Bir önceki yazımızda öçütler yani (yabancı dilden aktarılan
söylemiyle) standartlardan söz etmiş, en temel standardın “İnsan Hakları
Evrensel Beyannamesi” olduğunu belirtmiş, buna bakarak dilim döndüğünce asgari
ücreti değerlendirmeye çalışmıştım. Bu beyanname siyasi kavgalar içindeki ülkemiz
insanlarının umurunda olmayabilir. Oysa her şey ona gelip dayanıyor.
Konumuza tekrar döneriz. Şimdi biraz geriye gidelim ve kısa
geçmişimizle ilgili bir özet yapalım.
Atatürk’ün öncülüğünde başlayan,1960’larda hızlanarak süren
sanayileşme hamlesinde 1970’ler devletçiliğin önemli olduğu, pek çok yatırımın
devlet tarafından yapıldığı dönemdir. 1980’ler bu yatırımın durduğu, hatta
devletin elindeki işletmelerin satılma fikrinin ortaya atıldığı, 1990’lar bu
fikrin uygulamaya konduğu, 2000’lerde yapılan satışların (sanayinin yanı sıra
ziraatinde) bitirildiği dönemdir. Bu süreçte ekonomik yapıya hakimiyetinden
dolayı devletin yapısının hantallığından söz ediliyordu. Her iktidara gelen
Siyasi parti tarafından, seçmenine ve yandaşına yaranmak için işsizliği görece
olarak indiren, ama devletin çok daha hantallaşmasına sebep olan, Kamu İktisadi
Teşekkülleri (KİT) adıyla andığımız bu işletmeler gereğinden fazla personel ve işçiyle dolduruldu.
Öyle ki, aynı partiden bir bakan değiştiğinde bile ilgili bakanlığın
elindeki KİT’lere yeniden, fakat bu kez
o bakanın etrafında kümelenenler işe alınıyordu. Sonunda KİT’lerin zarar ettiği
sözleri yaygınlaştı. KİT’lerde çalışanların maaşlarının vergi ödeyen
bordroluların sırtına bindirildiği belirtilerek bunların satışına zemin
hazırlandı. Kamuoyunun böylelikle KİT çalışanlarına husumet duymaları
sağlanarak KİT’lerin satışına engel olmalarının önüne geçilmiş oldu. Ardından
KİT’lerde çalışan işçilere ne olduysa oldu. Hepsi işsiz kaldı. Memur bu konuda
hiç sıkıntı çekmedi, hatta onlara yer beğendirilerek memurluluklarının devam
etmesi sağlandı. Artan nüfusu istihdam edecek sadece özel sektör kalınca iş
gücü ucuzladı. İşte standartlar bu şekilde aşılmış oldu.
Buradan işin başka boyutunu anlatarak bir sonuca varalım.
“2009 yılı araştırmalarına göre Almanya, yüksek ücretlere ve
taşıdığı “Sosyal Güvenlik” yüküne rağmen dış satım ve büyüme bakımından, hem
düşük ücret ödeyen hem de “Sosyal Güvenlik” yükü hiç olmayan Çin’le at başı
gitmekteydi.
Çin 1.204 milyar dolar ihracat yapmış. Almanya ise 1.159
milyar dolar ihracatla Çin’in peşini bırakmamıştı. Ellerindeki işgücü sayısı
Çin’in 804 milyonken, Almanya’nınsa sadece 43 milyondu. Çin’in “Sosyal
Güvenlik” yükü yok demiştik. İşçinin asgari ücreti ise 93-164 dolar
arasındaydı. Almanya’nın “Sosyal Güvenlik” yükü ağır. Nüfusun giderek
yaşlandığı düşünülürse bu yükün daha da artacağı görülebilir. İşçi asgari
ücretleri ise 2000-3000 dolardır.
Prof. Dr. Erdoğan Alkin bu duruma dikkatleri çekerek
soruyor. “Bizde işçilik ucuzlarsa ihracatın artabileceğine inanılır. İşçi ücretlerinin
ve sosyal güvenlik yüklerinin ağırlığının ihracatı frenlediği ileri sürülür.
Almanlar nasıl oluyor da işçiye 10 kat, 20 kat daha fazla ücret ödeyerek
Çinliler kadar ihracat yapabiliyor?”
*Bunlara Almanya’nın 82 milyon Çin’in 1.330 milyonluk (Alman
nüfusu Çin’in 16’da biri büyüklükte.) nüfus farklılığı da eklenmeli.
*Almanya’nın milli geliri (GSYH) 3.2 trilyon dolar, Çin’in
4.8 trilyon dolar.
*Almanya’da kişi başı yurtiçi hasıla (gelir) 40 bin dolara yakın. Çin’de 3.600 dolar dolayında (Almanya’da kişi başı yurtiçi hasıla ‘gelir’ Çin’in 11 katından fazla.)
*Almanya’da kişi başı yurtiçi hasıla (gelir) 40 bin dolara yakın. Çin’de 3.600 dolar dolayında (Almanya’da kişi başı yurtiçi hasıla ‘gelir’ Çin’in 11 katından fazla.)
Almanya’nın 2009 yılı ithalatı 966 milyar dolar, Çin’in 954
milyar dolar. Bu durum, Çin’in sahip
olduğu büyük nüfusa rağmen düşük ithalat yapması, her şeyi kendisinin ürettiği,
her şeyiyle kendi kendine yettiği anlamına mı gelir sizce, yoksa yaşam
kalitesinin öyle pek umursanmadığına mı? Almanya Çin’in % 6 oranındaki
nüfusuyla yaptığı ithalat sizce neyle açıklanabilir? Sözün kısası hem üretilen
malın ve hem insanına sağladığı yaşam kalitesi bakımından Çin standartların
neresindedir?
Devam edelim.
Cari fazla (döviz fazlası) Almanya’da 2009 yılında 135
milyar dolar, Çin’de 297 milyar dolar.
Çin’in ihracatında ABD pazarının payı yüzde 18-21 oranında. Japonya’nın payı yüzde 8-13, Almanya’nın yüzde 4 dolayında.
Çin’in ihracatında ABD pazarının payı yüzde 18-21 oranında. Japonya’nın payı yüzde 8-13, Almanya’nın yüzde 4 dolayında.
Yani Çinin sahip olduğu pazarlar alım gücü yüksek pazarlar.
Almanya bu pazarda Çinin nerdeyse beşte biri oranında pay bulabiliyor. Buna
karşılık Almanya’nın ihracatında daha dengeli bir dağılım var. Fransa, ABD,
İngiltere, Hollanda, İtalya gibi ülkelerin payları yüzde 8 civarında. Çinin
payıysa yüzde 4.5 oranında.
Kısacası Çin oluşturduğu modelle küçümsenecek bir iş
yapmadı. Hakkını teslim etmek gerekiyor. Ama emek yoğun sermaye ile
gelebileceği yerin o kadar olduğunu bu veriler gösteriyor bence.
Erdoğan Alkin sözlerini şöyle tamamlıyor.
“Almanya’da işçilik ücretinin Çin’deki işçilik maliyetinin
on katı, yirmi katı olması Almanya’nın ihracatını engellemiyor. Çünkü Almanya
ucuz işçilik değil, katma değeri yüksek mal ihraç ediyor.
Bizde bazı sektörlerde üretici ve ihracatçı “işçi ücreti
yükü ağır” diyerek hemen pes eder.
Bizde işçi ücretleri Çin kadar düşük değil ama
Almanya’dakine göre çok daha geride. Birçok sektörde özellikle otomotiv ve
tekstil sanayinde ucuz işçiliğe dayalı ihracatın uzun süre devam etmesi
imkânsız. Bu sektörlerde katma değerin önemi giderek öne çıkacak. Ucuz işçilik
ihraç ederek döviz gelirimizi artırma şansımız zayıf.
Kaldı ki Türkiye‘de de işçilik maliyetleri artacaktır. Bu nedenle katma değeri yüksek, teknolojiye dayalı ürünlerin üretimine ve ihracına yönelmeye mecburuz.”
Kaldı ki Türkiye‘de de işçilik maliyetleri artacaktır. Bu nedenle katma değeri yüksek, teknolojiye dayalı ürünlerin üretimine ve ihracına yönelmeye mecburuz.”
Standartların gerileme nedeni seçtiğimiz partilere verilen
akıl veya talimatlarla bize giydirilen bu deli gömleğidir.
Geçen yazımızdan bir bölümü aktararak yazımızı noktalayalım.
TÜRK-İŞ tarafından,
çalışanların geçim koşullarını ortaya koymak ve temel ihtiyaç maddelerindeki
fiyat değişikliğinin aile bütçesine yansımalarını belirlemek amacıyla, her ay
düzenli olarak yapılan “açlık ve yoksulluk sınırı” araştırmasının 2014 Mart ayı
sonuçlarına göre: Dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli
beslenebilmesi için yapması gereken gıda harcaması tutarı (açlık sınırı)
1.149,02 lira,
Gıda harcaması ile birlikte
giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri
ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer harcamaların toplam tutarı (yoksulluk
sınırı) ise 3.742,73 lira olmuştur
Bekâr bir işçinin yaşam
maliyeti bile 1.367 TL’dir.
Bu ne demektir?
Mart ayı itibariyle asgari
ücret, 846 TL olduğuna göre, bu ücretin “insanca geçim koşullarını” 7 gün,
açlık sınırını ise 9 gün karşılayabilecek demektir. Oysa bu oran beş yıl önce
7’ye 22 idi.
Şimdi gelinde “İnsan Hakları Beyannamesi” çerçevesinde en az
şartlarla yaşamak demek olan asgari ücretin 2 kat üstünde bir maaşla yaşayın,
yaşayabilirseniz. Yöneticilerimizin STANDARDI demek olan “VİCDAN”larını
gösteren bir işareti BEN ŞAHSEN GÖREMİYORUM.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder