Sizlere bugün yorumsuz iki hikâye anlatacağım. İlkini yıllar
önce sabah gazetesindeki köşesinde Çetin Altan’dan okumuştum. İkincisini
e-posta ile sevgili kan kardeşim Şenay Demircioğlu göndermişti. Çetin Altan’dan
okuduğum hikâyeyi ben yeniden yazmış olacağım. Konusu benim olmasa da anlatımı
bana ait bir hikâye olacak.
Hikâyemiz şöyle:
***
1. Hikâye
Başarılı ve zengin genç işadamı Şemsettin limuziniyle bir
parkın önünden geçerken bankta oturan genç bir adamın hareketlerini yıllar
öncesinde kalmış Rasim arkadaşına benzetir. Şoföre durmasını söyler. Limuzininden
inip parka girer, banktaki adama yaklaşır. O adam arkadaşı Rasim’in ta
kendisidir.
“Beni tanıdın mı?” der Rasim’e.
Rasim Şemsettin’e şöyle dikkatlice bir bakar. Kısacık bir an
geçer üstünden ve Rasim’de Şemsettin’i tanır. Birbirlerine sarılıp kucaklaşırlar.
Öyle ya, çocuklukları, ilk gençlikleri birlikte geçmiş; ilkokul, ortaokul ve
lise öğrenimlerini bir sınıfta görmüşlerdi. Birbirlerini nasıl unutsunlar?
Uzatmayalım. İki eski arkadaş geçmişten, özlemden söz
ettikten sonra şimdiki durumlarına gelirler. Şemsettin Rasim’e ne iş yaptığını
sorar.
Rasim:
“İşsizsim, girdiğim bütün iş yerleri iflas etti. Ben iş
tutayım dedim, az sermaye ile işi çeviremedim. Şimdi günlük işlerde amelelik
yapıyorum.”
Rasim bu kez arkadaşına ne iş yaptığını sorar.
Şemsettin:
“Şansım açıkmış dostum, Allah’ta yürü ya kulum dedi. Hangi
işe el atsam o iş değer kazanıyor. Borsada bütün şirketlerim en kârlı
şirketlerin başında geliyor.”
Rasim arkadaşı adına sevinirken kendisinin şansızlığına
üzülür. Bunun sonucu olarak bir an derin bir sessizlik olur.
Durumu fark eden Şemsettin arkadaşına;
“Artık üzülme, benim şirketlerimden birinde müdür olarak çalışırsın.
Senle karşılaşmamız iyi oldu. Bu Pazar bir balo veriyorum. Bütün jet sosyete
orda olacak. Sende gel. Hem ulaştığım zenginliği görürsün. Ertesi günde
başarılı olacağına inandığın alanda iş yapan şirketlerimden birini seçer orda
işe başlarsın.”
Rasim’in boynu bir kere daha bükülür. Baloya gidecek takım
elbisesi yoktur. Olacakları tahmin eden Şemsettin giderken Rasim’in cebine bir
çek yaprağı bırakır. Üstünde yazılı olan rakam Rasim için servettir.
Efe’m konuyu uzattık kusura bakmayın.
Rasim Grand tuvalet Şemsettin’in malikânesine gider. Daha
semtine girdiğinde şaşırır kalır. Sur gibi kalın duvarlı, belki yüz futbol
sahası büyüklüğünde bahçesi olan dev gibi bir binadır malikâne. Kapıda isim
listesiyle misafirleri kabul eden korumalar vardır. Rasim’in heyecandan dizleri
titrer. Malikânenin balo salonuna alınır. Salon o kadar büyüktür ki nerdeyse üç
futbol sahası içine sığar. Daha malikânenin semtine girişte şaşkınlıktan küçük
dilini yutan Rasim yutmaya küçük dil bulamaz. Çok kalabalık bir davetli gurubu bir
birine çarpmadan dolaşmaktadır. Bir köşede envai çeşitte yiyeceklerle
donatılmış açık büfe vardır. Garson kızlar isteğe uygun içki dağıtmaktadırlar.
Bizim Rasim ne bulursa yiyip içerek salonda dolaşırken bir
yandan da kulağına klasik batı müziği çalınır. Sesin geldiği yöne gider. Salonun
bir köşesinde Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası eşliğinde dünyanın iki meşhur
tenoru Pavarotti ve Carusso sevimli, şirin şarkılar söylerler. Bir ara
Pavarotti sahnedeyken Rasim Carusso’ya yaklaşır. Biraz kırık dökük İngilizcesiyle
birazda işaretlerin yardımıyla Pavarotti’nin ne güzel şarkı söylediğini
anlatır. Carusso’nun yüzü buruşur. Öküz sesi çıkartır. Yani Carusso Pavarotti
için, ne güzeli canım, öküz gibi bağırıyor demek istemiştir. Biraz sonra
Carusso ile Pavarotti yer değiştirirler. Rasim bu kez Pavarotti’ye gene kırık dökük İngilizcesiyle ve gene
işaretlerin yardımıyla Carusso’nun ne güzel şarkı söylediğini anlatır.
Pavarotti’nin tepkisi Carusso’nunkinden farklı değildir. Onunda yüzü buruşur. O
da öküz sesi çıkartır. Rasim kendi kendine “sanatçı kaprisi” diyerek oradan
uzaklaşır.
DEVAM EDECEK
Yayın Tarihi: 29.10.14
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder