İstanbul’daki teyzem Amerika’dan
gelen teyzemi ve eşini bize getirmişti. İstanbul’daki teyzem benden 6,
Amerika’dan gelen teyzem 4 yaş büyük. Eşi kendisinden 3 yaş küçük. Bu durumda
iki teyzem ablam gibilerken Amerikalı teyzemin eşi arkadaşım gibi olmaz mı?
Teyzem safkan Arnavut, Türkçe çok az anlıyor, ama hiç konuşamıyor. Eşi de
Arnavut fakat Makedonya’da iken çevresinde çok Türk varmış. Konuşarak rahatça
anlaşabiliyoruz. Çok küçük yaşta önce İtalya’ya, oradan Amerika’ya gitmiş.
Ahşap evler yapma konusunda uzmanlaşmış. Senelerce o işi yaptıktan sonra, şimdi
yaşlılar köyünde kalorifer, elektrik, su tesisatları bakım ve onarım işinde
çalışıyormuş. Et alış verişi yaptığı kişiler Karaçay Türkleriymiş. Sonra
arkadaş olmuşlar. Türkçesini bu arkadaşları sayesinde unutmamış, hatta daha da
geliştirmiş.
Karaçaylılar
hakkında hemen bilgi araştırdım. Gözünü sevdiğim interneti önüme bilgileri
seriverdi.
“…
(…) 1828 yılına kadar Rus idaresine tabi olmadılar, bu tarihten
sonra Karaçaylılar Çerkeslerle birlikte 1862 yılına değin Ruslarla
çarpıştılar. 1864’de Karaçay’ı da kapsayan Çerkesya’nın Rus istilasına uğraması
sonucu, büyük bir göç olayı (deportasyon) yaşandı. Rusların Kafkasya’yı
işgali sonunda 1880’li yıllardan itibaren zaman zaman Karaçay-Malkar halkının
bir bölümü diğer Kafkas kabileleri ile Türkiye’ye göç etmek zorunda kaldı.
Bugün bu göçmenlerin torunlarından yaklaşık 25 bin Karaçay-Malkarlı Türkiye’de,
2000 civarında Karaçay-Malkarlı ise Suriye’de, bir kısmı da ABD’nde
yaşamaktadır…”
İşte sen gel bu Karaçaylı Türklerden biri olarak teyzemin eşiyle arkadaş ol! Dünya gerçekten çok küçüldü. Gelecekte misket diye cebimizde taşır mıyız acaba?
…
Neyse
canım bu günde şiirlerle yazımızı sürdürelim.
Geçen
haftaki şiirlerde sözünü ettiğim komşu kızlarımla ilgili şiirlerle başlayalım.
AKROSTİŞ
Güneşli tarlaların
nazlı gelinciğisin
Üşürsün her rüzgârla
öyle durma incinirsin
Lakin üzülme hayat
uzun, bir gün sende sevinirsin
Cana can katan gülüşlerinle
bil ki çok güzelsin
Ah!.. bir de gönül
verdiklerin seni ölesiye sevsin
Nasılda çiçekler açar
saksıda, bahar gelir, karlar erisin
Kadınsın ama çok
erkekten daha erkeksin
Alışkın olmayanlar
seni nerden bilsin
Ben biliyorum ya
yeter, sen sözünün erisin
Al sevgimi kardeşim,
kalbinde yer etsin
Aydın Göle
29.03.97
Akrostişi
bilen bilir. Bu akrostiş ilk ve son oldu. Bir daha akrostiş yazmadım. Kolay bir
şey değildir. Üstü kapalı geçiyorum, bilen neden üstü kapalı geçtiğimi fark
edecektir. Burada bir bayanın adını afişe etmek düşüncesinde olmadığım için
böyle davranmak zorundayım. Beni anlamanızı rica edeceğim.
…
İçlerinde
belki de en güzeliydi. Yüzüne bir perçem düşürürdü. Kıvır kıvır saçları gece
kadar karaydı. O üç kız kardeşin ortancasıydı. Ben ona favorim derdim. İşte ona
özel yazdığım şiir:
KÜÇÜĞÜM
Güvercin kanadı
ellerinle
Cıvıl cıvıl bir keman
gibi sesinle
Yüzüne düşürdüğün bir
tutam perçeminle
Yüreğimde yer ettin
küçüğüm
Sen miydin yoksa
serap mıydı gördüğüm
Mahpusta değiliz,
tutsakta
Gün gelip bu günleri
unutsakta
Sevenlerine hayat
sensiz kördüğüm
Ben seni unutamam
küçüğüm
Sen miydin yoksa,
şakayık mıydı gördüğüm
Uzun uykusuz geceler
kavuşurken güne
Ve masallar, senli
masallar başlardı gene
Yüzüne düşürdüğün bir
tutam perçemine
Bakarken bir günümün,
olmasını isterdim bir sene
Bir çiğ damlası
saflığındaydın küçüğüm
Sen miydin yoksa,
gökkuşağı mıydı gördüğüm
Aydın Göle
13.04.97
Şimdi
sırada bizim biriciğimiz, iki ağbinin tek kızkardeşi, benim her şeyim
Nurşen’ime yazdığım şiire geldi.
AZDIR MUTLU GÜNLERİN
SAYISI
Bahçeleri gülerle
donatır, güllerin ayıdır, unutma mayısı
Salıncakta sallanan
sarışın güleç yüzlü çocuktur kayısı
Sırça köşkte yaşasan
bile azdır mutlu günlerin sayısı
Karasız uçuşan
kelebeklere bak, kalmaz gönlünün kaygısı
Ben senin yiğitliğini
severim
Yıldıramaz seni
sorunların en zorlusu
Kırk ordu çıksa
karşına savaşmazsan bileklerimi keserim
Evimizin duvarlarına
sinmiş teninin kokusu
Sen iste yeter,
ayaklarına baharları sererim
Haşarı, çilli kız
çocuklarıdır manavlarda çilekler
Yaklaştıkça yanına
kokusu artarak gelir
Anlaki yaz
geliyordur, biraz sonra kapımızı çalacak
Sen o zaman tadına
varırsın hayatın ancak
Gökten üç elma düşsün
sana, gerçekleşsin masallardaki dilekler
Kerevetine ben
çıkayım bir rahat sedir
Yorgun gönlüm belki
biraz dinlenir
Sırça köşkte yaşasan
bile azdır mutlu günlerin sayısı
Leyleklere,
kelebeklere bak, gider gönlünün kaygısı
Aydın Göle
15.04.97
Bizim
gerçekten bir kelebeğimiz oldu. Zarif ipek kanatlı, sarışın lacivert gözlü bir
kelebeğimizdi biraderimin kızı. İlk olarak 40 günlükken İstanbul’dan
getirdiler. Görür görmez eridim. Sırtüstü uzandım, onu göbeğimin üstüne
yatırdım, karnımı birkaç kere salladım uyudu. Yandım tutuştum, ne sıcak bir
bebekti, sanki ateşten toptu. Bu şiiri yazdığımda o üç yaşındaydı, bayram için
gelmişlerdi.
ÖMRÜME ÖMÜR KATTIN
Miniciğim Filiz’ime
Sarı saçlarına hangi
çiçeği takayım
Çiçekler senin kadar
güzel değil bebeğim
Sen bir su damlasısın
seni nasıl tutayım
Hayatıma usulcacık,
teklifsiz giriverdin nazlı kelebeğim
Sen uç keyfince ben
ardından bakayım
İste senin için
dünyayı yakayım
Ömrüme ömür kattın
nazlı kelebeğim
Aydın Göle
18.04.97
Küçücük ama
anlamı büyük bir şiir. Zaman içinde ne çok değişiriz. Hatta bu değişimle en
yakınlarımıza bile yabancılaşırız. Çağın en büyük hastalığı yalnızlaşmadır.
Gelecek kuşaklar doğadan koparak bunu daha çok yaşayacak ve korkarım insan olma
özelliklerini yitirecekler.
Unutuldu ne varsa
uzaklarda geçmişimiz
Kısraklar dolu dizgin
ve çamurlu toynakları
Gidiyoruz yarınlara,
yorgunuz, geçmiş içimiz
Arkamızda bıraktık
nice uygarlıkları
Kah uyuyarak, kah
farkına varmadan
Nice gözler yaşardı
bu ayrılıklardan
Nasıl biter, kim
bitirir bu dostlukları
Aydın Göle
11.06.97
Pazartesi
günkü “DOSTLUK BÜLBÜLÜ” başlıklı yazımda okuyacağınız şiiri konu gereği
koymuştum. Şiirlerimi yazdığım bu günde bu şiiri yazmasam olmazdı. Rahmetli
arkadaşımla 7 sene Tüvasaş lokalinde çalışmıştık. Adını koyduğum şarkıcı Cemre
Coşkun’un birlikte çalıştığımız bir işte yetişmekte olan bir şarkıcıya mikrofon
vermemiz üzerine yaptığı kaprisine kızan dostum müziği bıraktı. O gün dolduruşa
gelerek havalarda uçan, kim sorarsa dostumuz Coşkun Cemre, anamızdan emdiğimiz
sütü burnumuzdan getirmişti. Bu olay üstüne bu şiiri yazdım.
ERDOM’A
Ne büyük kalbin var
bedeninde
Dünyaları taşırsın
misket diye cebinde
Karıncanın ayak
sesini duyarda yol verirsin
İnanamam senin bu
gidişine
Ya sen Mevlana’sın
Şems-i Tebriz-i ben
Her nasılsa
yollarımız bir yerde birleşti
Dikenleri batsa da
elimize, gül kokladık
Dostluğumuzu
büyüttük, kadifelere sardık sakladık
Çok ayrılıklar vardır
bahar rüzgarları gibi
Hafif bir ferahlık
getirir
Çok ayrılıklar vardır
yangın yeri gibi
Ağır bir kasvet
bırakır içinde
Şimdi o ağır kasvet
benim içimde
Ya ben Mevlana’yım
Şems-i Tebriz-i sen
Her nasılsa
yollarımız ayrılıyor burada
Gene gül koklayacağız
dikenleri batsada
Ve gece inecek sessiz
uykuya dalacağız
ebediyete
uyanacağız sonrada
Dilerim Allahtan
arkadaşım olursun orda da
Aydın
Göle
23.06.1997
İyi pazarlar sevgili okurlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder