakar kardeşlerin Çakar Lokantası, İmren Lokantası, Meriçler Islama Köfte, Dönerci Ömer (Oğur), o zamanki Direkli Çarşı’da, 79 İsmail User’in babasının lokantası. İstasyon Caddesinde Orhan Bey kardeşimin işlettiği Şehir Kulübü ve Restaurantı. Ajda Pekkan’dan Sezen Aksu’ya, Barış Manço’dan Cem Karaca’ya, bir çok sanatçıyı 1960 ve 1970’li yıllarda bu lokantalarda misafir ettim ben. Yemeklerden sonra da mutlaka Enişte’ye uğrayıp ‘Enişte’nin Ayranı’nı içerdik. Sanatçılar da gittikleri yerlerde ballandıra ballandıra da Adapazarı’nın lokantalarını anlatırlardı.

15. Islama Köfte?
Adapazarı’na has ve Adapazarı dışında hiçbir yerde rağbet görmeyen enteresan bir yemektir. Ayda iki kere yerim.

Bana göre ıslama köfte şehrimizin en özgün yemek kültürüdür. Ona güzelliğini kemik suyuna batırılıp ızgarada biraz tutulan ıslak ekmekler veriyor. Çocukluğumda Mustafa Kemal Paşa ilkokulunda okuyan kardeşlerim okul dönüşlerinde köfteci Mustafa’dan harçlıklarıyla ıslama köfte alır gelirlerdi. Ne unutulmaz tatlardı o yıllar ve o zaman yenen yiyecekler...

16. Kabak tatlısı?
Doğal olmak yani glikoz kullanmamak kaydıyla çok güzel bir tatlıdır. Türkiye’de Adapazarı’nı tanıtacak bir marka olabilir. Kaybettiğimiz, Afyon’a, Niğde’ye kaptırdığımız patatesin yerini tutabilir.

“Çocukluğumda Adapazarı’nın üç önemli ürünü sayıldığında patates, soğan ve bal kabağı denirdi. Kabak tatlısı lokantalara özgü bir tatlıydı diye hatırlıyorum, çünkü evlere çok sonra girdi. Ondan önce suda kestane gibi kabuğuyla kayanatılan kabak şeker katılmadan yenirdi.”

17. Adapazarı Lisesi?
Ben 1960’da ortaokulu bitirip Adapazarı Lisesi’ne kaydoldum. Henüz Çark caddesindeki binamız bitmediği için Adapazarı Ortaokuluyla aynı binada eğitim gördük. 1962’de kendi binamıza geçtik. İlk müdürümüz Refik Bakalım’dı. Edebiyatçılarımız karı-koca Berrin Hanım ve Rüknettin Bey. Yine Edebiyatçımız Hakkı Devrim’in halası Gülçin Devrim. Müzikçimiz Mustafa Karaahmetoğlu, Coğrafyacımız meşhur Seyfi Bey. Matematikçimiz Özdilek Hanımdı. Adapazarı Lisesi’nden okul arkadaşlarım; Karasulu Cevat Bilgin, Akyazılı Remzi aydın, Cemal Sakarya, Nevzat Ercan, Tümay Ongan, Nejat Tezcan, Nuri Arapoğlu, Hikayeci Necati Mert, Osman Erkut, Adnan Mersinlioğlu, Asuman Hakman, Muammer Büyüka, Şansal Büyüka, Dr. Nail Balaban, Şansal Gürsakarya, Berin Özarutan, Atilla Ceyişakar, Ünal Taşöz, Rıfkı Arutan, Ersin Tapşın, adları Güven olan-soyadlarını hatırlayamadığım- iki arkadaşlarım ve kız arkadaşlarım: Dr. Güler, Dr. Mürüvvet, Sevgi, Betül, Engin, Cahide, Ülkü, Emine…

18. Nedret Kuşaksızoğlu?
Dünya beyefendisi, eşini de kendisini de çok severim. Ziraat mühendisi. Gençlik yıllarında bana kalmaya gelirdi, aynı yatakta yatardık. Kalender, babacan, delikanlıdır. Liseden sıra arkadaşımdır.

19. Erdoğan Çamlıyurt?
Kankam diyebilirim. Liseden sıra arkadaşımdır. Yardımsever, dost, mert, delikanlıdır. Beden eğitimi öğretmeni, milli futbol hakemi, gençlik spor il müdürüydü. Hâlâ birbirimizi sık sık ararız.

20. Recep Bayrak?
Nöbetleşe lisede okul başkanlığı yaptığımız kankam. Yapı Kredi Bankası İstanbul bölge müdürü olarak emekli oldu. Grekoromen Olimpiyat Şampiyonu Mithat Bayrak’ın kardeşi, AK Parti İl Başkanı Recep Uncuoğlu’nun dayısıdır.

21. Esin Engin?
Orta ve liseden sınıf arkadaşımdır. Adapazarı’nın yetiştirdiği en başarılı müzisyendir. Bir sınavı kazanarak İngilizce eğitimi almak üzere bursla ABD’ye gitmesi hayatını değiştirdi. Latin müziği ve tango üzerine orada araştırmalar yaptı. Şecaattin Tanyeri’nden sonra Türkiye’nin en büyük tangocusu bir kardeşimizdi. 50 yaşındayken, çok genç yaşta kaybettik.

“Eskiden Esin Engin’i tanımayan var mıydı, bilmiyorum. O kadar ünlü bir müzisyendi. Önceki bölümlerin birinde, okuduysanız hatırlarsınız, konumuz Esin Engin’di.”
  

DEVAM EDECEK


Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Gazete Adresimiz: www.anadolumedyagrup.com

Yayın Tarihi: 22.06.2012

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE ŞEHRİMİZİN ÜNLÜLERİ 13

Hamdi Özarutan’la 40 soruda Adapazarı....

“Şehrimizin geçmişten günümüze ünlülerini tanıttığımız yazı dizimize ünlü iş-bulucusu-düzenleyicisi (organizatör) Hamdi Özarutan’la devam ediyoruz. Daha önceki yıllarda Fahri Tuna’nın yaptığı söyleşiyi olduğu gibi aktaracağım. O söyleşiden şehrimizin bugün unutulan kişi ve yerlerini bulacak ve belkide duygulanacaksınız.

Zaman en acımasız süpürgedir. Bu satırlardan bunu anlayacak, yitirdiklerimize belki yüreğimiz burkulacak, belki bir iki damla göz yaşı dökeceğiz. Belki bir satıra anıların tatlı sıcaklığıyla gülümseyeceğiz. Arada sırada sözün arasına girme cesareti bulursam kusuruma bakmayın. Hatırladığım Adapazarı hakkında bir iki sözüm olabilir, onları bu söyleşiyi bozmadan ekleyebilirim.”



1-1943?
Ali Beyin torunu, Emin Özarutan’ın dört çocuğunun en büyüğü Mehmet Hamdi Özarutan’ın yani benim doğum tarihimdir: 12 Aralık 1943…

2-Soğuksu?
Kafkasya’nın Abhazyasından gelen büyük dedem Şahin Bey tarafından 1869’da gelip Hendek’in kuzeyinde kurduğu köyün adıdır. Şahin Bey, dedem Ali Beyin babasıdır. 18 yaşında gelmiştir. İnanılmaz lezzetli ve soğuk suyu, pınarları, su kaynakları olduğundan ‘Soğuksu’ adını vermişler. 2012 yılı itibarıyla 300 hane, 1100-1200 nüfuslu bir köydür. Benim de doğduğum köydür.

3- Burhanettin Erman?
Dünya beyefendisi, dünya mükemmeli bir insan. Şu anda 85 yaşlarındadır. İki gün evvel elini öptüm, Allah ona uzun ömürler versin. Beni 1949-1954 arası Soğuksu İlkokulu’nda beş sene okutan öğretmenimdir. Çok dirayetli çok iyi bir öğretmenimizdi.

4- Adapazarı Ortaokulu?
1954 Eylülünde girdiğim, beş yılda bitirdiğim okuldur. Bugünkü Atatürk Parkında Büyükşehir Belediyesi’nin hizmet binası olan binada okuduk.

5-Kara Yusuf ?
Gür sesli, esmer, son derece disiplinli, otoriter biri, müdür Başmuavinimizdi. 1957’de ders saatinde bir deprem yaşadık; onun bir haykırışı vardır salonda, bütün okul inledi: ‘Telaş etmeyin, dikkatli inin, kendinizi koruyun’ diye. 600’e yakın öğrenci okulu terk ettikten sonra okulu kendisi terk etti. 1961 seçimlerinde CHP’den Sakarya milletvekili seçildi.

6- Hasan - Talia Balcıoğlu?
Baldızı Müzeyyen hanım dahil, üçü de en saygın öğretmenlerimizdiler. Oğulları Altan Balcıoğlu sınıf arkadaşımdır. Ortaokuldayken eşi Talia hanım tarihe, Hasan bey de Türkçe dersimize girerlerdi. Yıllar sonra her Adapazarı’na gelişimde Hasan Beyi ziyaret etmişimdir. Üstelik sınıf mümessilliğini elimden aldığı halde…

7- Matematikçi Ahmet Bey?
Ortaokulda Matematik dersimize gelirdi. Unutulmaz bir hocadır. Bir keresinde çetele tuttuk, bir derste 60 defa ‘aferin hayvan eşek oğlum’ dedi, kızsa da onore edecek de olsa hep aynı cümleleri kullanırdı. Bir de mutlaka herkese bir şamar vururdu.

8- Ortaokul sınıf arkadaşlarınız?
İnşaat Yüksek Mühendisi Ahmet Babablıoğlu, şarkıcı Esin Engin, Turgut Özal’ın özel doktoru Cengiz Arslan, Eczacılar Birliği Başkanı Refik Baydar, Adalet eski bakanı İsmail Müftüoğlu (Yazıcı), Nato Müteahhiti Ersin Özhan (Tapşın), Milli Futbol Hakemi Erdoğan Çamlıyurt, Ziraat Odası eski başkanı Hikmet Karabayır , Dişçi Ercan Acar ve daha yüzlercesi...

9- Çocukluk aşklarınız?
(Burada adı geçenleri deşifre etmemek için soyadlarının sadece ilk harflarini vereceğim. A.G)
İlkokulda Okşan vardı, Vasfi Ş’un yeğeni. Ortaokulda Aynur Ç, O. İ. M’ün kızı. Ticaret Lisesi’nin orta kısmından İnci, Ticaret Lisesi’nin en güzel kızıydı. Lise yıllarında şu anda Adana’da avukatlık yapan Sevgi A. Adapazarı’nın en saygın avukatlarından Zerrin B’ın da yeğeniydi. Çocukluk aşklarımız işte. Hepsi şimdi evliler ve hepsine de sağlık ve mutluluklar diliyorum.

10. Gümrükönü?
Soğuksu’dan Adapazarı Ortaokulu’na 1954’te geldiğimde Gümrükönü’nde şimdi Atatürk Bulvarı olan bölümde Gümrük binası, Adliye, Kaymakamlık, Jandarma Alay komutanlığı ve Hapishane vardı.

“Bizde 1956 yılının haziran ayında Yugoslavya’dan gelip konduğumuz İstanbul’dan aynı yılın kasım ayında şehrimize gelmişiz. Annem o zamanları anlatırken Gümrükönü’nü aynı şekilde resmederek bizlere anlatırdı. Ben o resmi hiç bilmiyorum.”

Orada –maalesef- sabaha karşı bir adamın idamına şahit olduk, yüzlerce Adapazarlı izledik, caydırıcılık amaçlı 24 saat de adamı teşhir ettiler. Yıl 1964, Kıbrıs’ta hunharca katledilen bir Türk doktoru, eşi ve çocuklarının infiali üzerine, lise öğrenci derneğinin benim başkanlığımdaki organizasyonuyla, Aşık Veysel’i de davet ettiğimiz, binlerce kişinin katıldığı Kıbrıs Açık Hava Mitingini Gümrükönü’nde gerçekleştirdik. Türkiye’de ilk mitingdi bu, sonra Ankara ve İstanbul’da da benzerleri yapıldı.

11. Ankara Caddesi?
Eski Garajlarla Gümrükönü arasında ticaret merkezlerinin hakim olduğu, bir çok otellerin olduğu en prestijli caddeydi. Şimdi o günlerdeki prestijini Çark Caddesine kaptırmış durumdadır.

“Ankara Caddesi o yıllardan sonrada önemini sürdürdüğü için ben onu hatırlıyorum. Benim çocuk felci hastalığım nedeniyle gördüğüm tedaviler 2 haftada, yada ayda bir İstanbul’a seyahatlerimizi gerektiriyordu. O zaman eski garajlardan otobüse biner ve kalaycı bayırı üstünden İstanbul’a giderdik. E-5 dediğimiz yol çok sonra açıldı. Ankara Caddesi adını Ankara’ya gidiş yolunun dört yol üstünden değil Ormanköy’den ulaşılan Akyazı üstünden olması nedeniyle almış.”


DEVAM EDECEK


Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Gazete Adresimiz: www.anadolumedyagrup.com

 Yayın Tarihi  20.06.2012

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE ŞEHRİMİZİN ÜNLÜLERİ 12

Alfabetik sıraya göre gittiğimiz Adapazar’lı ünlülerle ilgili yazımızda bugün bir şarkı sözü yazarımıza yer vereceğim. Yazının sonunda vereceğim listede göreceksiniz; Halit Çelikoğlu bir çok ünlü şarkının söz yazarıdır. Bunlardan çoğu piyasa müziği dediğimiz, kişisel yorumumla acılara tapan müzik dediğim arabesk türünden müziklerle bestelenmiştir. İçlerinde Necdet Tokatlıoğlu’nun bestelediği “Bir Sevgi İstiyorum” adlı şakı sözü Türk sanat müziği bestesi olarak çok sevilmişti.

1 Nisan 1934 yılında Adapazarı’nın Yukarıdere köyünde dünyaya gelen Halit Çelikoğlu evli ve 4 çocuk babasıdır. İlkokulu doğduğu köyde okudu. İlkokuldayken gelen ilköğretim müfettişi, birer tabiat şiiri yazmalarını istedi. Yazılan şiirler içinden en çok beğenilen şiir Halit Çelikoğlu’nun şiiri Adapazarı’nda bir çocuk dergisinde yayınlandı.

İlkokuludan sonra, 4 yıllık Arifiye Köy Enstitüsünde okurken 1954 yılında babası öldü. Bu nedenle okuldan ayrılmak zorunda kaldı. Askerliğini Urfa 116. jandarma Er Eğt. Alayı’nda bölük yazıcısı olarak yaptı. Askerliği sırasında bir tepenin üzerindeki kayalıklarda şiirler yazdı. Şiirlerini okuyan bir asker arkadaşı “gel sana bir şiir kitabı çıkaralım” dedi. Şiir kitabının basımı için Halit Çelikoğlu’nun adına Talim ve Terbiye Kurulu’na yazdığı yazıyla arkadaşı başvurdu. Askerlik yaptığı tabur komutanlığına, Talim ve Terbiye Kurulu’ndan şiir kitabının basım iznini veren resmi yazı geldi. Bunu gören Tabur komutanı, “Halit Çelikoğlu askerlik mi yapıyor yoksa şiir mi yazıyor? Derhal eğitime alın bu askeri , şiir kitabını da terhis olduktan sonra kendisine teslim edin!” diyerek bölük komutanına emir verdi.
Terhisten sonra şiir kitabını da yanına alarak Düzce Sümerbank mağazasına girdi. Bu şiir kitabını bir arkadaşıyla Ankara’ya basılması amacıyla gönderdi. Şiir kitabına “Sevgimin Damlacıkları” adını veren arkadaşı piyasaya çıkardı. Fakat umdukları ilgiyi görmedi.

Daha sonra adliyenin açtığı sınavla zabıt katibi oldu. Burda başkatipliğe getirildi. Bir yandan da şiir yazmaya devam etti. Ankara’lı ve çevre illerin şairlerini Düzce’de toplayıp “Şiir Gecesi’ düzenledi.

İstanbul Sultanahmet adliyesine1970’te tayinini isteyerek emekli olana kadar burada çalıştı.
Kendi gibi şarkı sözü yazarı olan arkadaşı İ. Behlül Pektaş’la Unkapanı’nda dolaşırken, Nazmi Yükselen Elif Plak’ın sahibi-yapımcı Kerem Güney’le 1972 yılında tanıştırdı. 45’lik plakların egemen olduğu yıllardı. “Teselli Arıyorum ve Adımı Kalbime Yaz” adlı 2 şiirle müzik piyasasına adım attı. Bayan şarkıcı Nuran Yakar ‘’Teselli Arıyorum’’ şarkısını okudu. Gelgelelim şarkı beklenen ilgiyi görmedi. Adnan Şenses adına çıkan “Adımı Kalbine Yaz” 45’lik öyle bir ilgi gördü ki, kaset fabrikaları kısa sürede istenen sayıda kaset basmakta teknik yetersizliklerle karşı karşıya kaldılar. Elif Plak’tan toplam 35 şarkı sözü 45’lik plak halinde çeşitli sanatçıların sesiyle çıktı.

Devran Plak’tan Gönül Akkor’un okuduğu bestesi Cavit Deringöl’e ait olan “Öyle Yaktın Ki Beni” ve bestesi Rıfat Şanlıel’e ait olan “Benim Şikayetim Aşktandır Aşktan” adlı 45’lik plaklar çıktı.

Elenor Plak’tan Zeki Müren’in sesiyle çıkan “Hayat Sen Ne Çabuk Harcadın Beni” adlı şarkı sözü dilden dile dolanmaya başladı.

Günaydın gazetesinin 1982 yılında düzenlediği şiir yarışmasında “Bir Sevgi İstiyorum”la birinci oldu. Şiiri çok beğenen Nejdet Tokatlıoğlu bu şiire çok güzel bir beste yaptı. O yılların en sevilen bu şarkısını Muazzez Abacı, Samime Sanay ve Kamuran Akkor plaklara ve kasetlere okudular. Şarkı çok tutunca Halit Çelikoğlu birçok bestekârın dikkatini çeker oldu. Yusuf Nalkesen, Mustafa Sayan, Cavit Deringöl, Nejdet Tokatlıoğlu, Teoman Alpay, Suat Sayın, Arif Sami Toker gibi bestekârlar kendisinden şarkı sözleri istediler. Böylelikle Halit Çelikoğlu’nun ünlü bestekârlarla çalışma dönemi başladı.

Baştada belirttiğim gibi piyasa bestelerinden ayrılan bir elin parmakları kadar sayıda klasikleşmiş şarkısı ancak bulunabilir. Fakat öylede olsa zoru başarmış bir söz yazarı olması, kurtlar sofrasında yer alması şehrimizin övüncü olmasına yeter.

Şarkı sözlerinden oluşan besteleri plaklara ve kasetlere okuyan sanatçılar şunlar:
Adnan Şenses, Müslüm Gürses, Ferdi Tayfur, Bergen, Kibariye, Zeki Müren, Bülent Ersoy,
Faruk Tınaz, Metin Milli, Hülya Sözer.

Bestelere yazılmış bilinen şarkı sözleride şunlar:
Yaranamadım, Allah Muhtaç Etmesin, Haberimiz Yok, Sabrım Ağlıyor, Talihsizler, Üstüme Düşme Benim, Kul Feryadı, Ağlamak İçin Mi Geldik Dünyaya, Bu Şehir, Gelin Mi Oluyorsun, Öyle Yaktın Ki Beni, Bir sevgi istiyorum, Gözlerin Doğuyor Gecelerime, Gökyüzünde Duman Duman Bulutsun, Senin Olmaya Geldim, Eller Kadir Kıymet Bilmiyor Annem, Hayat Sen Ne Çabuk Harcadın Beni,
Küsmeyin Geceler ve Şansım Açıldı.

  
DEVAM EDECEK


Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Gazete Adresimiz: www.anadolumedyagrup.com

Yayın Tarihi: 18.06.2012

ŞAİRLERİN ŞİİRLERİYLE SÖYLEDİĞİ 127

Geçtiğimiz hafta 7 haziran günü ünlü şair Abdürrahim Karakoç’u yitirdik. Yazdığı ‘Mihriban’ adlı şiirle ve o şiirin, alevi türkücü ve ozan Musa Eroğlu’nun (bizim toplum olarak ebruli gibi kaynaşmamıza çok güzel bir örnektir) yaktığı türküye söz olmasıyla adı en çok bilinen sanatçılar arasına giren şairimizin şiirlerinden önce kendisini biraz tanıyalım. 

Kahramanmaraş’ın Ekinözü ilçesinde 1932 yılında dünyaya geldi. Onun şiir yazması kadar doğal bir şey olamazdı. Çünkü dedesi, babası ve kardeşleri de şair olduğu için daha çok küçükken şiirler yazdı. İlk yazdığı şiirleri biraz serpilip büyünce 2 kitap basacak kadar artan şiirlerini yayınlanacak olgunlukta bulmayıp yaktı. 1958 yılından başlayarak yazdığı şiirleri 1964’te ‘Hasan’a Mektuplar’ adıyla ve 10.000 baskıyla Fedai Yayınlarından yayınladı. Eser kısa zamanda tükendi. 10.000 baskı yaparak 2. baskıyla şiir severlere sunuldu.

Yaşadığı kasabanın, belediyesine sorumlu sayman olarak girerek 1958’de memur oldu. 1981 yılı Mart ayında memuriyetten emekli oldu.

Mücadeleci şiirleri yazması yaşadığı zorlu hayattan dolayıdır. 27 Mayıs Darbesi, zinde güçler, demokrasi maskaralığı ve haksızlıklar yergici şiirlerine yansıdı. Aleyhinde yaklaşık 30 dava açılmıştır. Bu davaların hepsinden aklanırken bir avukata ihtiyaç duymadı, kendini savunmayı başardı. İktidarlarla hiçbir zaman barışık olmadı.

Şiirleri insan merkezlidir. Serdengeçti, Töre-Devlet, Ocak, Yeni Düşünce, Yenisey, Alperen yayınları olarak şimdiye kadar 12 şiir kitabının yanı sıra makalelerinden derlen bir kitabı çıktı. 1985 yılından beri gazetecilik yapan şairimiz, politikaya girdi ve ayrıldı. Neden girip, neden ayrıldığını bir röportajda şöyle cevaplandırdı: ‘Allah rızası için girmiştim, Allah rızası için ayrıldım’.

...

AÇIK DİLEKÇE

Görmediğim bir bambaşka durum var
Sizin şehrin kızlarında savcı bey
Yaklaşanı ta yürekten vururlar
Kan kokuyor gözlerinde savcı bey

Gayeleri gönül kırmak dal gibi
Bakışları çifte favül bal gibi
Ülkeler fethetmiş bir kral gibi
Gurur dolu pozlarında savcı bey

Kaş yaparken, göz çıkarır elleri;
Çok silahtan tesirlidir dilleri
Hayret ettim, bir tuhaf ki halleri
Poyraz eser yüzlerinde savcı bey

Derviş olup çıktım tığsız, tebersiz
İlk görüşte avladılar habersiz
Pişirdiler beni tuzsuz, bibersiz
Kebap oldum közlerinde savcı bey

Bölüştüler gönlüm ile aklımı
Davacıyım, ara benim hakkımı...
Bir yol göster, haklı mıyım, haksız mı?
Yorulmayım izlerinde savcı bey.

ABDURRAHİM KARAKOÇ

***

ALIŞKANLIK

Bu kirli düzenin düzenbazları
Azrail'e rüşvet vermeyi dener
Ölünce dünyanın en kurnazları
Torpille cennete girmeyi dener

ABDURRAHİM KARAKOÇ

***

ANADOLU GEZİSİ

-1-

Ter kokuyordu Çukurova tarlaları
Irgat Türküleri duyuluyordu uzaktan
Ekin biçiyordu yalınayak köy kızları
Elleri kabarıyordu oraktan.

Gökbelen dağlarına yağmur yağıyordu;
Yetimler mahallesinde bir çocuk ağlıyordu

-2-

Kan kokuyordu doğunun çimenli yaylaları;
Silah sesleri geliyordu Şırnak'tan.
Oğulsuz koymuşlardı ak saçlı anaları;
Tütünler tedirgin olmuştu ocaktan.

Cilo dağlarında kamalaklar üşüyordu;
Garipler köyünde bir gelin düşünüyordu

-3-

Yosun kokuyordu Karadeniz'in mavnaları;
Yırtık havalar döküyordu parmaktan.
Bıçak gibi bir soğuk biçiyordu baharı;
Dal boylu gençler gidiyordu bıçaktan.

Ilgaz dağlarında kurtlar uluyordu.
Bekarlar kahvesinde bir adam uyuyordu.

***

-4-

Şehvet kokuyordu Ege'nin bereketli ovaları;
Taze bedenler soyuluyordu ahlaktan.
Tedirgin etmişlerdi bizim havaları;
Yadırgı seleri geliyor plaktan.

Çatalkaya dağında kartallar dönüyordu;
Bir nesil yaşıyor, bir tarih ölüyordu.

ABDURRAHİM KARAKOÇ

***

ANADOLU SEVGİSİ

Sen bizim dağları bilmezsin gülüm,
Hele boz dumanlar çekilsin de gör.
Her haftası bayram,her günü düğün,
Hele yaylalara çıkılsın da gör.

Bilmezsin ovalar nasıldır bizde;
Kağnılar yollarda,yoncalar dizde...
Saydıklarım damla değil denizde,
Hele bir ekinler ekilsin de gör.

Görmedin sen bizim mavi suları,
Karlar eriyince kırar yuları...
Köpük olur beyaz,sel olur sarı;
Hele taştan taşa dökülsün de gör.

Sen bizim köyleri görmedin ki hiç,
Yolları toz,çamur,evleri kerpiç.
O kirli kabukta,o en temiz iç;
Hele bir yakından bakılsın da gör.

Anlamaz,bilmezsin sen bizim halkı,
Sevgiyi bulasın,yakına gel ki...
Kalıplar gerçeği göstermez belki
Gönül perdeleri sökülsün de gör.

ABDURRAHİM KARAKOÇ

***

AŞK HİKAYESİ

Başımdan bir kova sevda döküldü
Islanmadım, üşümedim, yandım oy!
İplik iplik damarlarım söküldü
Kurşun yemiş güvercine döndüm oy!

Yağmur yorgan oldu, döşek kar bana
Anladım ki kendi gönlüm dar bana
Alev dolu bardakları yâr bana
Sunuverdi içtim içtim kandım oy!

Sevgi ektim, naz biçmeye çalıştım
Ne zamana, ne kendime alıştım
Kırk senede yedi hasret bölüştüm
Yedi dünya bana düştü sandım oy!

Gönül şahinimi yordum gerçeğe
Sonsuzda yüzümü sürdüm gerçeğe
Teselliden kanat kırdım gerçeğe
Tecellinin sinesine kondum oy!

ABDURRAHİM KARAKOÇ

***

AYIP

Kara gözlüm bu ayrılık yetişir,
İki gözüm pınar oldu gel gayrı.
Elim değse akan sular tutuşur
İçim dışım yanar oldu gel gayrı.

Ayların sırtında yıllar taşındı,
Sanma ki garibi eller düşündü.
Bebekler evlendi,yollar aşındı
Kozalaklar çınar oldu gel gayrı.

Hesap et sen,gurbet ile
Otuz ay tutuldu kolay mı dile?
Hapisler,sürgünler,esirler bile
Sılasına döner oldu gel gayrı.

Gönlüm sende,gözüm yollarda durdu,
Saat isyan etti,takvim kudurdu.
Hasret hançerini bağrıma vurdu
yüreciğim kanar oldu gel gayrı.

Emeği boşadır yuvasız kuşun...
Nerdeyse toprağa değecek başın.
Beni düşünmezsen kendini düşün
Herkes seni kınar oldu gel gayrı.

ABDURRAHİM KARAKOÇ

***

AYNALARIN ÖTESİ

Her ne kusur varsa geçen zamanda;
Suçsuzdur aynalar, ela gözlü yar
Mecnunlar Mevla'yı bulursa canda,
El olur Leylalar ela gözlü yar

Güzel açar güzelliğin sergisin
Gün ağartır kara saçın örgüsün...
Muhabbet faslında ölüm türküsün
Kim söyler, kim çalar ela gözlü yar

Estikçe iş çıkar işin içinde;
Gençliğin hasret yer sevda göçünde
Bilmez misin, dört mevsimin üçünde
Kar olur yaylalar, ela gözlü yar

Alı al, yeşili yeşilde ara;
Ahirete gider kalbdeki yara...
Ne yapsan bir daha çıkmaz dallara,
Dökülen ayvalar ela gözlü yar

Vakit dolar, nakit biter kasanda...
Sevda bir kitaptır gönül masanda;
Okusan da olur, okumasan da...
Kapanır sayfalar ela gözlü yar

ABDURRAHİM KARAKOÇ

***

AYNANIN İKİ YÜZÜ

Bir zirvede habire şiştikçe şişene bak
Bir tabanda her adım yıkılıp düşene bak
Bir ülke yansa bile yan gelip yatanlara
Bir yangın söndürmeye çarıksız koşana bak.

ABDURRAHİM KARAKOÇ

***

AYRILIK HAVASI

Ben nefret eyledim sizin gerçekten
Yalanı severim, yalanı gayrı
Tiksindim bülbülden, gülden çiçekten
Yılanı severim, yılanı gayrı

Yıllarca boş yere canımı sıktım
Nihayet yol buldum çığırdan çıktım
Beyden efendiden sayından bıktım
Ulanı severim ulanı gayrı

Sapıtmış bu diye beni yeriniz
Hakkımda bin türlü hüküm veriniz
Omuzumda yüktür dirileriniz
Öleni severim öleni gayrı

ABDURRAHİM KARAKOÇ

***

BALABANIM

Geldi gönderdiğin şiirden mektup
Arada bir böyle yaz Balaban'ım
Zaman siciminin ucundan tutup
Bazen bağla, bazen çöz Balaban'ım

Fikir gölü derinleşir girdikçe
Dostluk gülü gümrah açar derdikçe
Sıhhat, zaman, mekan, imkan verdikçe
Cevapsız bırakmam, söz Balaban'ım

Ahval-i aleme kafayı takma
Allah Kerim, sabrı elden bırakma
İlmi düstur eyle, imanı sakla
Gayrisi savrulan toz Balaban'ım

Huzur içte gerek, kabukta değil
Vuslat acelede, çabukta değil
Akıl da baştadır, topukta değil
Çile yemekteki tuz Balaban'ım

Ahlakı, töreyi kenara atan
Dine 'Afyon' diyen, vatanı satan
Müslüman olamaz, Türk değil zaten
Dayanmaz görmeye göz Balaban'ım

Demişler ya 'Kuvvet birlikten doğar'
Kar, yağmur zamanı gelince yağar
Nasihatım o ki dinlersen eğer
İşaret 'ben' değil 'Biz' Balaban'ım

Çevremizi saran türlü ihanet
Gün geçtikçe görünüyor daha net
Başlangıçta bilmek değil kehanet
Bağrımıza girmiş köz Balaban'ım

Zaman geldi esir olduk maddeye
Zaman geldi hasır olduk caddeye
Zaman geldi küsur olduk şetteye
Daha bunlar bize az Balaban'ım

Dört yanımı gurbet yazmış kaderim
Dosttan mektup gelir, biter kederim
Gözlerinden öper, selam ederim
Aydınlık günlerde gez Balaban'ım

ABDURRAHİM KARAKOÇ

***

MİHRİBAN

Sarı saçlarına deli gönlümü
Bağlamışlar, çözülmüyor Mihriban.
Ayrılıktan zor belleme ölümü
Görmeyince sezilmiyor Mihriban.

'Yâr' deyince, kalem elden düşüyor
Gözlerim görmüyor, aklım şaşıyor
Lâmbamda titreyen alev üşüyor
Aşk, kağıda yazılmıyor Mihriban.

Önce naz, sonra söz ve sonra hile...
Sevilen, seveni düşürür dile
Seneler, asırlar değişse bile
Eski töre bozulmuyor Mihriban.

Tabiplerde ilâç yoktur yarama
Aşk deyince ötesini arama
Her nesnenin bir bitimi var ama
Aşka hudut cizilmiyor Mihriban.

Boşa bağlanmamış bülbül, gülüne
Kar koysan köz olur aşkın külüne...
Şaştım kara bahtın tahammülüne
Taşa çalsam ezilmiyor Mihriban.

Tarife sığmıyor aşkın anlamı
Ancak çeken bilir bu derdi, gamı
Bir kördüğüm baştan sona tamamı...
Çözemedim... Çözülmüyor Mihriban. 

ABDURRAHİM KARAKOÇ

***

Bu haftada bana ayrılan yerin sonuna geldik. Hepinize iyi pazarlar sevgili okurlar.


Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Gazete Adresimiz: www.anadolumedyagrup.com

Yayın Tarihi: 17.06.2012

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE ŞEHRİMİZİN ÜNLÜLERİ 11

Bugünkü yazımıza konu olan yazarımız Cumhuriyetin kuruluş aşamasının en etkili gazetecilerindendir. İzmir’in kurtuluşundan sonra Mustafa Kemal ile tanıştı. Ardından kendisinin dostluğunu kazandı. Atatürk’ü daha yakından tanıtan anılarıyla tanındı. 1923-1950 yılları arasında siyasete atılarak milletvekili seçildi. Atatürk’e yakınlığı sayesinde döneminin önemli olaylarına tanıklık etti. Yazarımızın kişisel tarihi cumhuriyet tarihi ile bütünleşmiştir..

Ailesi yazarımız doğmadan önce ilimizin Kaynarca ilçesinin Büyükkaynarca köyünden İstanbul’a göç etti. böylelikle Falih Rıfkı Atay 1894 yılında İstanbul’da dünyaya geldi. Babası Hoca Hilmi Efendi, annesi Huriye Cemil Hanımdır.

Mekteb-i Tahsil Mektebi’nde Ortaokulu, Mercan İdadisi’nde lise öğrenimini bitirdi. İdadide okurken edebiyat öğretmeni olan Celal Sahir Bey (Erozan)’le  bir ileri sınıfta öğrenci olan Orhan Seyfi (Orhon), edebiyat zevkini edinmesinde çok büyük katkıları gelişmesine oldu. 1908 yılında II. Meşrutiyet’in ilanı edildiği sırada girdiği Darülfünun Edebiyat Fakültesi’nden 1912’de mezun oldu.

İlk yazıları1911’de, Servet-i Fünun dergisinin ek sayfalarında genç yazarlara ayrılan bölümlerde yayınlandı. 1911 yılında Tecelli dergisi ile, 1912 Süleyman Bahri’nin yönettiği Kadın dergisinde Cenap Şahabettin ile Ahmet Haşim’in şiirlerini hatırlatan şiirleri çıktı. 1912’den başlayarak Tanin gazetesinde düz yazıları yayınlandı.

1913’te memuriyet hayatına başladı. Sadaret ve Dahiliye Nazırlığı kalemlerinde çalıştı. Dahiliye Vekili Talat Paşa ile birlikte resmi görevle Bükreş’e gitti. Ordan Tanin Gazetesi’ne röportajlar gönderdi. Bu dönemdeki yazılarında, Türkçülük ve Türkçecilik akımlarının etkisi görülür.

I. Dünya Savaşı

I. Dünya Savaşı sırasında yedek subaylıkla orduya katıldı ve Suriye’ye gönderildi. Cemal Paşa’nın kâtibi oldu. Suriye ve Filistin’deki savaş anılarını kale aldığı 1918 yılında Ateş ve Güneş kitabını yayınladı. 1917 yılında Cemal Paşa’nın Bahriye Nazırı olunca Kalemi Mahsusa müdür yardımcısı seçildi.
Ali Naci (Karacan), Necmettin Sadık (Sadak) ve Kazım Şinasi (Dersan) ile birlikte Akşam Gazetesi’ni 1918 yılında kurdu. Bu çıkardığı gazetede Kurtuluş Savaşı’nı destekleyen yazılar yazdı. Damat Ferit Paşa hükümeti vatanseverleri yargılamak için özel mahkemeler kurdu. Halkın “Kürt Nemrut Mustafa Divanı” adıyla adlandırdığı mahkeme tarafından milli mücadeleyi destekleyen yazıları suç sayılıp, idam isteğiyle yargılandı. İkinci İnönü Muharebesi kazanınca Divan-ı Harp tutumunu değiştirdi. Yazarımız böylelikle idamdan kurtuldu. 10 Eylül 1922’de Anadolu’ya geçerek zaten desteklediği milli mücadelenin bizzat içine girmiş oldu..

Kurtuluş Savaşı

Kurtuluş Savaşı’nı destekleyen yazılarına Tanin ve Hakimiyet-i Milliye gazetelerinde devam etti.. Savaştan sonra Halide Edip,Yakup Kadri, Mehmet Asım ile birlikte Yunan ordusunun yakıp yıktığı yerleri saptamak amacıyla Tetkik-i Mezalim Heyeti’ne seçildi. Falih Rıfkı böylelikle Anadolu’yu dolaşmış oldu. 

Milletvekilliği 

İlk olarak 1923 yılında TBMM’ye giren yazarımız ardından peşpeşe 27 yıl milletvekili oldu. 1923 yılından1927 yılına kadar Bolu, 1927 yılından 1950 yılına kadar Ankara milletvekilliği yaptı. Milletvekilliği sırasında yazılar yazmaya devam etti. Hakimiyet-i Milliye, Ulus ve Milliyet gazetelerinin değişik zamanlarda başyazarlığını yaptı. Milli mücadelenin ardından girişilen devrimleri ve batılılaşmayı yazılarında savundu. Yeni Türk Alfabesinin hazırlanıp uygulanma aşamasında kendisine Dil Encümenliği görevi verildi. Ulus gazetesinin başyazarıyken Ankara şehir planı seçiciler kurulunda üyelik ve İmar Komisyonunda başkanlık yaptı.
İzmir’in kurtuluşundan sonra Mustafa Kemal Atatürk’le tanıştı. Onun dostluğunu kazandı. Bu döneme ait anılarını “Atatürk’ün Bana Anlattıkları”  adlı kitabıyla 1955 yılında, “Çankaya” adlı kitabıyla 1961 yılında ve “Atatürk Ne İdi?” adlı kitabıyla 1968 yılında yayınlayarak halkın ilgisine sundu. Atatürk’ün yanında olması ve olayları yakından görmesi kitaplarına özel önem kazandırdı.

1950 yılında yapılan seçimleri Demokrat Parti’nin seçimleri kazanarak iktidara geçmesinden ardından 1952 yılında Dünya gazetesini kurdu ve gazetenin başyazarı olarak muhalefete geçti. Demokrat Parti iktidarına karşı Atatürk devrimlerini savundu. İstanbul’da 20 Mart 1971 yılında kalp krizi geçirerek  öldü. Falih Rıfkı Atay Zincirlikuyu Mezarlığı’nda yatmaktadır.

Edebiyattaki yeri

Cumhuriyet dönemi yazarları arasında ilk olma özelliğini taşıyan, anılarını yazdığı kitaplarda toplayan yazarımız bu anıların halka ulaşmasını sağlamıştır. Falih Rıfkı Atay, anı ve gezi yazılarını sunduğu kitapları şunlardır.

Zeytindağı (anı-1932, 1964), 
Faşist Roma, Kemalist Tiran, 
Kaybolmuş Makedonya (bu üçü gezi-1930) 
Pazar Konuşmaları (fıkra-1966)

Atay, cumhuriyet döneminin en etkili gazetecilerindendi. Ona bunu sağlayan sağlam, çekici anlatımı ve sahip olduğu duru Türkçesiydi. Bu özellikleri onu basının en usta kalemlerinden biri yapmaya yetti. Türkçeyi süssüz bir dille, sanat özentiliğine kaçmadan fakat çok bilinçli ve etkili  kullandı. Siyasi konulardaki fıkra ve başyazılarıyla tanınan yazarımızın gezi, anı, makale ve sohbet türlerinde birçok kitabı vardır.

Gelecek yazımızda şehrimizin bir başka ünlüsüne, Halit Çelikoğlu’na yer vereceğim.


DEVAM EDECEK


Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Gazete Adresimiz: www.anadolumedyagrup.com
Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com

Yayın Tarihi  15.06.2012

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE ŞEHRİMİZİN ÜNLÜLERİ 10

Bir şehir; içinde yetişen insanların hem nitelik, hem niceliğiyle uygar dünyanın şehri olur. Sahip olduğu geçmişe oranla azımsanmayacak nicelik ve en önemlisi nitelikte insanın bağrından çıkmış olması nedeniyle şehrimizin bulunduğu yerden daha yukarılarda olması gerektiğini düşünüyorum. Ne yazık ki şehrimiz İstanbul’a yakınlığı nedeniyle beyin göçü vermektedir. Uluslar arası düzeye erişen insanlarımız her şeyin kaynağı durumundaki İstanbul’u tercih etmektedirler. Gerçi ülke sınırları içindeki her yer bize vatandır. Burada ayrım olmaz.

Gelgelelim şehrimizin uygar dünya şehri olabilmesi için bunun önlenmesi gerektiği gün gibi ortada duruyor. Nasıl olacak peki? Bu soruyu cevaplamak görevi yerel yöneticilerimize düşüyor. Yerel yöneticilerimiz şehrimizin başka şehirlerde yaşayan ünlülerini çekmek için şehrimizde yaşamayı cazip hale getirmeliler. Ebediyete geçmiş ünlülerimizin de isimleri cadde ve sokaklarımıza verilmeli. İl meclisi üyelerimizin parlak buluşları sayesinde (bu sayın baylara hakkımı asla helal etmiyorum) numaralandırılarak şahsiyetsizleştirilen cadde ve sokaklar böylelikle alacakları isimle kişilik kazanacaklar. Ayrıca şehrimiz ünlülerinin eserleri çeşitli etkinliklerle kamuoyuna sıkça tanıtılmalı.

Son dönemde yerel yönetimlerimizce şehrimizde doğan ünlü futbolcuların doğdukları sokak başlarına birer panoyla tanıtımı yapıldı. Güzel şeylere itirazım yok! Ama bir Güvahi’nin ata sözü derlemeleri gibi bir söz neden panolarda yer almaz sorasım geliyor. Yoksa sizlerde benim gibi Güvahi’den haberdar değil miydiniz? Yada yaşayan edebiyat ustalarımızdan Necati Mert gibilerinin eserlerinden bir cümle.. anladım, anladım okumayı sevmiyorsunuz, ondan dolayı bu saydığım konuları bilmiyorsunuz. Ne diyebilirim ki..    

Sözü çok uzattım. Bugünkü ünlümüz yazar Faik Baysal! Kendisini bundan 32 sene önce “Sarduvan” isimli romanını okuyarak tanıdım. O romandaki kişiler sanki benim sokağımda yaşıyor gibiydi. Roman benden çok önceki bir dönemi anlatmış olsada ilgimi çekmişti. Serdivan dediğimiz tepelerin Hızırtepeyle, Erenlerle birleşik olduğunu o romanda okumuş ve şaşırmıştım. Peki şehre nerden giriliyordu? Eski Ankara yolu şimdi mahalle adıyla anılan Çökekler ve Budaklarında olduğu Sakarya Kışlasının ve bugün hala kullanılabilen eski Sakarya köprüsünün de bulunduğu yoldan mı? O yol sadece Ankara’dan gelen araçların kullandığı yol muydu? Galiba öyleymiş. İstanbul’a İzmit üzerinden Kazımpaşa yolundan gidilirmiş. Söyleyenlerin yalancısıyım.

İşte bir romanın düşündürdükleri..

Faik Baysal’ı anlatmaya başlayalım artık, değil mi?

1922 yılında Adapazarı’nda doğan yazarımız ilk, orta ve liseyi İstanbul’da ki Saint Joseph Lisesi’nde okudu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümünü 1942 yılında bitirdi. Daha sonra gazetelerde, şirketlerde, ansiklopedilerde çevirmenliğin yanı sıra çeşitli liselerde Fransızca ve İngilizce öğretmenliği yaptı. İkinci Dünya Savaşında asker olduğu için savaş bitene dek yedek subay olarak uzun bir askerlik dönemi geçirdi. İlk sayısından son sayısının çıkıp tamamlanmasına kadar geçen sürede Meydan Larouse Ansiklopedisinin çalışmalarında bulundu. 1944 yılında ilk romanı “Sarduvan” yayınladı. Sonrasında da şiirler, öyküler ve romanlar yazdı. Orhan Kemal Roman Armağanı’nı “Sarduvan”la, Sait Faik Hikâye Armağanı’nı “Sancı Meydanı”yla kazandı. Faik Baysal Fransızcadan çok sayıda çeviri yaptı.

Yaptığı evlilikten iki çocuğu oldu. 1936 yılında ilk şiiri Gündüz dergisinde çıktı. 1943’ten bu yana, şiir ve hikâyeleri en çok Varlık dergisinde, romanlarıda dizi olarak çeşitli gazetelerde yayınlandı. Baysal, büyükbabasının yanında çocukluğunu geçirdi. Bunun kendisine çok faydası oldu. Yazdığı romanlarda Adapazarı ve çevresi köy ve kasabalarıyla, daha sonra gençlik yıllarında öğrendiği İstanbul’un kenar mahallerini konu edindi. Roman ve hikâyelerinde sefalet içinde yaşayan yoksul insanların serserilikle harmanlanmış hayatlarını anlatan Faik Baysal, 9 Aralık 2002 yılında öldü..

Faik Baysal, gözler önünde olmaktan hoşlanmazdı. Kozasını ören ipek böceği gibi köşesinde sessizce çalışırdı. Edebiyatla yaşayan, bununla soluk alan, çevirileriyle yeryüzü kültürlerine açılan, bütün bunları bir yaşama biçimine dönüştüren sanat adamıydı. Edebiyat dünyasına ilk adımları şiirledir. “1940 Kuşağı” içinde yer almasını yazdığı hikâye ve romanlarına borçludur.
1944 yılında yayınlanan ilk romanı “Sarduvan”, Faik Baysal’ın edebiyattaki yönünün ne olduğunu gösteren eser oldu. Hatta bu romanın en son basımında kaleme aldığı önsözde “Roman büyük gürültü kopardı ve sonunda edebiyat kazandı,” diyerek durumu anlatır. Gerçeğe bakacak olursanız bu romanın kendisi kadar çıkan gürültünün üzerinde de durmak gerekir.

19 yaşında genç bir edebiyatçı olarak, ait olduğu toplumun sorunlarına tanık olan ve buna duyarsız kalmayan bir kişi olarak, gördüğü düzensizlik ve yoksullukları bu romanıyla topluma duyurmaktadır. Faik Baysal İstanbul’un taşrası konumundaki Adapazarı’nı çok iyi tanıyan bir insan olduğu için gerçeklerden kaçamaz. Toplumsal dönüşüm ve değişimle çarpıklıklaşan, yer yer yozlaşan durumdan rahatsızlık duyar. İşte yazarımızın kendisinde toplumun vicdanı olma zorunluluğunu duymasına yol açan tamda budur. Bir konuşmasında bunu belirtir: “Ben Sarduvan’ı daha çok bu rezilliği sarsmak, okuyucuya uyarıda bulunmak, biraz abartılı da olsa insanımızın gerçek dramını gözlerin önüne sermek, edebiyatımızı saçma sapan kitaplarıyla halkı afyon yutmuş gibi uyutan tefrikacılarımızın gerçek yüzlerini ortaya koymak için yazdım.”

Gördüğünüz gibi romancımız, döneminin edebiyat dünyasına toplumun bu durumu karşısında sessiz kaldıkları içinde tepkisini ortaya koymaktadır. “Sarduvan” adlı romanı, Baysal’ın yer aldığı edebiyat toplumu içinde kilometre taşlarından biri kabul edilir. 1957 yılında yayınlanan ikinci romanı “Rezil Dünya”, o tepkisinin yerli yerinde bir tepki olduğunu gösterir.

Faik Baysal; henüz köy-kent olgusunun oluşmadığı ve doğal olarak daha tartışılmadığı edebiyat dünyamızda, toplumcu bakışın roman ve öyküsünün nasıl olması gerektiğini gösterir. Öte yandan şiirde “Garip Şiiri”nin  sokağın sesine kulak vermesi, ‘küçük insan’ı konu edinmesi toplumcu romanın doğmasını kolaylaştırır. Şiirdeki ‘sokağın sesi’ ve ‘küçük insan’ olarak adlandırdığımız bu ikili yaklaşım Faik Baysal ve onun gibi düşünenlerin edebiyatını gün yüzüne çıkarır. Gelenekselle modern o dönemle birlikte elele yol almaya başlar. Şiirsel dilden ayrı bir dil olarak nazmın yeni biçimlemeyle dili yeniden kurup biçimlendirerek, başka bakış açılarla edebiyatın zenginleşebileceğini gösterirler. Faik Baysal, bu yeni oluşumun içinde en ‘açık’, en ‘sade’ biçimde yerini alır.

Eserleri şunlardır:

Elleri Sesinin Rengindeydi (1998). Hikaye
Rezil Dünya (1957), roman
Drina’da Son Gün (1972) roman
Voli (1993) roman
Madam Bambu (yıl belirtilmemiş) roman

  
DEVAM EDECEK


Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Gazete Adresimiz: www.anadolumedyagrup.com

Yayın Tarihi: 13.06.2012