Küresel dünya der dururuz durmasına ama bunun ne demek olduğunu hiç düşünüyor muyuz? Yeryüzünün yuvarlaklığını anlatan bir sözcüktür küre. Küresellik bütünü kapsamak anlamını taşır. Yani yeryüzünün şekli ne olursa olsun sonuçta tüm çukur ve çıkıntılarına rağmen bütünün yuvarlak olduğu sonucunu ortaya koyar. Fiziki olarak bu böyledir fakat bu sözcükle sadece coğrafi terime vurgu yapılmıyor. Anlatılmak istenen şey dünyanın en ücra köşesinin bile ulaşılabilir, erişilebilir olmasıdır. Neden? Güdülen sadece turistik amaç değildir de ondan! Dünyaya egemen olmak, ürettikleri malları daha çok ülkeye satarak kendi refah düzeylerini dahada arttırmak, kimi ülkelerin yer altı zenginliklerini sömürmek tek düşünceleri. Bu arada olan bizim gibi yarı gelişmiş veya hiç gelişememiş ülkelerin onuruna oluyor, ne oluyorsa.. kendi adıma söyleyebilirim ki, son 14 senede olanlar beni bu açıdan çok yaralamıştır. Elbette olanlar sadece geçen 14 yılla sınırlı değil.
1960’lara gelindiğinde 2. dünya
savaşını ve sonuçlarını sorgulayan, yerleşik düzene ve memur zihniyete
başkaldıran müzik akımları ortaya çıkmıştı. Yaşadıkları çağı şöyle
yorumluyorlardı: “Bugün yaşadıklarımız dünün sorusuna cevapsa, dün sorulan soru
kim bilir ne kadar saçma bir soruydu.” Bu durumda yarında olacaklar bugünün
sorusudur. Her olay bir olguya gebedir. Her olgu başka bir olaya... kimi bunu
önceden görebilir, kimi kış uykusunda olduğu için göremez. Olayları yöneten durumda
olan ülkelerde bunun önceden görünmesini istemez. Ellerinde o kadar çok araç
gereç var ki, toplumları istedikleri yönde sürüklerler.
Bakın yabancı basından bir dergi
2011 seçimlerinden bir hafta kadar önce “parti ismi” vererek bir partiye oy
verilmesini istemiş, iktidardaki partinin daha önce iktidarının devamı için yabancı
basının benzer yayınlarına kendilerinin sessiz kaldığını unutup, konu “o parti”
olunca tepki göstermişlerdi. O derginin o tarihteki sayısının başyazısında konu
ülkemizdeki seçimlerdi. Kazandığı 3.
seçimi “ezici zafer” olarak tanımlayan dergi, çıkan tabloya göre şimdi artık
“çatışma” değil “uzlaşma” arama zamanı olduğunu belirtmişti.
Hatırlıyorsunuz değil mi, seçim
gezileri sırasında gidilen illerin meydanlarında derginin bu yazısıyla “bir
parti” vurulmaya çalışılmıştı. Aynı günlerde Amerika’dan ünlü bir gazete bu
durumu belirten bir yazı yayınlayarak seçimlerden sonra tek partinin
egemenliğinde bir anayasa çıkarılmasının olumsuzluğunu belirtmiş, uzlaşmayı
gerektirecek, toplumun her kesimini kapsayan bir anayasa yapabilecek meclis
aritmetiğinin gerektiğini vurgulamış, seçim sonuçları tamda böyle bir ortamı
doğurmuştu. İstenen şey “o parti”de olmak üzere bütün partileri Büyük Ortadoğu
Planının içine çekmekti.
O Amerikan gazetesi her seferinde
oy oranını arttırarak ardı ardına üç kez seçimi kazanan partinin idaresinde, “Arap
Baharı çalkantıları arasında Türkiye, Müslüman dünyasında laik bir demokrasinin
cesaret verici örneğini veriyor” yorumunu yapmıştı.
O köprülerin altından çok sular
değil alt tarafı henüz üç yıl geçmiştir. Görünen şey bugün çok farklıdır. O
zaman anayasa tartışmaları vardı ve bu konuda önerilerde bulunuyorlardı. Seçim
sonuçlarının, iktidar partisinin beklediği seviyede, yani üçte iki oya ulaşamadığı
için de “cesaret verici” olduğu savunulmuştu. Ünlü ekonomi dergisi, “bugünkü
seçim sonuçlarının aksi olsaydı başkalarının görüşleri dikkate alınmaz, bir
uzlaşma aramadan, kendilerince düşlenen anayasayı çıkarmaya çalışabilirdi”
görüşünü dile getirmişti.
Bu satırları okuyan her
vatansever mutlaka içinden yabancıların içişlerimize burunlarını sokmalarına
kızıyordur. Küreselleşme aldatmacasıyla gelinen nokta bu. Onlara, önerilerde
bulunarak içişlerimize karışmak yetmez, belki
daha ilerisini bile düşünür ve uygularlar.
Devam edelim.
İngiliz dergisi başyazısında, “(iktidarın)
üçüncü dönemi konusunda kaygı verici unsurun, iktidar partisinin laik
cumhuriyeti ‘İslamlaştırmaya’ çalışması değil, sistematik olarak otokratik
eğiliminin doğrultusunda hareket etmesi” yorumunu yapmıştı.
Önümüzdeki dört yılda bazı
zorlukların, “eleştirilere daha az hoşgörülü” olunmasına sebep olacağını,
ekonominin “fazla ısındığı”na, cari açığın GSYH’nın yüzde 8’i gibi çok yüksek
bir düzeye tırmandığına, işsizliğin halâ yüzde 11 civarında olduğuna işaret
ederek ekonomiyi yavaşlatmak için alınması gereken önlemlerin “popüler
olmayacağını” belirmişti.
Ülkenin bu gidişatına etkide
bulunacak konuda iki şey yapılması gerektiğini savunarak bunların;
1:“Fransız stili güçlü bir
başkanlık hırsından vazgeçmek”,
2:“Türkiye’nin en ciddi sorunu
olan, 15 milyon Kürt ile ilişkiler sorununu çözmek için yeni bir çaba harcamak”
olduğunu değinmişti.
Güçlü bir başkanlık için “Bu,
Türkiye gibi fazla merkezileşmiş bir ülke için kötü fikirdir ve muhtemelen
başka hiçbir parti bunu kabul etmez” diyen dergi, iktidar partisinin yeni bir
anayasa yapma ihtiyacının olduğuna göre “şimdi parlemento çatısında bulunan Kürtçü
Partiye dönerek şiddetin bitmesinin karşılığında daha çok azınlık hakları ve
yetki devri sağlamalı, cezaevindeki Kürt lider ile konuşmak demekse bile” diye
yazdı.
Okuduğumuz satırlara şu kadarını
söyleyeyim; bütün bunlar hiç hoşuma gitmiyor. Küresel dünya için ben onurumu
bedel olarak ödeyeceğim, bu görünüyor.
Yayın Tarihi: 22.10.14
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder