31 Ağustos 2013 Cumartesi

SULAR SELLER DİYARI İSTANBUL VE “EDEP YA HU!..”

         Düşünmeden edemediğim çok konu var sevgili okurlar. Örnek olarak İslam dünyasının deyişiyle “kürreden zerreye,” batının materyalist felsefesiyle “maddeden atoma” deyişlerini belirtebilirim. Bunun kısaca anlamı “bütünden parçaya” demektir. İsterseniz dünya dışına çıkıp milyarlarca yıldızla birlikte dünyayı seyredin, isterseniz inin dünyaya yeryüzündeki bütün canlıları seyredin. Yada daha tekilleştirerek bir insanı seyredin. Hayatı devamlı kılacak eylem, bütün bu saydığım şeyler içinde hep aynıdır. Bu eylem “devinimdir” durmadan “harekettir.” Harekete bir engel çıkarsa hastalık başlar. O zaman bir taraf sürekli sinyal verir. Düzeltilirse hareket devam eder, düzeltilmezse ölüm gerçekleşir. Bütün biyolojik veya toplumsal olaylara baktığınızda bu mantığın var olduğunu ve hiç değişmeden, hiç şaşmadan yol aldığını görürsünüz.

        En ufak bir yağmurda büyük kentleri ve özellikle İstanbul’u vuran su baskınları bütüncül bakıldığında görüleceği gibi yukarıda anlattıklarımdan hiçte farklı değildir. Aşırı göç, buna bağlı olarak artan nüfus yatay alanların bitmesine, dikey alanların kullanılmasına sebep olmuştur. Biz bunları hep gelişmenin eseri saydık. Yaşananlar hiçte öyle demiyor. Görüntüdeki makyajı biz güzelleştiğimizi sanarak abarttık. Şimdi makyaj aktı, güzel olan şeyler bile çirkinleşti.

         Eğer ormanı yok ederseniz, eğer dere yataklarını ve denizleri doldurursanız, eğer bataklıkları kurutursanız olacağı budur. Ben cahil yoksulların büyük kente göçlerine bir şey demiyorum, onlar ekmek derdiyle oralara geldiler. Ama bütün belediye başkanları, ülkenin bütün başbakanları bunu önleyecek programlar üretemediler.

         Yapılacak şey çok basit aslında. İstanbul’da yaşamayı vergiye bağlı hale getirirseniz, İstanbul’a gelmek vizeli mümkün olursa nüfus kontrolünü elinizde tutmuş olursunuz. Böylelikle çarpık büyümenin önüne geçilir. Gelişmiş Avrupa ülkelerinin büyük kentlerinde istediğiniz gibi gidip kalamazsınız. Orda rüşvet işlemediği için polis kuş uçurtmuyor. İstanbul’a göçü ecdadımızda vize koyarak önlemiş. Anadolu’dan gelen biri geldiği ilin nüfus müdürlüğünden evli anlamına gelen “serbest”
(Ser: baş, Best: bağlı. Serbest - başı bağlı) kağıdını göstermeden İstanbul’da kalamıyormuş. Evli olarak gelen eşini düşünerek kalamayacağı, eşini almaya kalksa izin alamayacağı için, uzun süre kalamazmış. Böylelikle İstanbul’un nüfusu göç yoluyla artmamış.

         İstanbul’un neredeyse son 20 yıldır yöneticileri Allahtan korktuğunu iddia eden, İslamcı geçinen kesimdendir. Sermayenin el değiştirme işinde yeni rantlar yaratmaktan başka ne yaptılar? Başbakanımız son sel felaketinden dolayı geçmiş belediyeleri suçlayarak, yaşananlar için “derelerin intikamı” demiş. O geçmiş dönem dediği dönemde 20 yılı saymıyor galiba. Orda onunda vebali var. Hadi onu geçtik, yeni 3B planıyla İstanbul’da yeni yerleşim alanları açarak, İstanbul’un kalan son yeşil örtüsünü bitirme fikri kimin?

         Tıpkı Karadeniz Otoyolunun yapımında, suların kaçışının engellenmesiyle, yağan her yağmurda, yol güzergâhındaki bütün kentlerin sel tehlikesini yaşaması gibi...  

         Samanyolu Galaksisinin içinde 250-300 milyar civarı yıldız, evrende 300 milyar Galaksi var. Bu rakamı düşündükçe insanın ne kadar küçük, ne kadar aciz, ne kadar zayıf ama bir o kadar da kibirli ve nankör bir canlı türü olduğunu görüyorum. Özellikle yöneticilerimiz.. Allah onlara şöhretlerini ve keselerini düşünmeyecek vicdan versin. AMİN!!!

         Başa dönecek olursak bütünün içinde yer alan parçaların her birinin kendi içinde uyumlu eylemi bütünü uyumlu yapar. Uyumda bir tekleme varsa o uyumsuzluk demektir. Yani bütünde bir hastalık vardır. İstanbul bu hastalığın kolayca görüleceği kadar büyüklüktedir.

         Kim sorarsa İstanbul bizim gözbebeğimizdir. Onu fetheden kumandan peygamber efendimiz tarafından övülmüştür de. Biz ne yapıyoruz peki? Sadece övünüyoruz.

         Ramazan girerken yazdığım “Ramazan: Edebi Öğrenme Ayı” başlıklı yazıda edebi anlatmış bu bütünün sahibi Allah’ı hatırlayarak her eylemimizi tevazu ve sevgiyle yapmamız gerektiğini belirtmiştim. Çıkan sonuca bakarsak henüz edebi bilmediğimizi görürüz. Biz bu edebe sahip olmadıkça İstanbul kocaman bir köy olmaya devam eder.


Yayın Tarihi07.08.2013 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder