30 Haziran 2014 Pazartesi

DEVLET KUTSAL, SOY SOP ÖNEMLİ DERLER

Çok garip bir milletiz vesselâm. Kimimiz Hrant Dink’in cenaze töreninde olduğu gibi “Hepimiz Ermeniyiz” deriz. Kimiz de birini küçük düşürmek istediğimiz zamanda “Bunun anası Ermeni” deriz. Oysa bir yerlere yaranmak için söylenmiş olsa da hepimiz Ermeni olmadığımız gibi, birimizin annesinin Ermeni olması da önemli değildir. Bir milletten olmak bizim seçimimiz değildir. O kaderdir. Değiştirilemez bir kader.. evimizi, eşimizi, işimizi, arkadaşımızı, arabamızı seçeriz ama ana babamızı ve doğum yerimizi, yani vatanımızı seçemeyiz. Bunları değiştirdiğimizde aslımızı inkâr etmiş oluruz.
Kimliğimizin önemli bir parçası olan milliyetimizle ne çok övünürüz. Hasletlerimizi saymakla bitiremeyiz. Bunun tarih içinde yer alan haklı tarafları da vardır. Ama zamanla toplumsal değişmeye bağlı olarak bu hasletlerimizi yaşatmakta ne kadar başarılı olmuşuz?
19 ağustos 2010 tarihinde Hürriyet gazetesindeki köşesinde Yılmaz Özdil’in buna değinen bir yazısı yayınlandı. O yazıdan bölümler aktarıyorum.

***

Derviş Özer, tıp doktoru. Aynı zamanda, heykeltraş. 90’lı yılların başı... Tatile giderken, Afyon’da mola verir. Çay bahçesine kalabalık bir grup insan gelir o sırada, üstleri başları perişan, alayı gariban, ağlamaktan gözleri şişmiş... “Hayrola?” der. Şehit cenazesi taşıyan köylülerdir.
O gün 3 yaşında olan ve ortalıkta neşeyle hoplayıp zıplayan kızına bakar, bir de köylülere... Bir yanda saçının telini dünyaya değişmeyeceği evladı, bir yanda evladını vatan için toprağa vermiş baba... Utanır...
“Bir şey yapmalıyım” der. “Bu çocukları ölümsüzleştirmeliyim.”
Böylelikle “Şehit Ağacı” projesi hazırlar.
Terör şehitlerini künyelere yazacak, künyeleri ağaca takacak, çocukların birer yaprak gibi ebediyen salınmasını sağlayacaktır o ağacın dallarında... Hayata geçirmek için aradığı fırsatı, ancak 2003’te bulur. Resim Heykel Müzesi’nin açtığı yarışmaya katılmaya karar verir.
İstanbul’a gelir, künyeleri almak için Tahtakale’ye gider. Sorar soruşturur. Herkes aynı adresi verir. Ermeni bir usta... Dükkâna girer, anlatır. O güne kadar hiç düşünmediği detaya dikkat çeker Ermeni usta, “Paslanmaması lazım” der, “Evlatlarımız ebediyete kadar ışıl ışıl olmalı.”
Olmalı ama, en pahalısıdır o bahsettiği künyeler, tanesi 1 lira 25 kuruş... “Ticari iş değil bu, takma kafana” der Ermeni usta, “Vatan işi” der... 5’te 1 fiyatına, kâr falan almadan, hatta zarar ederek, 25 kuruştan verir. 3 bin künye... “Haftaya gönderirim” der. Tam gününde gönderir.

***

Sözün burasında bir şeyler eklemek istiyorum. Bizim insanımız uzun vadeli düşünmeyi pek sevmez. Bu yüzden ticarette sözüne sadık olmayana sıklıkla rastlanabilir. Yürüme engelli oluşum nedeniyle 50 senedir ortopedik firmalarıyla ilişkilerim oldu ve bundan sonrada hayatımın sonuna kadar olmaya devam edecek. 1960’lı yıllarda bu işin imalâtıyla Ermeni ve Rumlar uğraşırlardı. İstanbul’a bu işler için gittiğimizde onlara işimiz düşerdi. İnanın hiç güçlük çıkarmazlardı. 1970’lerin başında onların yetiştirdiği bir Türk İstanbul Lâleli’de küçücük bir dükkân açarak bu konuda hizmet vermeye başladı. Zamanla bu işte epey yol aldılar. Hiç unutmuyorum; bayrama bir ay kala bir cihazımı yanlış tamir etmişler ve istediğim ortopedik ayakkabılarımı yapmayarak beni mağdur etmişlerdi. Bunun için parasını vererek yalvaran (o sıralar 18’inde olan kardeşime hiç kulak vermemişlerdi). O bayramı ben cihazsız ve ayakkabısız, kardeşimde bunları yaptıramamış olarak, sonuçta moralimiz yıkık geçirmiştik. Hikâyemize dönelim.

***

Sonra, kısmet olmaz, araya başka işler karışır, hazırlandığı yarışmaya katılamaz heykeltıraş... Künyeleri paket halinde evinin deposuna kaldırır. Taa ki, amacına ulaşacağı 2009’a kadar.
Ankara Kızılcahamam Belediyesi, Şehit Fatih Duru Parkı yapmaktadır. Başvurur... Belediye “Başımızın üstünde yerin var” der... Kurumuş bir sedir ağacı, gövde olur. Ancak, bir sorun vardır. Şehit sayısı 6 bini geçmiş, eldeki künye sayısı ise sadece 3 bindir.
Parkın açılışına yetişme kaygısıyla, İstanbul’a gelmez, Ermeni ustanın ismini telefonunu da kaydetmemiştir, internete girer, eksik künyeleri tamamlamak için askeri malzeme satan tüccarlarla temasa geçer. “Paslanmaz istiyorum” der. “Abi merak etme, künyenin kralı bu” garantisi verirler. Zaman dar... Ermeni ustanın 25 kuruştan sattığı künyeleri, 1’er liradan alır.
Tek tek isimleri yazar, takar sedir ağacının dallarına, Cumhuriyet Bayramı’nda açılışı yapılır. Medya ilk gün hücum eder, Türkiye ağlayarak seyreder, sonra unutulur gider.
Ve, kış...
Sadece tebrik yağmaz tabii.Yağmur da yağar.
Şehit Ağacı'nın 3 bin yaprağı ışıl ışıl parlıyor hâlâ; gerisi paslandı...
“Vatan işi bu, evlatlarımız ebediyete kadar ışıl ışıl olmalı” sözü kulağında çın çın çınlayan heykeltıraş, ağlayarak, tek tek değiştirmek zorunda kaldı, Türk tüccardan aldığı künyeleri.

***

Az önce dediğim gibi bizim insanımız uzun vadeli düşünmeyi pek sevmez. Bu yüzden çok uzun süre karmaşık yapılı ticarette başarılı olamamıştır. Son yıllarda hızla değişen toplumsal yapımıza bağlı olarak oturmuş değerleri sarsılan insanımız, giderek ahlaki erozyona uğramıştır. Köşe başlarını en az maliyetle en yüksek kârı etme hırsında olan vurguncu tüccar zihniyetli insanlar tutmuş durumda. Sorarsanız devlet kutsal, soy sop çok önemli derler. Ama bu kutsal devleti ve ağına düşürdükleri zavallı halkı soysuzca soyarlar.



Yayın Tarihi16.06.2014

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder