31 Ağustos 2013 Cumartesi

OSMANLI VE ÇOK SESLİ MÜZİK

Geçenlerde kent parkta geziyordum kulağıma uzaklardan hafif, yumuşak, ruh okşayan orkestral ezgiler geldi. Kulak kabarttım. Sesler beni havuzlara doğru çekti. Fıskiyeler altında Chaykowsky’nin “Kuğu Gölü” bale müziği çalıyordu. Sonra Vivaldi’ye, daha sonra Mozart’ın “5. keman konçerto”suna geçtiler.

         Ülkemizde de çağdaş müzik adıyla çok sesli müzik denemelerinde bulunulmuştur. Bizde de anıt değerinde bir “Çeşme Başı” bale süiti vardır. Müzik toplumsal değişimleri en güzel ve en belirgin biçimde gösterir. Ülkemizin çeşitli evrelerde yaşadığı değişimleri sadece müzikle dahi görmemiz mümkündür.

         Osmanlının son zamanında klasik müzik müzisyeni bir İtalyan vardı sarayda ve paşa ünvanıyla anılıyordu. Bu kimdi biliyor musunuz? 21.08.13 çarşamba günkü yazımda belirtmiştim, okuyanlar bilir; “Donizetti” Paşa! O yazıdan bir paragraf aktarıyorum.

“İlk yenilik hareketlerine kalkışan genç Osman bu uğurda kurban olunca, 2. Mahmut buna engel olduğunu düşündüğü yeniçeri ocağını ortadan kaldırmakla işe başlar. Yeniçerilik kalkınca mehteranı da gereksiz görerek yerine müzika-i hümayun’u kurar ve başına dönemin ünlü İtalyan müzisyeni Gaetano  Donizetti’nin kardeşi Guiseppe Donizetti’yi getirir. Paşa ünvanını alan Donizetti orkestrası’nın 1829 yılında rami kışlası’nda verdiği konser sultan 2. Mahmut’un ayakta alkışlarıyla son bulmuş, 1831 de bandosuna mahmudiye marşı’nı çaldırarak ilk Osmanlı madalyasını alan Donizetti, Sultan Abdülmecid tahta çıkınca onuruna mecidiye marşını bestelemiştir. Daha sonra Osmanlı sarayına ilk operayı da sokmuştur. Prens ve prenseslere piyano dersleri de vermiş ve onlara klasik batı müziğini öğretmiştir.”

         Gördüğünüz gibi bu İtalyan müzisyen Çok Sesli Türk müziğinin ilk temellerini atması için 2. Mahmut tarafından getirtilmişti.

         Cumhuriyetle birlikte sosyal değişim amacıyla müziğinde değişmesi öngörülmüştü. Adnan Saygun’lar, Ulvi Cemal Erkin’ler, Cemal Reşit Rey’ler böyle doğdular. Yani bir kesimin tu kaka ederek küçümsediği ve çamur atmaya bayıldığı çok sesli müzik sadece bu rejimin “marifeti” değildir. Gördüğünüz gibi bu işin bir öncesi de vardır.

         Bu müzik türü batıda da aristokrasi (soylular) ve sonrasında yükselen burjuvazi (kent soylu) sayesinde gelişmiştir. Asya tipi üretim tarzının egemen olduğu doğu toplumlarında burjuva sınıfı gelişmediği için, halk gelenekleri ve kültürü (çok uzun süre, hatta denilebilir ki teknoloji çılgınlığı bu ülkeleri de sarana kadar) değişmemiştir. 

         Osmanlı’da İstanbul’un fethinden sonra Bizans’ın yerleşik kültürü reddedilmeden üstüne Türk İslam kültürü eklenip, sanat musîkisi dediğimiz saray müziği, yani halkın müziğinden ayrı bir üst düzey müziği oluşmuştur. Bu o zamanın Türk Klasik müziğidir. Bu gün bu müzik “Klasik Türk Musîkisi” adıyla anılıyor. Cumhuriyet bu kültürü devralmış, yanına halk türkülerini katarak bunu çok sesli harmanlayıp sunmak istemiş, fakat işin kültürel yanından çok, ticari kazancını düşünen Unkapanı tarzı cahil tüccar prodüktörler nedeniyle halka yayılmamıştır. Bence bizde burjuvazinin gelişmemiş olması, modernleşme ve yenileşmekte istenen seviyede olmamızı önlemiştir.

          Uygarlık sadece batıya özgü değildir. Her coğrafyanın uygarlığı üretim ve paylaşım arasındaki süreçlerle var olur. Bu süreçlere kentleşme olgusunu eklemezsek her şeyi anlatmış olamayız. Teknolojik gelişmeye bağlı olarak bir kültürün oluştuğunu da göz ardı edemeyiz. Bu dini yaşayışları da ister istemez etkiler. Siz ne kadar değişmez kabul etseniz de inanışları değil elbette, ama yaşayış biçimlerini tüm direnmelere rağmen değiştirecektir. Bu Osmanlıda bile böyle olmuştur. Birde Osmanlı bu kadar hızla değişen gelişen teknolojilerle karşı karşıya değildi. İşin bu yanını düşünecek olursanız, söylediklerimi önemsersiniz.

         Önümüzde örnek olarak duran sanatçılar popüler, yani genel geçer kültürün sanatçılarıdırlar. Bu sanatçıları ölçü alıp adam gibi kültür tartışması yapılırsa hata olur. Tıpkı tarihi, gazetecilerin değil tarihçilerin yazması gibi. Gazeteci sadece tanıklık eder, ama çoğu kez neye tanıklık ettiğini dahi bilemez.  

         Sanat tarihini belirleyen toplumun zevk ve düşüncesini ileriye götüren yeniliklerdir. Bunlar batıda çok bilinen isimlerle söyleyecek olursak Mozart, Beethoven v.b sanatçılarsa, bizde de Itri, Dede efendi, Sadullah Ağa, Cumhuriyetle birlikte Münir Nurettin Selçuk, Adnan Saygun, Ulvi Cemal Erkin’dir. Batıda nasıl bu örneklerin arasına Elvis Presley, Madonna alınmıyorsa bizdede Sezen Aksu, Orhan Gencebay bu örnekler arasına alınmazlar. Kaldı ki ülkemizden örnek olarak andığım kişiler tarz oluşturmuş özel iki isimdirler.

         Ülkemizde bir ara sığ bir Fazlı Say tartışması çıkmıştı hatırlar mısınız? Neden sığ diyorum, adamın ülkenin geleceğinden duyduğu korkuyu dile getirip çekip gitmekten söz etmesi üzerine toplum tarafından bilinmeyen müzik yapan, kimsede CD’leri bulunmayan adam olarak yabansılanmış, yaptığı müzik küçümsenmişti. Fazlı Say’ın söyledikleri tartışılabilir, o başka bir konu. Söz ettiğim konudan bakıldığında Fazlı Say’ın herkesin edinemediği kültürün en üst düzey temsilcisi olduğu görülür.

         Bu müziği icra eden ve üreten sanatçılar mutlaka bu ülkenin müziğini bu çağla buluşturacaklardır. Popüler kültürün temsilcileri olanlar bir yönüyle (çok sesliliğe gidişin müziği olan müziklerle) farkında olmadan bu hizmette bulunmuşlardır. Ama o kadar, daha fazlasını yeni yetişen genç beyinlerden beklemek gerekir. Kalıpçı değil özgür müzikler artık olmalıdır. Bunu kesinlikle prodüktörlerden beklemiyorum. Bu internet çağında al satçılıktan başka bir şey olmayan prodüktörlük bitmelidir. Bunların beğenilerini değil, toplumu gelişmiş beğeni düzeyine taşıyacak sanatçıların, esas üretmek istedikleri eserlerini görmek istiyorum.

          Çeşitli uygarlıkların olduğu dünyamızda Çin ve Japonya dahi kendi müziğine çok sesliliği çoktan getirdiler.

         Son söz: Türkiye kendine özgü çok sesli müziği çoğaltmak zorundadır.


Yayın Tarihi26.08.2013


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder