Ülkemizde de
çağdaş müzik adıyla çok sesli müzik denemelerinde bulunulmuştur. Bizde de anıt
değerinde bir “Çeşme Başı” bale süiti vardır. Müzik toplumsal değişimleri en
güzel ve en belirgin biçimde gösterir. Ülkemizin çeşitli evrelerde yaşadığı
değişimleri sadece müzikle dahi görmemiz mümkündür.
Osmanlının
son zamanında klasik müzik müzisyeni bir İtalyan vardı sarayda ve paşa
ünvanıyla anılıyordu. Bu kimdi biliyor musunuz? 21.08.13 çarşamba günkü yazımda
belirtmiştim, okuyanlar bilir; “Donizetti” Paşa! O yazıdan bir paragraf
aktarıyorum.
“İlk yenilik
hareketlerine kalkışan genç Osman bu uğurda kurban olunca, 2. Mahmut buna engel
olduğunu düşündüğü yeniçeri ocağını ortadan kaldırmakla işe başlar. Yeniçerilik
kalkınca mehteranı da gereksiz görerek yerine müzika-i hümayun’u kurar ve
başına dönemin ünlü İtalyan müzisyeni Gaetano
Donizetti’nin kardeşi Guiseppe Donizetti’yi getirir. Paşa ünvanını alan
Donizetti orkestrası’nın 1829 yılında rami kışlası’nda verdiği konser sultan 2.
Mahmut’un ayakta alkışlarıyla son bulmuş, 1831 de bandosuna mahmudiye marşı’nı
çaldırarak ilk Osmanlı madalyasını alan Donizetti, Sultan Abdülmecid tahta
çıkınca onuruna mecidiye marşını bestelemiştir. Daha sonra Osmanlı sarayına ilk
operayı da sokmuştur. Prens ve prenseslere piyano dersleri de vermiş ve onlara
klasik batı müziğini öğretmiştir.”
Gördüğünüz
gibi bu İtalyan müzisyen Çok Sesli Türk müziğinin ilk temellerini atması için
2. Mahmut tarafından getirtilmişti.
Cumhuriyetle
birlikte sosyal değişim amacıyla müziğinde değişmesi öngörülmüştü. Adnan
Saygun’lar, Ulvi Cemal Erkin’ler, Cemal Reşit Rey’ler böyle doğdular. Yani bir
kesimin tu kaka ederek küçümsediği ve çamur atmaya bayıldığı çok sesli müzik
sadece bu rejimin “marifeti” değildir. Gördüğünüz gibi bu işin bir öncesi de
vardır.
Bu müzik türü
batıda da aristokrasi (soylular) ve sonrasında yükselen burjuvazi (kent soylu)
sayesinde gelişmiştir. Asya tipi üretim tarzının egemen olduğu doğu
toplumlarında burjuva sınıfı gelişmediği için, halk gelenekleri ve kültürü (çok
uzun süre, hatta denilebilir ki teknoloji çılgınlığı bu ülkeleri de sarana
kadar) değişmemiştir.
Osmanlı’da İstanbul’un fethinden sonra
Bizans’ın yerleşik kültürü reddedilmeden üstüne Türk İslam kültürü eklenip,
sanat musîkisi dediğimiz saray müziği, yani halkın müziğinden ayrı bir üst
düzey müziği oluşmuştur. Bu o zamanın Türk Klasik müziğidir. Bu gün bu müzik
“Klasik Türk Musîkisi” adıyla anılıyor. Cumhuriyet bu kültürü devralmış, yanına
halk türkülerini katarak bunu çok sesli harmanlayıp sunmak istemiş, fakat işin
kültürel yanından çok, ticari kazancını düşünen Unkapanı tarzı cahil tüccar
prodüktörler nedeniyle halka yayılmamıştır. Bence bizde burjuvazinin gelişmemiş
olması, modernleşme ve yenileşmekte istenen seviyede olmamızı önlemiştir.
Uygarlık
sadece batıya özgü değildir. Her coğrafyanın uygarlığı üretim ve paylaşım
arasındaki süreçlerle var olur. Bu süreçlere kentleşme olgusunu eklemezsek her şeyi
anlatmış olamayız. Teknolojik gelişmeye bağlı olarak bir kültürün oluştuğunu da
göz ardı edemeyiz. Bu dini yaşayışları da ister istemez etkiler. Siz ne kadar
değişmez kabul etseniz de inanışları değil elbette, ama yaşayış biçimlerini tüm
direnmelere rağmen değiştirecektir. Bu Osmanlıda bile böyle olmuştur. Birde
Osmanlı bu kadar hızla değişen gelişen teknolojilerle karşı karşıya değildi.
İşin bu yanını düşünecek olursanız, söylediklerimi önemsersiniz.
Önümüzde
örnek olarak duran sanatçılar popüler, yani genel geçer kültürün
sanatçılarıdırlar. Bu sanatçıları ölçü alıp adam gibi kültür tartışması
yapılırsa hata olur. Tıpkı tarihi, gazetecilerin değil tarihçilerin yazması
gibi. Gazeteci sadece tanıklık eder, ama çoğu kez neye tanıklık ettiğini dahi
bilemez.
Sanat
tarihini belirleyen toplumun zevk ve düşüncesini ileriye götüren yeniliklerdir.
Bunlar batıda çok bilinen isimlerle söyleyecek olursak Mozart, Beethoven v.b
sanatçılarsa, bizde de Itri, Dede efendi, Sadullah Ağa, Cumhuriyetle birlikte Münir
Nurettin Selçuk, Adnan Saygun, Ulvi Cemal Erkin’dir. Batıda nasıl bu örneklerin
arasına Elvis Presley, Madonna alınmıyorsa bizdede Sezen Aksu, Orhan Gencebay
bu örnekler arasına alınmazlar. Kaldı ki ülkemizden örnek olarak andığım
kişiler tarz oluşturmuş özel iki isimdirler.
Ülkemizde bir
ara sığ bir Fazlı Say tartışması çıkmıştı hatırlar mısınız? Neden sığ diyorum,
adamın ülkenin geleceğinden duyduğu korkuyu dile getirip çekip gitmekten söz
etmesi üzerine toplum tarafından bilinmeyen müzik yapan, kimsede CD’leri
bulunmayan adam olarak yabansılanmış, yaptığı müzik küçümsenmişti. Fazlı Say’ın
söyledikleri tartışılabilir, o başka bir konu. Söz ettiğim konudan bakıldığında
Fazlı Say’ın herkesin edinemediği kültürün en üst düzey temsilcisi olduğu
görülür.
Bu müziği
icra eden ve üreten sanatçılar mutlaka bu ülkenin müziğini bu çağla
buluşturacaklardır. Popüler kültürün temsilcileri olanlar bir yönüyle (çok
sesliliğe gidişin müziği olan müziklerle) farkında olmadan bu hizmette
bulunmuşlardır. Ama o kadar, daha fazlasını yeni yetişen genç beyinlerden
beklemek gerekir. Kalıpçı değil özgür müzikler artık olmalıdır. Bunu kesinlikle
prodüktörlerden beklemiyorum. Bu internet çağında al satçılıktan başka bir şey
olmayan prodüktörlük bitmelidir. Bunların beğenilerini değil, toplumu gelişmiş
beğeni düzeyine taşıyacak sanatçıların, esas üretmek istedikleri eserlerini
görmek istiyorum.
Çeşitli
uygarlıkların olduğu dünyamızda Çin ve Japonya dahi kendi müziğine çok
sesliliği çoktan getirdiler.
Son söz:
Türkiye kendine özgü çok sesli müziği çoğaltmak zorundadır.
Yayın Tarihi: 26.08.2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder