30 Nisan 2014 Çarşamba

STANDARTLAR IŞIĞINDA ALMANYA VE ÇİN ÖRNEKLEMESİYLE KALKINMA ÖNCELİĞİ

Bir önceki yazımızda öçütler yani (yabancı dilden aktarılan söylemiyle) standartlardan söz etmiş, en temel standardın “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi” olduğunu belirtmiş, buna bakarak dilim döndüğünce asgari ücreti değerlendirmeye çalışmıştım. Bu beyanname siyasi kavgalar içindeki ülkemiz insanlarının umurunda olmayabilir. Oysa her şey ona gelip dayanıyor.

Konumuza tekrar döneriz. Şimdi biraz geriye gidelim ve kısa geçmişimizle ilgili bir özet yapalım.

Atatürk’ün öncülüğünde başlayan,1960’larda hızlanarak süren sanayileşme hamlesinde 1970’ler devletçiliğin önemli olduğu, pek çok yatırımın devlet tarafından yapıldığı dönemdir. 1980’ler bu yatırımın durduğu, hatta devletin elindeki işletmelerin satılma fikrinin ortaya atıldığı, 1990’lar bu fikrin uygulamaya konduğu, 2000’lerde yapılan satışların (sanayinin yanı sıra ziraatinde) bitirildiği dönemdir. Bu süreçte ekonomik yapıya hakimiyetinden dolayı devletin yapısının hantallığından söz ediliyordu. Her iktidara gelen Siyasi parti tarafından, seçmenine ve yandaşına yaranmak için işsizliği görece olarak indiren, ama devletin çok daha hantallaşmasına sebep olan, Kamu İktisadi Teşekkülleri (KİT) adıyla andığımız bu işletmeler  gereğinden fazla personel ve işçiyle dolduruldu. Öyle ki, aynı partiden bir bakan değiştiğinde bile ilgili bakanlığın elindeki  KİT’lere yeniden, fakat bu kez o bakanın etrafında kümelenenler işe alınıyordu. Sonunda KİT’lerin zarar ettiği sözleri yaygınlaştı. KİT’lerde çalışanların maaşlarının vergi ödeyen bordroluların sırtına bindirildiği belirtilerek bunların satışına zemin hazırlandı. Kamuoyunun böylelikle KİT çalışanlarına husumet duymaları sağlanarak KİT’lerin satışına engel olmalarının önüne geçilmiş oldu. Ardından KİT’lerde çalışan işçilere ne olduysa oldu. Hepsi işsiz kaldı. Memur bu konuda hiç sıkıntı çekmedi, hatta onlara yer beğendirilerek memurluluklarının devam etmesi sağlandı. Artan nüfusu istihdam edecek sadece özel sektör kalınca iş gücü ucuzladı. İşte standartlar bu şekilde aşılmış oldu.

Buradan işin başka boyutunu anlatarak bir sonuca varalım.

“2009 yılı araştırmalarına göre Almanya, yüksek ücretlere ve taşıdığı “Sosyal Güvenlik” yüküne rağmen dış satım ve büyüme bakımından, hem düşük ücret ödeyen hem de “Sosyal Güvenlik” yükü hiç olmayan Çin’le at başı gitmekteydi.

Çin 1.204 milyar dolar ihracat yapmış. Almanya ise 1.159 milyar dolar ihracatla Çin’in peşini bırakmamıştı. Ellerindeki işgücü sayısı Çin’in 804 milyonken, Almanya’nınsa sadece 43 milyondu. Çin’in “Sosyal Güvenlik” yükü yok demiştik. İşçinin asgari ücreti ise 93-164 dolar arasındaydı. Almanya’nın “Sosyal Güvenlik” yükü ağır. Nüfusun giderek yaşlandığı düşünülürse bu yükün daha da artacağı görülebilir. İşçi asgari ücretleri ise 2000-3000 dolardır.
  
Prof. Dr. Erdoğan Alkin bu duruma dikkatleri çekerek soruyor. “Bizde işçilik ucuzlarsa ihracatın artabileceğine inanılır. İşçi ücretlerinin ve sosyal güvenlik yüklerinin ağırlığının ihracatı frenlediği ileri sürülür. Almanlar nasıl oluyor da işçiye 10 kat, 20 kat daha fazla ücret ödeyerek Çinliler kadar ihracat yapabiliyor?”

*Bunlara Almanya’nın 82 milyon Çin’in 1.330 milyonluk (Alman nüfusu Çin’in 16’da biri büyüklükte.) nüfus farklılığı da eklenmeli.
*Almanya’nın milli geliri (GSYH) 3.2 trilyon dolar, Çin’in 4.8 trilyon dolar.
*Almanya’da kişi başı yurtiçi hasıla (gelir) 40 bin dolara yakın. Çin’de 3.600 dolar dolayında (Almanya’da kişi başı yurtiçi hasıla ‘gelir’ Çin’in 11 katından fazla.)

Almanya’nın 2009 yılı ithalatı 966 milyar dolar, Çin’in 954 milyar dolar. Bu durum, Çin’in  sahip olduğu büyük nüfusa rağmen düşük ithalat yapması, her şeyi kendisinin ürettiği, her şeyiyle kendi kendine yettiği anlamına mı gelir sizce, yoksa yaşam kalitesinin öyle pek umursanmadığına mı? Almanya Çin’in % 6 oranındaki nüfusuyla yaptığı ithalat sizce neyle açıklanabilir? Sözün kısası hem üretilen malın ve hem insanına sağladığı yaşam kalitesi bakımından Çin standartların neresindedir?

Devam edelim.

Cari fazla (döviz fazlası) Almanya’da 2009 yılında 135 milyar dolar, Çin’de 297 milyar dolar.
Çin’in ihracatında ABD pazarının payı yüzde 18-21 oranında. Japonya’nın payı yüzde 8-13, Almanya’nın yüzde 4 dolayında.

Yani Çinin sahip olduğu pazarlar alım gücü yüksek pazarlar. Almanya bu pazarda Çinin nerdeyse beşte biri oranında pay bulabiliyor. Buna karşılık Almanya’nın ihracatında daha dengeli bir dağılım var. Fransa, ABD, İngiltere, Hollanda, İtalya gibi ülkelerin payları yüzde 8 civarında. Çinin payıysa yüzde 4.5 oranında.

Kısacası Çin oluşturduğu modelle küçümsenecek bir iş yapmadı. Hakkını teslim etmek gerekiyor. Ama emek yoğun sermaye ile gelebileceği yerin o kadar olduğunu bu veriler gösteriyor bence.

Erdoğan Alkin sözlerini şöyle tamamlıyor.

“Almanya’da işçilik ücretinin Çin’deki işçilik maliyetinin on katı, yirmi katı olması Almanya’nın ihracatını engellemiyor. Çünkü Almanya ucuz işçilik değil, katma değeri yüksek mal ihraç ediyor.
Bizde bazı sektörlerde üretici ve ihracatçı “işçi ücreti yükü ağır” diyerek hemen pes eder. 

Bizde işçi ücretleri Çin kadar düşük değil ama Almanya’dakine göre çok daha geride. Birçok sektörde özellikle otomotiv ve tekstil sanayinde ucuz işçiliğe dayalı ihracatın uzun süre devam etmesi imkânsız. Bu sektörlerde katma değerin önemi giderek öne çıkacak. Ucuz işçilik ihraç ederek döviz gelirimizi artırma şansımız zayıf.
Kaldı ki Türkiye‘de de işçilik maliyetleri artacaktır. Bu nedenle katma değeri yüksek, teknolojiye dayalı ürünlerin üretimine ve ihracına yönelmeye mecburuz.”

Standartların gerileme nedeni seçtiğimiz partilere verilen akıl veya talimatlarla bize giydirilen bu deli gömleğidir.

Geçen yazımızdan bir bölümü aktararak yazımızı noktalayalım.

TÜRK-İŞ tarafından, çalışanların geçim koşullarını ortaya koymak ve temel ihtiyaç maddelerindeki fiyat değişikliğinin aile bütçesine yansımalarını belirlemek amacıyla, her ay düzenli olarak yapılan “açlık ve yoksulluk sınırı” araştırmasının 2014 Mart ayı sonuçlarına göre: Dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken gıda harcaması tutarı (açlık sınırı) 1.149,02 lira,

Gıda harcaması ile birlikte giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer harcamaların toplam tutarı (yoksulluk sınırı) ise 3.742,73 lira olmuştur

Bekâr bir işçinin yaşam maliyeti bile 1.367 TL’dir.

Bu ne demektir?                                                                                                                     

Mart ayı itibariyle asgari ücret, 846 TL olduğuna göre, bu ücretin “insanca geçim koşullarını” 7 gün, açlık sınırını ise 9 gün karşılayabilecek demektir. Oysa bu oran beş yıl önce 7’ye 22 idi.

Şimdi gelinde “İnsan Hakları Beyannamesi” çerçevesinde en az şartlarla yaşamak demek olan asgari ücretin 2 kat üstünde bir maaşla yaşayın, yaşayabilirseniz. Yöneticilerimizin STANDARDI demek olan “VİCDAN”larını gösteren bir işareti BEN ŞAHSEN GÖREMİYORUM. 



Yayın Tarihi: 16.04.2014

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder