Çok garip bir milletiz vesselâm. Kimimiz Hrant Dink’in
cenaze töreninde olduğu gibi “Hepimiz Ermeniyiz” deriz. Kimiz de birini küçük
düşürmek istediğimiz zamanda “Bunun anası Ermeni” deriz. Oysa bir yerlere
yaranmak için söylenmiş olsa da hepimiz Ermeni olmadığımız gibi, birimizin
annesinin Ermeni olması da önemli değildir. Bir milletten olmak bizim seçimimiz
değildir. O kaderdir. Değiştirilemez bir kader.. evimizi, eşimizi, işimizi,
arkadaşımızı, arabamızı seçeriz ama ana babamızı ve doğum yerimizi, yani
vatanımızı seçemeyiz. Bunları değiştirdiğimizde aslımızı inkâr etmiş oluruz.
Kimliğimizin önemli bir parçası olan milliyetimizle ne çok
övünürüz. Hasletlerimizi saymakla bitiremeyiz. Bunun tarih içinde yer alan
haklı tarafları da vardır. Ama zamanla toplumsal değişmeye bağlı olarak bu
hasletlerimizi yaşatmakta ne kadar başarılı olmuşuz?
19 ağustos 2010 tarihinde Hürriyet gazetesindeki köşesinde
Yılmaz Özdil’in buna değinen bir yazısı yayınlandı. O yazıdan bölümler
aktarıyorum.
***
Derviş Özer, tıp doktoru. Aynı zamanda, heykeltraş. 90’lı
yılların başı... Tatile giderken, Afyon’da mola verir. Çay bahçesine kalabalık
bir grup insan gelir o sırada, üstleri başları perişan, alayı gariban,
ağlamaktan gözleri şişmiş... “Hayrola?” der. Şehit cenazesi taşıyan
köylülerdir.
O gün 3 yaşında olan ve ortalıkta neşeyle hoplayıp zıplayan
kızına bakar, bir de köylülere... Bir yanda saçının telini dünyaya
değişmeyeceği evladı, bir yanda evladını vatan için toprağa vermiş baba...
Utanır...
“Bir şey yapmalıyım” der. “Bu çocukları
ölümsüzleştirmeliyim.”
Böylelikle “Şehit Ağacı” projesi hazırlar.
Terör şehitlerini künyelere yazacak, künyeleri ağaca
takacak, çocukların birer yaprak gibi ebediyen salınmasını sağlayacaktır o
ağacın dallarında... Hayata geçirmek için aradığı fırsatı, ancak 2003’te bulur.
Resim Heykel Müzesi’nin açtığı yarışmaya katılmaya karar verir.
İstanbul’a gelir, künyeleri almak için Tahtakale’ye gider.
Sorar soruşturur. Herkes aynı adresi verir. Ermeni bir usta... Dükkâna girer,
anlatır. O güne kadar hiç düşünmediği detaya dikkat çeker Ermeni usta,
“Paslanmaması lazım” der, “Evlatlarımız ebediyete kadar ışıl ışıl olmalı.”
Olmalı ama, en pahalısıdır o bahsettiği künyeler, tanesi 1
lira 25 kuruş... “Ticari iş değil bu, takma kafana” der Ermeni usta, “Vatan
işi” der... 5’te 1 fiyatına, kâr falan almadan, hatta zarar ederek, 25 kuruştan
verir. 3 bin künye... “Haftaya gönderirim” der. Tam gününde gönderir.
***
Sözün burasında bir şeyler eklemek istiyorum. Bizim
insanımız uzun vadeli düşünmeyi pek sevmez. Bu yüzden ticarette sözüne sadık
olmayana sıklıkla rastlanabilir. Yürüme engelli oluşum nedeniyle 50 senedir
ortopedik firmalarıyla ilişkilerim oldu ve bundan sonrada hayatımın sonuna
kadar olmaya devam edecek. 1960’lı yıllarda bu işin imalâtıyla Ermeni ve Rumlar
uğraşırlardı. İstanbul’a bu işler için gittiğimizde onlara işimiz düşerdi.
İnanın hiç güçlük çıkarmazlardı. 1970’lerin başında onların yetiştirdiği bir
Türk İstanbul Lâleli’de küçücük bir dükkân açarak bu konuda hizmet vermeye
başladı. Zamanla bu işte epey yol aldılar. Hiç unutmuyorum; bayrama bir ay kala
bir cihazımı yanlış tamir etmişler ve istediğim ortopedik ayakkabılarımı
yapmayarak beni mağdur etmişlerdi. Bunun için parasını vererek yalvaran (o
sıralar 18’inde olan kardeşime hiç kulak vermemişlerdi). O bayramı ben cihazsız
ve ayakkabısız, kardeşimde bunları yaptıramamış olarak, sonuçta moralimiz yıkık
geçirmiştik. Hikâyemize dönelim.
***
Sonra, kısmet olmaz, araya başka işler karışır, hazırlandığı
yarışmaya katılamaz heykeltıraş... Künyeleri paket halinde evinin deposuna
kaldırır. Taa ki, amacına ulaşacağı 2009’a kadar.
Ankara Kızılcahamam Belediyesi, Şehit Fatih Duru Parkı
yapmaktadır. Başvurur... Belediye “Başımızın üstünde yerin var” der... Kurumuş
bir sedir ağacı, gövde olur. Ancak, bir sorun vardır. Şehit sayısı 6 bini
geçmiş, eldeki künye sayısı ise sadece 3 bindir.
Parkın açılışına yetişme kaygısıyla, İstanbul’a gelmez,
Ermeni ustanın ismini telefonunu da kaydetmemiştir, internete girer, eksik
künyeleri tamamlamak için askeri malzeme satan tüccarlarla temasa geçer.
“Paslanmaz istiyorum” der. “Abi merak etme, künyenin kralı bu” garantisi
verirler. Zaman dar... Ermeni ustanın 25 kuruştan sattığı künyeleri, 1’er
liradan alır.
Tek tek isimleri yazar, takar sedir ağacının dallarına,
Cumhuriyet Bayramı’nda açılışı yapılır. Medya ilk gün hücum eder, Türkiye
ağlayarak seyreder, sonra unutulur gider.
Ve, kış...
Sadece tebrik yağmaz tabii.Yağmur da yağar.
Şehit Ağacı'nın 3 bin yaprağı ışıl ışıl parlıyor hâlâ;
gerisi paslandı...
“Vatan işi bu, evlatlarımız ebediyete kadar ışıl ışıl
olmalı” sözü kulağında çın çın çınlayan heykeltıraş, ağlayarak, tek tek
değiştirmek zorunda kaldı, Türk tüccardan aldığı künyeleri.
***
Az önce dediğim gibi bizim insanımız uzun vadeli düşünmeyi
pek sevmez. Bu yüzden çok uzun süre karmaşık yapılı ticarette başarılı
olamamıştır. Son yıllarda hızla değişen toplumsal yapımıza bağlı olarak oturmuş
değerleri sarsılan insanımız, giderek ahlaki erozyona uğramıştır. Köşe başlarını
en az maliyetle en yüksek kârı etme hırsında olan vurguncu tüccar zihniyetli
insanlar tutmuş durumda. Sorarsanız devlet kutsal, soy sop çok önemli derler.
Ama bu kutsal devleti ve ağına düşürdükleri zavallı halkı soysuzca soyarlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder