31 Aralık 2013 Salı

FUTBOL; ASLANIN KEDİYE BOĞDURULDUĞU OYUN

Bazı kelimeler vardır ki anadilinden çevrildiğinde kimse için bir anlam taşımaz. Futbol böyle bir kelimedir. Türkçeye de çevrilmedi değil hani. Peki kaç kişi Türkçesini biliyordur ki? Bilenlerde kullanmıyor. Bende bilenlerden olmama ve Türkçe konuşmayı savunmama rağmen futbol kelimesi yerine “ayak topu” demiyorum. 

Futbolu sevmeyen çok azdır. Futbolu sevdiği halde anlamayanda  çok azdır. Neden böyledir? Çünkü seyirlik oyunlar içinde en kolay anlaşılan oyunlardan biridir. Bu yönüyle kimse yönetildiği anayasaları bilmezken futbolun yasalarını dinlerin kutsal emirleri gibi bilirler. Kimse yurttaşlık bilincinde değil, ama herkes bir takımın tribün amigoluğunu çok iyi yapıyor. Ne yaman çelişki. Hatta taraftarın takıma katkısı oranında taraftar olduğu bu kesimlerce çok sık vurgulanıyor. Yani onlara göre bir takım hakkında konuşabilmek için, o takıma duyulan gönül bağı yeterli değil.

Seyirlik oyunlar endüstriyel bir sektördür aynı zamanda. Spor malzemelerinden tutunda yayın haklarına kadar ne varsa seyirlik oyunları besler. Futbol spor endüstrisi bakımından belkide en başta yer alır. Reklam gelirleri, yayın gelirleri, iddia ve spor toto-loto gibi oyunlardan gelen isim hakkı gelirleri, ayrıca ürün gelirleriyle birlikte stat gelirlerini de katarsanız ortada ne büyük  bir ekonominin olduğunu görürsünüz. Bizde bu gelirlerden aslan payını alan üç büyük kulüptür. Diğerleri “Süper Ligde” aldıkları başarı oranında gelir alırlar.

Şehir takımları eğer diğer liglerdeyseler kendi kendine gelir getirecek icatlar yaparlar. En kolay yolu otopark işletmeciliğidir. Bunun için şehir koca bir otopark yapılır. Kaldırım kenarlarına araba bırakmak şehir takımına yapacağınız ufak bir katkıyı gerektirir. Yani modern dilencilik hizmet diye sunulur. Bu paralarda otopark bekçilerine gider. Bekçilerden artan paradan, arada başka paylaşanlarda olduğu için kulüp kasasına pek azı girer.

Bugün Amerika denince aklınıza ne geliyor? Özgürlük anıtı mı, gökdelenler mi? Sinema endüstrisi mi, müzik endüstrisi mi? Ragbi, yani koruyucu zırhlara bürünerek oynanan Amerikan futbolu mu, basketbolu mu? Epey okurumun basketbol diyeceğine inanıyorum. Peki neden basketbol dünya çapında bir spor olmuştur?

İki nedenle:

1: Yoksul zenci çocuklarının burs alıp okumalarını sağlayan spor olduğundan büyük bir nüfusa hitap ettiği için.
2: Artistik, dolayısıyla seyirlik yönünü daha da arttırıcı kurallar koyup bu sporu satılabilir bir ürün haline getirildiği için.

Amerikalılar satılacak şey icat etme konusunda oldukça başarılılar. Sporda bundan nasibini alıyor elbette. Basketbol sporunu dünyaya hitap edebilecek spor haline getirmeleri yayın yoluyla oldu tabii. Bu gün Chicago Bulls, Orlando Magic,  Atlanta Hawks, Charlotte, Utah Jazz, Minnesota, L.A Lakers gibi basketbol takımlarının adını meraklısı biliyorsa bu yüzden biliyor. Bizde bile NBA adlı özel bir spor televizyonu var.

Konumuz futboldu, unutmuş değilim. Amerikalılarca basketbolun, nasıl satılabilir ürün yapılıp dünyaya pazarlandığını göstererek bizim Süper Ligimizin de aynı mantıkla ticari bir ürün haline getirilmekte olduğunu vurgulamak istiyorum.

Fifa; 4 yılda bir Dünya Kupası, Uefa; her yıl Şampiyonlar Ligi ve Avrupa Ligiyle birlikte 4 yılda bir Avrupa Şampiyonaları adlarında ticari organizasyonlar düzenlemektedirler. Bizde bu konuda ilk adım Cine5 kanalıyla atılmıştı. O yıllarda Galatasaray’ın uygun şartlar ve yerinde transferlerle Uefa ve Süper Kupayı kazanmasına giden süreçte tek üstün takımlı ligin doğmasına, şehir takımlarının üç büyüklerle arasında gelir olarak var olan uçurumların derinleşmesine neden olmuştu. Bir ara şimdi yurt dışında olan Uzan’ların Teleon kanalı Türkiye Birinci Ligi maçlarının yayınını almıştı. Taksitleri ödemedikleri için şartlar gereği ellerinden yayın hakları alındı. Daha sonra yayın haklarını kazanan Digitürk, bu açığı kapatıp maç yayınlarının daha çok satılabilmesi amacıyla Süper Ligde rekabeti arttırmıştı. Bunun arasına “İddia” oyunu da girince eskiden bin yılda bir alınan sonuçlar artık olağan hale geldi. Son yıllarda “Aslanın Kediye” boğdurulduğunu görüyoruz. Acaba kediler azmanlaştı mı, ne dersiniz?  

Bunda üç büyük kulübün başkanlarınında etkisi çok büyük. İktidarlarını kaybetmemek uğruna verdikleri mücadeleler, yaptıkları yanlış transferler, bilip bilmeden her işe soyunmaları bu sonucu doğurmuştur.

Süper ligimizde kimin şampiyon olduğu takımların kendilerini ilgilendirmeli. Bizim gibi izleyiciler; bir Hollanda, bir Danimarka, yada bir İrlanda izleyicileri gibi futbola eğlence olarak bakabilmeyi öğrenmelidir. O zaman futbolumuzdaki büyük dönüşüm zevkli hale gelecektir demeyi çok isterdim. Gerçeği bu ama ülkemizde her şey birbirinin içine girdiği için ve her şeyi laçkalaştırmaya bayıldığımız için diyemiyorum. Bu konuda UEFA ve FİFA ayar verici olmasa zaten bize ait olmayan dünyanın en sevdiği bu seyirlik oyunu çok daha fazla kendimize benzetirdik. Uluslar arası alandaki yarışma kurallarını belirleyen bu iki dünya kuruluşu bize olmamız gerekenleri hatırlatmaktadır. Hatta olamıyorsak bunu zorla yaptırma gücüne de sahiptir. Kimse bu kuruluşlara “bu bizim bir içişleri sorunumuzdur” diyemez.

Yarışmacı lig yapalım derken vardığımız yer şikeci lig olmuştur. Çıkarılan yasaları da (futbol ekonomisi çökmesin savıyla) uygulamayınca ceza alması gerekenler cezalandırılmadığı için kıyamete kadar sürecek lekeyi taşımak zorunda kalmışlardır. Önümüzdeki dönem bu cezanın verilmediğinin UEFA’ca kanıtlandığı dönem olacaktır.


Yayın Tarihi:: 30.12.2013

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder