Gazetemizin sahibi Abdullah beyle yazılarım için öyle pek
sık görüşmeyiz. İlk görüşmemizde gazetenin yayın politikalarını anlatmışlar,
uyacağım kuralları belirtmişlerdi. Daha önce yazdığım gazetenin yazı işleri
müdürü hanımla bazen görüş alış verişi yapardık. Genellikle yazı dilimi çok
beğendiğini ama biraz dik bulduğunu belirtirdi. Daha yumuşak bir dil kullanmamı
ve yerel konuları işlememi önerirdi. Bu yüzden kendisinin uyguladığı yayın
kuralı gereği birkaç kere yazım yayınlanmamıştı. Kendisi benden o kadar gençti
ki, üzerinde var olan sorumluluk bir o kadarda ağırdı. Bazen cesaretsiz
olduğunu düşünürdüm, ama ona kızamıyordum. Dedim ya oldukça gençti.
Yerel basın ulusal basın kadar özgür değildir. Neden mi? Çünkü
yerel basında Oto kontrol denilen kendini denetleme bir zorunluluk olarak her
zaman öne çıkar. Çünkü yerel ölçekte karşılaştığınız sivil ve kamu kuruluşları
yöneticileri eşiniz, dostunuz, arkadaşınızdır. Ulusal basında da
muhataplarınızla dost veya arkadaş olabilirsiniz ama yerel basındaki gibi
onlarla her zaman iç içe olmazsınız. Ulusal basının özgürlüğünü sınırlayan
birazda budur. Bakmayın “babam olsa yazarım” diye ortalarda nutuk atanlara. Efelenmek
kolay iş. Kimse dostluklarını bozmak istemez. Yasal konuda da dikkatli
davranmak bir vatandaşlık görevi. Kamunun huzur ve ahlâkını bozacak davranışta
bulunmaya kimsenin hakkı olmadığını herkes onaylar. Bu açılardan da bakarsanız
kendinizi denetlediğinizi fark edersiniz. Peki geriye yazacak ne kalıyor diye
sorduğunuzu duyuyor gibiyim. Ohooo!... O kadar çok şey var ki.. yazmaya
niyetiniz olsunda..
Benim niyetim yazmak, dolayısıyla yazıya konu bulmakta
zorluk çekmiyorum. Konular beni değil ben konuları seçiyorum. Çünkü haberci
değil köşe yazarıyım. Bunda etkili olan hayat görüşüm, aldığım aile terbiyesi
ve eğitimdir. Burada bir parantez açmam gerek. Eğitim derken bunun içine okulu
koymayı çok isterdim. Engelli oluşum yüzünden haftada bir iki gün gidebildiğim
ilk öğrenim hayatımın sonunda, o dönem okul idarelerinin devam mecburiyeti
gereği kaydımı yapmadıkları için, bu mümkün olmadı. Parantezi kapatalım. Sözün
kısası yazılarım 58 yıllık bir yaşamışlığın ve bilgi birikiminin eseridir. Bunda
arkadaşlarımın payı çok büyük. Herkes bana adeta bilgi yağdırıyorlar. Üstüne
kütüphane üyeliklerimi de ekleyin.
Bir özelliğimde habere boğulmamamdır. Ana başlıklar
üzerinden haber seçerim. Her haberi okuyacak kadar vaktim yok! Okumaya da gerek
görmüyorum. Hem kim kimi vurmuş, kim hangi kızı kaçırmış umurumda değil. Bu
gibi haberlerin istatistiki sonuçları haberlerin kendilerinden daha önemlidir.
O, toplumsal gidişatımızın haberdarıdır. Bakın bu ilgimi çeker işte.
Arkadaşlarım bana bilgi yağdırıyor adeta demiştim ya;
onlardan da söz etmek isterim biraz.
*Çıktığım kahvehanenin sahibi Oğuz Yoldaş arkadaşım eline
geçen her belge ve tarihsel yazıyı, birde gazetelerin varsa tarih eklerini
benim için biriktiriyor.
*Ahmet Aslanoğlu benim gezici muhabirim gibi, gördüklerini
not edip getiriyor.
*Mehmet Baloğlu bir siyaset uzmanı (bu aralar aramız serin).
Görüş ve önerileri bir yazar için çok önemli.
*Sadettin Yılmaz sahip olduğu titrine rağmen engelliler
konusunda bilgisini kendisine saklamayan ve bunların kamuoyunca paylaşılmasını
isteyen biri. Onunda katkısı çok büyük.
*Selim Özen kardeşimde kendisi başlı başına haber.. bu yıl
yapılan yerel seçimlerde MHP aracılığıyla meclis üyeliğine seçtik. Artık yerel
mecliste bir sözcümüz o.
*Kadim Yunandan beri dostum Faruk Karagöz kimsenin
göremediğini gören, öyle ortalarda dolaşmayı sevmeyen biri olarak o kadar çok
konu getirir ki, hangisiyle ilgileneceğimi şaşırırım.
*Bu arada mahrukatçılar odası yönetim kurulu üyesi ve eski
başkanı Hamdi Çiçek ağabeyimi es geçmek olmaz.
*Çok değişik şablonlarla olaylara bakan, işe espri katarak
herkesi güldüren, başbakanımızın yılmaz savunucusu Yavuz’umuz var birde. Bir
gün onun yüzünden Oğuz arkadaşım hepimizi kahvehanesinden uzaklaştırır mı acaba
diyorum. İnandığı fikirlerini öyle inatla, kimseyi dinlemeden ve yüksek sesle
savunuyor ki, birileriyle kavga ettiğini sanırsınız.
Aslında bugün bir teşekkür yazısı yazacaktım. Bu kez yazı
bana hükmetti. Bende kalemimi serbest bıraktım. Yazı nereye giderse bende oraya
gittim. Eski gezginlerde atlarının yada eşeklerinin dizginlerini serbest
bırakırlarmış. Onlar nereye gitmek isterse oraya gitmek eğlenceli olur diye
düşünürlermiş. Bunu derken aklıma epey önce izlediğim günümüzün atları-eşekleri
otomobillerle ilgili bir haber geldi. Elektrikli ve şoförsüz bir otomobil
üretilmiş. Yani dizginler serbest. Hem kaza riski hiç yok! Önündeki aracı
durabileceği kadar bir mesafeyle izliyor. Ne sürat yaparsa yapsın önündeki
araca hemen uyum gösteriyor. Bu durumda kaza olur mu? Gördüyseniz sizde
şaşırmışsınızdır. Sanki direksiyonda hayalet var. Direksiyon devamlı bir sağa
bir sola küçük küçük hareket ediyor. Yol belleği diyeceğim bir navigatör,
yarasaların önündeki duvarı yada cismi algılatan mantıkla bir çeşit radar
diyebileceğimiz optik gözlerle çok güvenli yolculuk yapılıyordu. Bu, herkes
için, ama daha çok biz engelliler için çok sevindirici bir haberdi.
Gördüğünüz gibi kalemi serbest bırakarak nerelere geldik.
Artık kalemi elimize alıp durmanın zamanıdır.
Bu yazıdan yazı işleri müdürümüz memnun olacak eminim.
Yayın Tarihi: 09.04.2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder