31 Ekim 2014 Cuma

İKİ HİKÂYENİN DİLİNDEN 1

Bugün cumhuriyetimiz 91 yaşında. Hepimize kutlu olsun sevgili okurlarım. Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk ve silah arkadaşlarından Allah razı olsun. Allah onlara gani gani rahmet eylesin. Bir hanedan (ailenin) yönetiminden halkın kendini yönetmesine geçiş onların sayesinde oldu. Türkiye ve cumhuriyet onların eseridir. Cumhuriyet yolculuğumuzun daha nice seneler, temsili demokrasiden (sadece oy kullanarak değil, gerekli yer ve kurumlarda bizzat katılarak ve ilgili yerlere görüşlerimizi bildirerek) katılımcı demokrasiye geçebilmiş, gelişmiş, dünyayla boy ölçüşebilen, dünyaya örnek olabilecek nice seneler diliyorum ülkeme.

Sizlere bugün yorumsuz iki hikâye anlatacağım. İlkini yıllar önce sabah gazetesindeki köşesinde Çetin Altan’dan okumuştum. İkincisini e-posta ile sevgili kan kardeşim Şenay Demircioğlu göndermişti. Çetin Altan’dan okuduğum hikâyeyi ben yeniden yazmış olacağım. Konusu benim olmasa da anlatımı bana ait bir hikâye olacak.

Hikâyemiz şöyle:

***

1. Hikâye

Başarılı ve zengin genç işadamı Şemsettin limuziniyle bir parkın önünden geçerken bankta oturan genç bir adamın hareketlerini yıllar öncesinde kalmış Rasim arkadaşına benzetir. Şoföre durmasını söyler. Limuzininden inip parka girer, banktaki adama yaklaşır. O adam arkadaşı Rasim’in ta kendisidir.

“Beni tanıdın mı?” der Rasim’e.

Rasim Şemsettin’e şöyle dikkatlice bir bakar. Kısacık bir an geçer üstünden ve Rasim’de Şemsettin’i tanır. Birbirlerine sarılıp kucaklaşırlar. Öyle ya, çocuklukları, ilk gençlikleri birlikte geçmiş; ilkokul, ortaokul ve lise öğrenimlerini bir sınıfta görmüşlerdi. Birbirlerini nasıl unutsunlar?

Uzatmayalım. İki eski arkadaş geçmişten, özlemden söz ettikten sonra şimdiki durumlarına gelirler. Şemsettin Rasim’e ne iş yaptığını sorar.

Rasim:

“İşsizsim, girdiğim bütün iş yerleri iflas etti. Ben iş tutayım dedim, az sermaye ile işi çeviremedim. Şimdi günlük işlerde amelelik yapıyorum.”

Rasim bu kez arkadaşına ne iş yaptığını sorar.

Şemsettin:

“Şansım açıkmış dostum, Allah’ta yürü ya kulum dedi. Hangi işe el atsam o iş değer kazanıyor. Borsada bütün şirketlerim en kârlı şirketlerin başında geliyor.”

Rasim arkadaşı adına sevinirken kendisinin şansızlığına üzülür. Bunun sonucu olarak bir an derin bir sessizlik olur.

Durumu fark eden Şemsettin arkadaşına;

“Artık üzülme, benim şirketlerimden birinde müdür olarak çalışırsın. Senle karşılaşmamız iyi oldu. Bu Pazar bir balo veriyorum. Bütün jet sosyete orda olacak. Sende gel. Hem ulaştığım zenginliği görürsün. Ertesi günde başarılı olacağına inandığın alanda iş yapan şirketlerimden birini seçer orda işe başlarsın.”  

Rasim’in boynu bir kere daha bükülür. Baloya gidecek takım elbisesi yoktur. Olacakları tahmin eden Şemsettin giderken Rasim’in cebine bir çek yaprağı bırakır. Üstünde yazılı olan rakam Rasim için servettir.

Efe’m konuyu uzattık kusura bakmayın.

Rasim Grand tuvalet Şemsettin’in malikânesine gider. Daha semtine girdiğinde şaşırır kalır. Sur gibi kalın duvarlı, belki yüz futbol sahası büyüklüğünde bahçesi olan dev gibi bir binadır malikâne. Kapıda isim listesiyle misafirleri kabul eden korumalar vardır. Rasim’in heyecandan dizleri titrer. Malikânenin balo salonuna alınır. Salon o kadar büyüktür ki nerdeyse üç futbol sahası içine sığar. Daha malikânenin semtine girişte şaşkınlıktan küçük dilini yutan Rasim yutmaya küçük dil bulamaz. Çok kalabalık bir davetli gurubu bir birine çarpmadan dolaşmaktadır. Bir köşede envai çeşitte yiyeceklerle donatılmış açık büfe vardır. Garson kızlar isteğe uygun içki dağıtmaktadırlar.

Bizim Rasim ne bulursa yiyip içerek salonda dolaşırken bir yandan da kulağına klasik batı müziği çalınır. Sesin geldiği yöne gider. Salonun bir köşesinde Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası eşliğinde dünyanın iki meşhur tenoru Pavarotti ve Carusso sevimli, şirin şarkılar söylerler. Bir ara Pavarotti sahnedeyken Rasim Carusso’ya yaklaşır. Biraz kırık dökük İngilizcesiyle birazda işaretlerin yardımıyla Pavarotti’nin ne güzel şarkı söylediğini anlatır. Carusso’nun yüzü buruşur. Öküz sesi çıkartır. Yani Carusso Pavarotti için, ne güzeli canım, öküz gibi bağırıyor demek istemiştir. Biraz sonra Carusso ile Pavarotti yer değiştirirler. Rasim bu kez Pavarotti’ye gene  kırık dökük İngilizcesiyle ve gene işaretlerin yardımıyla Carusso’nun ne güzel şarkı söylediğini anlatır. Pavarotti’nin tepkisi Carusso’nunkinden farklı değildir. Onunda yüzü buruşur. O da öküz sesi çıkartır. Rasim kendi kendine “sanatçı kaprisi” diyerek oradan uzaklaşır.


DEVAM EDECEK
 


Yayın Tarihi: 29.10.14

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder