“Kör ölür badem gözlü olur.” Demiş atalarımız. Bu söz “bir
şey yitirildikten sonra değer kazanır” demektir. Hepimizde böyle bir duygu ve
düşünce var. Bize bunu düşündüren pişmanlık veya acıma duygusu mudur? Eğer
öyleyse bir şey kötüde olsa varlığını sürdürmeli midir? Buna kesin cevap
verebilir misiniz? Havada kalmış sözlerle bu soruyla karşılaşılınca kimse kolay
kolay olumlu veya olumsuz cevap veremez. O zaman bu sözü yere indirelim,
ayakları önce bir güzel yere bassın. Yani efendim sözü kişileştirelim.
Sözü 25.10.2013 tarihinde yayınlanan “HERKES ÜSTÜNE DÜŞEN
ROLÜ GEREĞİNCE OYNADI MI?” başlıklı yazıda dediğim gibi mecliste oldukları
sürece bölgenin çağ dışı ilkellikten kurtulması için en başta aşiret düzenini
yıkmaya yönelik tek bir yasa önerisi sunmayan, sunamayan Kürtçü partilere
getirmek istiyorum. Bu aşiret düzeninden kaynaklanan baskıcı gelenekleri
bitirecek eğitim seferberliği içine kız çocuklarının zorunlu katılımı ve Kürt
işadamlarının bölgenin kalkınması için yatırım yapmaları hakkında önerilerde de
bulunmadı. Üniter devlet yapısından kaynaklanan bölgesel kalkınma paylarından
faydalanan işadamlarının orda kurdukları işlerin daha sonra batıya
taşınmalarına hiçbir Kürt lider ve partileri ses çıkarmadı. Onların derdi
kitlesel doyumdan çok yüzeysel bir kimlik arayışı olunca gelişmemişliklerini
kullanan büyük devletlerin planlarının bir parçası olmaktan kurtulamıyorlar.
Kürt
liderlerden Ahmet Türk (güvercin kanadın da lideri olduğu söylenmesi bile hoş
değil, bu ülke hepimizinse birbirimize karşı şahin olacak değiliz ya..)
Diyarbakır’da yaptığı konuşmada “benim bir rüyam” var demişti. Bu söz Amerikalı
zenci lider Dr. Martin Luther King’in
sözüdür. 1963 yılında meydan konuşmasına katılan 200 bin Amerikalı zenciye bu
sözle hitap etti. Dünyanın tanıdığı bu lider, Hürriyet gazetesi eski köşe yazarı,
şimdinin milletvekili Oktay Ekşi’nin de yazdığı gibi; “soydaşları adına “insan
hakları”mücadelesine başladığı 1955 yılından, bir suikast sonucu
öldürüldüğü 3 Nisan 1968’e
kadar bir kere olsun “şiddetin” yanında olmadı. Hukuk dışı hiçbir
mücadele tarzını desteklemedi.”
Oktay Ekşi yazısının devamında
şunları söylüyordu:
“Hemen her konuşmasında “soydaşlarının maruz kaldığı
haksızlığı, baskıyı, eşitsizliği” dile
getirdi ama en çok da Washington
D.C.’de yaptığı “Bir rüyam
var” temalı konuşmasında
bunları tekrarladı. Örneğin:
“Siyah derililere vatandaşlık hakları
verilmedikçe Amerika’da kimse huzura ve sükuna kavuşamaz” dedi.”
Dr. Martin Luther King o yıllarda rüyasını şöyle
anlatıyordu:
“Polisin bizlere karşı uyguladığı, anlatılamayacak kadar
insafsız kabalık önlenmedikçe; oto-yolların kenarlarındaki ve şehir
merkezlerindeki otellerde geceleme hakkı bize tanınmadıkça; Mississippi’de
yaşayan siyah derililere oy hakkı verilmedikçe; New York’taki bir siyah derili
oy verecek hiçbir seçeneğe sahip olmadıkça bizi hiçbir şey tatmin edemez” dedi.
Ahmet Türk’ün adına konuştuğu insanlarımızın hangisi bu
şartları yaşamıştır. Kürtler seçme ve seçilme hakkını kullanarak mecliste
girmedi mi, hatta cumhurbaşkanı olmadı mı bu ülkede? Kürt işadamı olup da işi
engellenen, zengin olmasına izin verilmeyen oldu mu? Böyle olmadığı ortada. 25
ekimde yayınlanan “HERKES ÜSTÜNE DÜŞEN ROLÜ GEREĞİNCE OYNADIMI?” başlıklı
yazıdaki istatistik sonuçları da bunun kanıtıdır.
Dr. Martin Luther King rüyasını dile getirirken imtiyaz
değil eşitlik istiyordu. Hiçbir zaman “Biz
ayrı bir halkız” demedi. Kendi ülkesiyle bir çatışma içine girmedi. Ahmet
Türkün rüyasını şimdilerde siyasallaşan terör örgütünün sesi olma çabaları
içinde bugün nasıl değerlendirmek gerekir acaba?
Bu rüyayı makul ölçülerle dile getirmek, temsilcisi
olduklarını söyledikleri Kürt halkına ve bu ülke insanlarına Ahmet Türk ve
diğer bütün Kürt liderlerin borcudur.
**YAYINLANMADI**
Yayınlanması Gereken Tarihi: 30.10.13