31 Ağustos 2013 Cumartesi

ŞAİRLERİN ŞİİRLERİYLE SÖYLEDİĞİ 12

    İstanbul’daki teyzem Amerika’dan gelen teyzemi ve eşini bize getirmişti. İstanbul’daki  teyzem benden 6, Amerika’dan gelen teyzem 4 yaş büyük. Eşi kendisinden 3 yaş küçük. Bu durumda iki teyzem ablam gibilerken Amerikalı teyzemin eşi arkadaşım gibi olmaz mı? Teyzem safkan Arnavut, Türkçe çok az anlıyor, ama hiç konuşamıyor. Eşi de Arnavut fakat Makedonya’da iken çevresinde çok Türk varmış. Konuşarak rahatça anlaşabiliyoruz. Çok küçük yaşta önce İtalya’ya, oradan Amerika’ya gitmiş. Ahşap evler yapma konusunda uzmanlaşmış. Senelerce o işi yaptıktan sonra, şimdi yaşlılar köyünde kalorifer, elektrik, su tesisatları bakım ve onarım işinde çalışıyormuş. Et alış verişi yaptığı kişiler Karaçay Türkleriymiş. Sonra arkadaş olmuşlar. Türkçesini bu arkadaşları sayesinde unutmamış, hatta daha da geliştirmiş.

         Karaçaylılar hakkında hemen bilgi araştırdım. Gözünü sevdiğim interneti önüme bilgileri seriverdi.
         “… (…) 1828 yılına kadar Rus idaresine tabi olmadılar, bu tarihten sonra Karaçaylılar Çerkeslerle birlikte 1862 yılına değin Ruslarla çarpıştılar. 1864’de Karaçay’ı da kapsayan Çerkesya’nın Rus istilasına uğraması sonucu, büyük bir göç olayı (deportasyon) yaşandı. Rusların Kafkasya’yı işgali sonunda 1880’li yıllardan itibaren zaman zaman Karaçay-Malkar halkının bir bölümü diğer Kafkas kabileleri ile Türkiye’ye göç etmek zorunda kaldı. Bugün bu göçmenlerin torunlarından yaklaşık 25 bin Karaçay-Malkarlı Türkiye’de, 2000 civarında Karaçay-Malkarlı ise Suriye’de, bir kısmı da ABD’nde yaşamaktadır…”

İşte sen gel bu Karaçaylı Türklerden biri olarak teyzemin eşiyle arkadaş ol! Dünya gerçekten çok küçüldü. Gelecekte misket diye cebimizde taşır mıyız acaba?


         Neyse canım bu günde şiirlerle yazımızı sürdürelim.

         Geçen haftaki şiirlerde sözünü ettiğim komşu kızlarımla ilgili şiirlerle başlayalım.


AKROSTİŞ

Güneşli tarlaların nazlı gelinciğisin
Üşürsün her rüzgârla öyle durma incinirsin
Lakin üzülme hayat uzun, bir gün sende sevinirsin
Cana can katan gülüşlerinle bil ki çok güzelsin
Ah!.. bir de gönül verdiklerin seni ölesiye sevsin
Nasılda çiçekler açar saksıda, bahar gelir, karlar erisin

Kadınsın ama çok erkekten daha erkeksin
Alışkın olmayanlar seni nerden bilsin
Ben biliyorum ya yeter, sen sözünün erisin
Al sevgimi kardeşim, kalbinde yer etsin

                                                 Aydın Göle
                                                    29.03.97

         Akrostişi bilen bilir. Bu akrostiş ilk ve son oldu. Bir daha akrostiş yazmadım. Kolay bir şey değildir. Üstü kapalı geçiyorum, bilen neden üstü kapalı geçtiğimi fark edecektir. Burada bir bayanın adını afişe etmek düşüncesinde olmadığım için böyle davranmak zorundayım. Beni anlamanızı rica edeceğim. 


         İçlerinde belki de en güzeliydi. Yüzüne bir perçem düşürürdü. Kıvır kıvır saçları gece kadar karaydı. O üç kız kardeşin ortancasıydı. Ben ona favorim derdim. İşte ona özel yazdığım şiir:

KÜÇÜĞÜM

Güvercin kanadı ellerinle
Cıvıl cıvıl bir keman gibi sesinle
Yüzüne düşürdüğün bir tutam perçeminle
Yüreğimde yer ettin küçüğüm
Sen miydin yoksa serap mıydı gördüğüm

Mahpusta değiliz, tutsakta
Gün gelip bu günleri unutsakta
Sevenlerine hayat sensiz kördüğüm
Ben seni unutamam küçüğüm
Sen miydin yoksa, şakayık mıydı gördüğüm

Uzun uykusuz geceler kavuşurken güne
Ve masallar, senli masallar başlardı gene
Yüzüne düşürdüğün bir tutam perçemine
Bakarken bir günümün, olmasını isterdim bir sene
Bir çiğ damlası saflığındaydın küçüğüm
Sen miydin yoksa, gökkuşağı mıydı gördüğüm

                                                 Aydın Göle
                                                   13.04.97 


         Şimdi sırada bizim biriciğimiz, iki ağbinin tek kızkardeşi, benim her şeyim Nurşen’ime yazdığım şiire geldi.

AZDIR MUTLU GÜNLERİN SAYISI

Bahçeleri gülerle donatır, güllerin ayıdır, unutma mayısı
Salıncakta sallanan sarışın güleç yüzlü çocuktur kayısı
Sırça köşkte yaşasan bile azdır mutlu günlerin sayısı
Karasız uçuşan kelebeklere bak, kalmaz gönlünün kaygısı

Ben senin yiğitliğini severim
Yıldıramaz seni sorunların en zorlusu
Kırk ordu çıksa karşına savaşmazsan bileklerimi keserim
Evimizin duvarlarına sinmiş teninin kokusu
Sen iste yeter, ayaklarına baharları sererim

Haşarı, çilli kız çocuklarıdır manavlarda çilekler
Yaklaştıkça yanına kokusu artarak gelir
Anlaki yaz geliyordur, biraz sonra kapımızı çalacak
Sen o zaman tadına varırsın hayatın ancak
Gökten üç elma düşsün sana, gerçekleşsin masallardaki dilekler
Kerevetine ben çıkayım bir rahat sedir
Yorgun gönlüm belki biraz dinlenir
Sırça köşkte yaşasan bile azdır mutlu günlerin sayısı
Leyleklere, kelebeklere bak, gider gönlünün kaygısı

                                                           
                                                Aydın Göle
                                                  15.04.97


         Bizim gerçekten bir kelebeğimiz oldu. Zarif ipek kanatlı, sarışın lacivert gözlü bir kelebeğimizdi biraderimin kızı. İlk olarak 40 günlükken İstanbul’dan getirdiler. Görür görmez eridim. Sırtüstü uzandım, onu göbeğimin üstüne yatırdım, karnımı birkaç kere salladım uyudu. Yandım tutuştum, ne sıcak bir bebekti, sanki ateşten toptu. Bu şiiri yazdığımda o üç yaşındaydı, bayram için gelmişlerdi.

ÖMRÜME ÖMÜR KATTIN

                                         Miniciğim Filiz’ime

Sarı saçlarına hangi çiçeği takayım
Çiçekler senin kadar güzel değil bebeğim
Sen bir su damlasısın seni nasıl tutayım
Hayatıma usulcacık, teklifsiz giriverdin nazlı kelebeğim
Sen uç keyfince ben ardından bakayım
İste senin için dünyayı yakayım
Ömrüme ömür kattın nazlı kelebeğim

                                                 Aydın Göle
                                                   18.04.97


         Küçücük ama anlamı büyük bir şiir. Zaman içinde ne çok değişiriz. Hatta bu değişimle en yakınlarımıza bile yabancılaşırız. Çağın en büyük hastalığı yalnızlaşmadır. Gelecek kuşaklar doğadan koparak bunu daha çok yaşayacak ve korkarım insan olma özelliklerini yitirecekler.





Unutuldu ne varsa uzaklarda geçmişimiz
Kısraklar dolu dizgin ve çamurlu toynakları
Gidiyoruz yarınlara, yorgunuz, geçmiş içimiz
Arkamızda bıraktık nice uygarlıkları
Kah uyuyarak, kah farkına varmadan
Nice gözler yaşardı bu ayrılıklardan
Nasıl biter, kim bitirir bu dostlukları

                                                 Aydın Göle
                                                   11.06.97


         Pazartesi günkü “DOSTLUK BÜLBÜLÜ” başlıklı yazımda okuyacağınız şiiri konu gereği koymuştum. Şiirlerimi yazdığım bu günde bu şiiri yazmasam olmazdı. Rahmetli arkadaşımla 7 sene Tüvasaş lokalinde çalışmıştık. Adını koyduğum şarkıcı Cemre Coşkun’un birlikte çalıştığımız bir işte yetişmekte olan bir şarkıcıya mikrofon vermemiz üzerine yaptığı kaprisine kızan dostum müziği bıraktı. O gün dolduruşa gelerek havalarda uçan, kim sorarsa dostumuz Coşkun Cemre, anamızdan emdiğimiz sütü burnumuzdan getirmişti. Bu olay üstüne bu şiiri yazdım.

                                         ERDOM’A

Ne büyük kalbin var bedeninde
Dünyaları taşırsın misket diye cebinde
Karıncanın ayak sesini duyarda yol verirsin
İnanamam senin bu gidişine

Ya sen Mevlana’sın Şems-i Tebriz-i ben
Her nasılsa yollarımız bir yerde birleşti
Dikenleri batsa da elimize, gül kokladık
Dostluğumuzu büyüttük, kadifelere sardık sakladık

Çok ayrılıklar vardır bahar rüzgarları gibi
Hafif bir ferahlık getirir
Çok ayrılıklar vardır yangın yeri gibi
Ağır bir kasvet bırakır içinde
Şimdi o ağır kasvet benim içimde

Ya ben Mevlana’yım Şems-i Tebriz-i sen
Her nasılsa yollarımız ayrılıyor burada
Gene gül koklayacağız dikenleri batsada
Ve gece inecek sessiz uykuya dalacağız 
                  ebediyete uyanacağız sonrada
Dilerim Allahtan arkadaşım olursun orda da
                                               
                                                 Aydın Göle
                                                  23.06.1997



İyi pazarlar sevgili okurlar.



Yayın Tarihi25.08.2013

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder