Hayat yerinde hiç durmaz, hep
hareket eder. Kimi zaman geri, çoğunluklada ileri gider. Gidiş gelişler sonucu
bir değişim yaşanır. Sürekli değişim evrenin kuralıdır zaten. Yer kürenin tek
idrak sahibi olan insan, yaşadığı gezegenin hareketiyle birlikte ürettiği
hayatın vardığı hızdan başı dönerek zaman zaman duraklar. Ama zaman dediğimiz
ikili (insan ve yer küre olarak beliren) hareket bu duraklamaları affetmez,
duraklayanı hayatın dışına atar. Atmasa bile oldukça gerilerde bırakır.
İnsanın kendi dışında gelişen
hareketlere müdahale etme gücü, yaşadığı gezegen olan yerkürede bile, geçmişine
oranla epey yol kat etmiş olmasına rağmen, oldukça sınırlı. İnsanın evrende güç
olarak varlığını derecelendiremezsiniz. Güç olma çabasını hiç vermiyor da
diyemezsiniz. O konuda yarattığı kaynaklardan bir miktar ayırarak denemede
bulunuyor. Kendi iç sorunları daha fazla kaynak tükettiği için şimdilik bundan
fazlası beklenmemeli. Yaşadığı yer kürenin hareketlerine müdahale etme gücüne
sahip olduğu kadar (bu hareketlerden doğan) sorunlara çare bulması elbette
yetmez. Ya iç sıkıntılarına ne demeli? Çağımızın insan üretimi çelişkilerinden
doğan, gene insan iç sıkıntılarının oluşturduğu sorunla karşı karşıyayız.
Bunlar öyle kolay aşılır şeyler midir? Aşıldığı zaman insan benliğide aşılmış
olmaz mı? Peki insanın benliği aşılmalı mıdır? Biz evrensel bir güce sahip
insandan söz ederken, insanın benliği yüzünden yok olma tehlikesiyle karşı karşıya
olduğunu savunanlar kadar, bu benliğiyle var olduğunu savunanlarda var. Bence
iki görüşünde haklılık payı inkâr edilmemeli.
İnsanın benliğiyle geldiği durumu
görerek değerlendirelim.
İnsan
çoğaldıkça barınma ihtiyaçlarıda arttı. Daha önce bomboş olan arazilerde seyrek
olarak alçak yapılar, daha sonra yeryüzü yetmezmiş gibi gökyüzünü de işgal
ederek yüksek binalar yapan insanın sabrının azalmasını ne ile açıklamak
mümkündür? Ne kara, ne deniz, ne hava, hiçbiri insana yetmiyor. Tüketmek üzere
kurgulanmış sanki. Her yeri tüketiyor.
Ulaşımda
üretilen taşıt kadar çok ve daha geniş oto yolları yaptı. Fakat bağnazlıkları
aşamadığı için daha dar bakış açılı olmaktan
kurtulamadı. Bunun uğruna kendi türünün kanını bile akıtmaktan
çekinmeyen tek tür olduğu söylenebilir. Kurduğu sistemler bağnazlığı
kutsallaştırdığı için dışına çıkması mümkün görünmüyor. Sistemleri kendisi
kurmuş olmasına rağmen sistemin düzenini sağlamakla yükümlendirdiği, gene kendi
türünün temsilcisi insanın buyurgan olmasına hiç ses çıkarmıyor. Ses
çıkarmadığı (çıkarmak istese de çıkaramadığı) buyurganlar onları istediği gibi
güdülendirebiliyorlar.
Kendilerine
biçilen bir değer var. Adına “para” demişler. Onun yerini “hesap” denilen
paranın asla görünmediği havada uçuşan “rakamlar” alıyor. Üretim ve hizmet
sektörü diye ikiye ayırarak adlandırdıkları çalışma alanlarında, harcadıkları bedensel/zihinsel
güç ve ömürlerinde tükenen zamanların karşılığı olarak kendilerine bunlardan
belli miktarlarda veriliyor. Her geçen gün bu miktarlar karmaşık hesaplar
sonucunda artıyor. Bunları gene onlara dönecek şekilde daha çok harcıyorlar.
Sahip oldukları şey, her geçen gün insanlıklarından kaybettiklerinin yanında
çok önemsiz sayılır. Üstüne üstlük kendilerine açılmış hesapta rakamlar
büyüdükçe satın aldıkları şey nicelik olarakta azalmakta. Çünkü her şey hızla
değişiyor. Her değişimin değeri çok fazla olduğu için hiç bir şeye yetişemiyor.
Alın size bir mutsuzluk nedeni.
20.yy
başında sanayi devrimiyle birlikte toprak işçiliğinden fabrika işçiliğine geçen
insan ilk olarak aile kurumunda büyük değişim yaşadı. Aile kurumu kalabalık bir
gurubu çağrıştırırken değişimle birlikte anne baba ve çocuklarla sınırlanır
oldu. Aileler küçüldükçe konutlar tam tersine büyüdü. Büyüyen konut aile içi
iletişimsizliği getirdi. Herkes odasında kendi dünyasını yaşıyor. Teknolojide
buna katkıda bulundu. Şimdi hiç kimse bir televizyona bağlı değil. Nerdeyse her
evde çocuk sayısı kadar bilgisayar var. Cep telefonları başlı başına bir facia.
Eski konutlara oranla şimdiki konutlarda çok araç gereç var. Ama kimsenin
birbirini dinlemeye vakti yok. Nasıl olsun ki? Ona kendini her şeyin en üstünde
tutma ve görme fikri aşılanıyor. Reklâmlardan tartışma programlarına kadar böyle
bir fikir bombardımanıyla karşı karşıya kalan bu insan kendisinden önceki
kuşaklardan daha eğitimli olmasına rağmen dar görüşlülükten ve bağnazlıktan
kurtulmuş değil. Her konuda çok bilgisi var ama bu bilgiyi eşyanın ve olayların
insanlar üzerindeki egemenliğini kıracak kadar kullanamamakta. Kısacası
günümüzde her mahallede milyoner var, mahalleyi geçtim, koca kentlerde bile
bilge kişi nerdeyse yok.
DEVAM
EDECEK
Yayın Tarihi: 15.10.14
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder