31 Ekim 2014 Cuma

İKİ HİKÂYENİN DİLİNDEN 2


Hikâyemizi özetleyerek başlayalım:
Rasim’le Şemsettin yıllarca birbirlerinden haber alamamış iki eski arkadaştırlar. Bir parkta karşılaşırlar. Şemsettin şansı yaver giderek servet sahibi olmuş, Rasim’se felek’in tokadını yemiş durmuştur. Şemsettin Rasim’i evinde vereceği baloya davet eder...

Hikâyemize kaldığımız yerden devam edelim.

Şemsettin bu esnada konuklarını ağırlamakla meşguldür. Bir ara iki eski arkadaş buluşurlar. Şemsettin arkadaşının gelmiş olmasına sevinir.

“Nasıl buldun malikânemi? Çok kocaman değil mi? Soğuk ve sıcak yemekleri beğendin mi? Salonun bir köşesini Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrasına ayırdım. Onlar Pavarotti ve Carusso’ya da eşlik ediyorlar, dinledin mi ikisini?” diyerek soru yağmuruna tutar.

Rasim her şeyi çok beğendiğini, gördükleri karşısında küçük dilini yuttuğunu söyler. Pavarotti ve Carusso için ise;

“Öküz gibi bağırıyorlar”

Deyince, Şemsettin;

“Yahu onların biri Pavarotti, diğeri Carusso, dünyanın en ünlü tenorları. Nasıl öküz gibi bağırıyorlar dersin. Sen müzikten anlamıyorsun, belli” diyerek Rasim’e kızar.

Rasim; 

“Yok yok yanlış anlama, ben demiyorum, kendileri diyor.” Der.


 ***     

2. Hikâye

Bir inek, bir beygir, bir eşek, dağılıp insanların ne yaptıklarını öğrenmeye ve beş yıl sonra buluşmaya karar verdiler. Her biri başka yöne yola çıktılar.

Beş yıl sonra buluşma yerine önce inek ile beygir geldi. İkisi de perişan bir haldeydiler. İkisi de zayıflamış, dişleri dökülmüş, kamburları çıkmış, adeta çökmüşlerdi. 

Beygir sordu: “Nedir bu halin inek kardeş?..”

İnek iç çekerek anlattı: 

“Bu insanlar merhametsiz. Beni durmadan birbirlerine sattılar. Alan sütümü sağdı. Bir inek daha varmış, onu yanıma koyup çifte koştular, aç bıraktılar. Canımı zor kurtardım be kardeş...”

Sonra beygir anlattı: 

“Benim de ağzıma bir demir parçası geçirdiler, ağzımı açamadım. Üzerime bindiler. O indi öbürü bindi, o indi öbürü bindi... Binmedikleri zamanlar zincire vurdular... Belim çöküp de onları taşıyamaz bir hale geldiğimde arkama kocaman bir araba bağladılar, bu sefer birçoğunu birden taşımaya başladım. Ben onları taşıdıkça kırbaçladılar. Canımı zor kurtardım yahu inek kardeş...” 

Ve uzaktan eşek gözüktü.

Eşek; ıslık çala çala, taşlara tekme ata ata geldi. Mutluydu.

Şişmanlamıştı, tüyleri parlıyordu, gözlerinin içi gülüyordu, üzerinde lacivert takımlar vardı. 

İnek ile beygir, “Nedir bu halin, neler oldu” diye merakla sordular, eşek anlattı: 

“Bir memlekete vardım, birisi bağırdıkça insanlar onu alkışlıyordu.
Ben de yüksekçe bir yere çıkıp bağırdım. Benim bağırmamı bilirsiniz, duyan benim yanıma koştu, duyan koştu. Onlar geldikçe ben daha çok bağırdım...”

“Sonra?..” 

“Sonra beni bir yere seçtiler...” 
“Yani sen bir yerin başı mı oldun ?..” 

“Evet... Bir şey yapmama gerek kalmıyordu, ben bağırdıkça onlar ‘Memleket seninle gurur duyuyor’ diye alkışladılar. Yiyecek birçok şey vardı. Ben ise yedim ve bağırdım, yedim ve bağırdım...” 

“Pekiii... Senin eşek olduğunu anlamadılar mı?...”

Eşek yanıtladı: 
“Yarısı anladı, ama diğer yarısına anlatamadı...”


Yayın Tarihi: 31.10.14

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder