31 Ekim 2014 Cuma

KÜRESEL BİR DÜNYA İÇİN ONURUM BEDEL Mİ


Küresel dünya der dururuz durmasına ama bunun ne demek olduğunu hiç düşünüyor muyuz? Yeryüzünün yuvarlaklığını anlatan bir sözcüktür küre. Küresellik bütünü kapsamak anlamını taşır. Yani yeryüzünün şekli ne olursa olsun sonuçta tüm çukur ve çıkıntılarına rağmen bütünün yuvarlak olduğu sonucunu ortaya koyar. Fiziki olarak bu böyledir fakat bu sözcükle sadece coğrafi terime vurgu yapılmıyor. Anlatılmak istenen şey dünyanın en ücra köşesinin bile ulaşılabilir, erişilebilir olmasıdır. Neden? Güdülen sadece turistik amaç değildir de ondan! Dünyaya egemen olmak, ürettikleri malları daha çok ülkeye satarak kendi refah düzeylerini dahada  arttırmak, kimi ülkelerin yer altı zenginliklerini sömürmek tek düşünceleri. Bu arada olan bizim gibi yarı gelişmiş veya hiç gelişememiş ülkelerin onuruna oluyor, ne oluyorsa..  kendi adıma söyleyebilirim ki, son 14 senede olanlar beni bu açıdan çok yaralamıştır. Elbette olanlar sadece geçen 14 yılla sınırlı değil.


1960’lara gelindiğinde 2. dünya savaşını ve sonuçlarını sorgulayan, yerleşik düzene ve memur zihniyete başkaldıran müzik akımları ortaya çıkmıştı. Yaşadıkları çağı şöyle yorumluyorlardı: “Bugün yaşadıklarımız dünün sorusuna cevapsa, dün sorulan soru kim bilir ne kadar saçma bir soruydu.” Bu durumda yarında olacaklar bugünün sorusudur. Her olay bir olguya gebedir. Her olgu başka bir olaya... kimi bunu önceden görebilir, kimi kış uykusunda olduğu için göremez. Olayları yöneten durumda olan ülkelerde bunun önceden görünmesini istemez. Ellerinde o kadar çok araç gereç var ki, toplumları istedikleri yönde sürüklerler.

Bakın yabancı basından bir dergi 2011 seçimlerinden bir hafta kadar önce “parti ismi” vererek bir partiye oy verilmesini istemiş, iktidardaki partinin daha önce iktidarının devamı için yabancı basının benzer yayınlarına kendilerinin sessiz kaldığını unutup, konu “o parti” olunca tepki göstermişlerdi. O derginin o tarihteki sayısının başyazısında konu ülkemizdeki seçimlerdi. Kazandığı  3. seçimi “ezici zafer” olarak tanımlayan dergi, çıkan tabloya göre şimdi artık “çatışma” değil “uzlaşma” arama zamanı olduğunu belirtmişti.

Hatırlıyorsunuz değil mi, seçim gezileri sırasında gidilen illerin meydanlarında derginin bu yazısıyla “bir parti” vurulmaya çalışılmıştı. Aynı günlerde Amerika’dan ünlü bir gazete bu durumu belirten bir yazı yayınlayarak seçimlerden sonra tek partinin egemenliğinde bir anayasa çıkarılmasının olumsuzluğunu belirtmiş, uzlaşmayı gerektirecek, toplumun her kesimini kapsayan bir anayasa yapabilecek meclis aritmetiğinin gerektiğini vurgulamış, seçim sonuçları tamda böyle bir ortamı doğurmuştu. İstenen şey “o parti”de olmak üzere bütün partileri Büyük Ortadoğu Planının içine çekmekti.

O Amerikan gazetesi her seferinde oy oranını arttırarak ardı ardına üç kez seçimi kazanan partinin idaresinde, “Arap Baharı çalkantıları arasında Türkiye, Müslüman dünyasında laik bir demokrasinin cesaret verici örneğini veriyor” yorumunu yapmıştı.

O köprülerin altından çok sular değil alt tarafı henüz üç yıl geçmiştir. Görünen şey bugün çok farklıdır. O zaman anayasa tartışmaları vardı ve bu konuda önerilerde bulunuyorlardı. Seçim sonuçlarının, iktidar partisinin beklediği seviyede, yani üçte iki oya ulaşamadığı için de “cesaret verici” olduğu savunulmuştu. Ünlü ekonomi dergisi, “bugünkü seçim sonuçlarının aksi olsaydı başkalarının görüşleri dikkate alınmaz, bir uzlaşma aramadan, kendilerince düşlenen anayasayı çıkarmaya çalışabilirdi” görüşünü dile getirmişti.

Bu satırları okuyan her vatansever mutlaka içinden yabancıların içişlerimize burunlarını sokmalarına kızıyordur. Küreselleşme aldatmacasıyla gelinen nokta bu. Onlara, önerilerde bulunarak içişlerimize karışmak yetmez, belki  daha ilerisini bile düşünür ve uygularlar.

Devam edelim.

İngiliz dergisi başyazısında, “(iktidarın) üçüncü dönemi konusunda kaygı verici unsurun, iktidar partisinin laik cumhuriyeti ‘İslamlaştırmaya’ çalışması değil, sistematik olarak otokratik eğiliminin doğrultusunda hareket etmesi” yorumunu yapmıştı.

Önümüzdeki dört yılda bazı zorlukların, “eleştirilere daha az hoşgörülü” olunmasına sebep olacağını, ekonominin “fazla ısındığı”na, cari açığın GSYH’nın yüzde 8’i gibi çok yüksek bir düzeye tırmandığına, işsizliğin halâ yüzde 11 civarında olduğuna işaret ederek ekonomiyi yavaşlatmak için alınması gereken önlemlerin “popüler olmayacağını” belirmişti.

Ülkenin bu gidişatına etkide bulunacak konuda iki şey yapılması gerektiğini savunarak bunların;
1:“Fransız stili güçlü bir başkanlık hırsından vazgeçmek”,
2:“Türkiye’nin en ciddi sorunu olan, 15 milyon Kürt ile ilişkiler sorununu çözmek için yeni bir çaba harcamak” olduğunu değinmişti.

Güçlü bir başkanlık için “Bu, Türkiye gibi fazla merkezileşmiş bir ülke için kötü fikirdir ve muhtemelen başka hiçbir parti bunu kabul etmez” diyen dergi, iktidar partisinin yeni bir anayasa yapma ihtiyacının olduğuna göre “şimdi parlemento çatısında bulunan Kürtçü Partiye dönerek şiddetin bitmesinin karşılığında daha çok azınlık hakları ve yetki devri sağlamalı, cezaevindeki Kürt lider ile konuşmak demekse bile” diye yazdı.

Okuduğumuz satırlara şu kadarını söyleyeyim; bütün bunlar hiç hoşuma gitmiyor. Küresel dünya için ben onurumu bedel olarak ödeyeceğim, bu görünüyor.



Yayın Tarihi: 22.10.14

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder