30 Nisan 2015 Perşembe

MUTLULUĞUN RESMİNİ YÜZÜMÜZE ÇİZERDİK 1

Biri renk ve biçimlerin, diğeri sözcüklerin efendisi iki usta sanatçımızı bilirsiniz; “Mutluluğun resmi” adlı şiiri yazan sözcüklerin efendisi Nazım Hikmettir, şiirde kendisine seslenilende renk ve biçim ustası Abidin Dino’dur. Şiir şöyle..

Sen, mutluluğun resmini yapabilir misin abidin?
İşin kolayına kaçmadan ama
Gül yanaklı bebesini emziren
Melek yüzlü anneciğin resmini değil
Ne
Mavi yosunlu akvaryumda yüzen kırmızı balığın
Ne de
Al çeperli elmanın

1961 yaz ortasındaki Küba’nın resmini yapabilir misin?

Çok şükür, çok şükür
Bugünleri de gördüm
Ölsem gam yemem gayrinin
Resmini yapabilir misin üstad? 

Şiir bir ideolojinin zaferinde duyulan mutluluğu anlatır. Fakat burada bugün için önemli olan ideolojinin kendisinden çok mutluluk kavramının anlatıldığı derinleşmedir. Derinleşme ile erinç at başı gider ve gelen mutluluk yüzün aydınlanmasını sağlar. Bizim yüzümüz daha çok hatıraların sokaklarında dolaşırken mutlu köşe başlarında biraz daha fazla durduğumuzda aydınlanır. O köşe başlarında hayatımızın küçük büyük durakları vardır. Kimine geçerken şöyle bir uğramışız, kiminde hayatımızın kararlarını almışızdır. Kiminde nefes almaya fırsatımız olmamış, kimini de artık demir attığımız liman olduğunu sanmışızdır. Oysa asıl durak son duraktır ve orda hayattan inilir. Son durağın hangisi olduğunu bilmediğimiz için hep kalkacakmış gibi otururuz gittiğimiz her yerde.

Kimin çocukluğunun altın ışıkları gözlerini kör etmez ki. Hele hatıralarda.. Eskiler boşuna dememiş, “geçmiş zaman olur ki, hayali cihan değer” diye.. işte benim geçmişten aklıma gelen cihan değerinde hayallerim, hatıralarım.

Dışarıda kar... karlar o zaman sobadan dökülen kül gibi durmazdı kiremitlerde. Küçük gölcükler bile donar, gül ağaçları, kardan adam olurlardı. Bütün bacalarda meşe odunlarından sıcak, davetkâr, ince bir duman.. yolda kalanların içini ısıtır, yaşam belirtisi olarak umutlarını yeşertirdi.
Önce pırpır sobalarımız vardı. Daha sonra kuzineler.. kuzineler öyle içten öyle sevgiyle yanardı ki... Rahmetli babamız kekik kokulu ovalarda otlamış koyunların mis gibi etlerini getirir, annemizde kuzinenin odun ateşinde korların içine küçük demir maşa üstünde bu etleri koyar, okuldan gelen kardeşlerime ve bana küçük bir mangal ziyafeti çekerdi.
Sabah kahvaltılarında maşanın üzerine ekmek dilimleri sıralanırdı kuzinenin üstünde.
Aydınlık bir kış sabahı bembeyaz gelinlik giymiş gibi her yer, gökler daha mavi ve kızarmış ekmek kokusu açlığımızı azdırırdı.
Sucuk lükstü. Yumurta lezzetli. Francala ve normal ekmekler bugünkü ekmeklerden daha çok ekmekti. Bilir misiniz, yoksul evlerde francala ekmek normal ekmeğe katık-yemek- yapılırdı.
Her evde bir kümes, her kümeste birkaç tavuk, birkaç ördek ve mutlaka her gün taze yumurta yumurtlardı bu ördekler, tavuklar. Bir kez olsun kümesten yumurta almamış kimse yoktu.
Bir kez olsun o kızarmış ekmeğin kokusunu duymamış kimse de..
Her evde elektrik yoktu gaz lambası aydınlatırdı odalarımızı. İkinci bir lambası olmayan tuvalete giderken lambayı da götürür, odadakiler bir süre karanlıkta kalırdı.

Yazları açık hava sinemasına gidilirdi. Pazara faytonla gidenler, bir yerden faytonla gelenler dikkat çekerdi. Zenginlik alameti sayılırdı böyle şeyler. Yoğurt, macunlu şeker, dondurma satıcıları sokaklardan geçerdi. Hele bir dondurmacı Saffet ağabeyimiz vardı, iki sokak öteden sesini duyar, kapımızın önünden geçmesini beklerdik. Kendisi yapardı, mis gibi saf süt kokulu sakız dondurmaları. 2005-2006 yılına kadar bizlere çocukluk tatlarını tattırdı Allah rahmet etsin.

Sinemada hangi film oynayacaksa küçük külüstür kırık dökük arabayla  sokak sokak gezer anons ederlerdi. Kardeşimin naylon ayakkabısının ki kayluka derdik ona, arkası yırtılırdı. Arkadaşlarla koşarken, saklambaç oynarken hep ayağından çıkardı. Onlara yetişemiyor diye hep üzülürdü. Annemde bir önceki eski naylon ayakkabılardan bir parça keser maşayı da ocakta kıpkırmızı olana kadar tutar sonrada yamalık yapardı. Kardeşim ayağına giyince pek mutlu oluyordu. Yeni ayakkabıdan farkı kalmazdı. Bayramlıklarımızı terziye diktirirdik. Bir bayram terzim üç kere pantolon dikmiş üstüme uygun kullanışlı bir pantolon yapamamış, kumaşları ziyan etmişti. Bayram sonrası başka bir kumaşla tam bana uyan bir pantolon dikmeyi başarmıştı. O pantolon uzun yıllar yeni dikilecek pantolonlarımın kalıbı olmuştu.  

Kumaşlardan kalan parçalar asla atılmaz sonraki günlerde elbisede yırtılırsa  o parçayla yama yapılırdı. Çoraplarımızın parmak uçları topukları çabuk eskirdi annemiz hemen yamardı. Ama biz şimdiki çocuklardan daha çok şanslıydık. Çocukluğumuzu yaşadık. Yokluk içinde mutluluk vardı. Şimdi varlık içindeler her şeye sahipler ama hiç mutlu değiller.


DEVAM EDECEK



Yayın Tarihi: 29.04.2015

ŞU SOSYAL PAYLAŞIM SİTELERİ 4

Bu yazı dizisine başlarken ne demiştik?

“Şu sosyal paylaşım siteleri... bütün dünyada en çok bilinen iki site: facebook, twitter! Her gün facebook yada twitter’de milyonlarca insan birbiriyle sınırsız ve sansürsüz bir şeyler paylaşıyorlar. Yazılı ve görsel basının tek taraflı iletişim aracı olmaları nedeniyle (birde buna hükümet yanlılığı gibi bir icraatı kutsama, hataları görmeme ve göstermeme üstüne kurulu bir basın yayın anlayışını da ekleyin) yerini bu tip sitelere terk etmeye başladığı, bu sitelerin etkisinin tartışılmaz olduğu görülüyor.”

Kitle kendi gazetesini, kendi radyosunu, kendi televizyonunu yapıyor. Artık siyasetçilerin toplumu afyonlama dönemi bitiyor. Bundan sonra temsili demokrasi yerine katılımcı (düş değil gerçektir bu) demokrasi geçerli olacaktır. Katılımcı demokrasinin araçları kullanılmakta zaten. İş idarecilerin terbiye edilmesine kaldı. Birçok olmazların olduğunu gördüğümüz gibi
bunun da olduğunu hep beraber göreceğiz. Çünkü idareciler seçimle de gelmiş olsalar bir ücret aldıkları için efendi değil hizmetçidirler. Efendi olan millettir.

Gündemde ne varsa sosyal paylaşım sitelerinde de o var diyordum ya, ona örnekler vermeye kalksam bitiremem. Bedelli askerlik, vicdani ret. Papanın ziyareti, sonra papanın ermeni soykırımını kabulü, seçim propagandaları ve her konuda tartışan tartışana.. kimi köşe yazarlarından yararlanmış, kimi kendi bir şeyler karalamış. İsimlerini vermeden o yazılardan alıntılar yapacağım.

İlki bedelli askerlik konulu.

“Memleketin fakir fukara çocukları Türkiye’nin dört bir yanında askerlik yapacak, kelle koltukta Güneydoğu dağlarında nöbet tutacak, mutfakta patates soyacak, paralı kesimin zengin bebeleri ise parayı bastırıp askerlikten yırtacak.
Aman yanlış anlaşılmasın, askerlik yapmasına yapacak da 28 gün ense yapacak!
Utanmazlığın, Türk milleti ile alay etmenin bundan daha büyük bir örneği olamaz.
Fakir fukara Mehmetçiğin talim meydanlarında anası ağlarken, bu beyzadeler yine paranın gücünü konuşturup kaytaracak.

Hükümet; Tarifeyi 10 bin eurodan açarsak şu kadar kazanırız, 20 bin euro olursa şu kadar!..Yaş limitini indirip bedelli kapsamını genişletirsek, gelirimiz şu kadar artar hasabını yapadursun bedelli yasası çıkınca, medyada ilanlar fışkıracak ve rezalet daha da artacak:
“..lkbank’tan uygun koşullarda bedelli kredisi. ...aat’tan on taksitte bedelli parası... Koş vatandaş koş... Her keseye uygun bedelli olanakları... ...ıfbank, bedelli paranızı peşin ödüyor, 20 taksitte yüzde 1 faizle geri alıyor... 36 ay süreli bedelli kredisi... Kurasız çekilişsiz her aileye bir bedelli!..”
Bu reklamları geçmişte gördük.

***

Bedelliye çok kısa sürelide olsa bir ara ‘vicdani ret’ konusu da eklendi. O sıralarda twitter’den  şöyle bir  not aldım.

Normal asker: Mehmetçik
Kısa dönem  : Mehmet
Bedelli asker.: Mehmet bey
Vicdani retçi.: Mehmet Canıtatlı 

***

Facebook’tan bu konuya ilişkin gelende şuydu:

“Hepsi bir yana arada vicdani ret tasarısıda tartışıldı. Neydi vicdani ret? ‘Ben askerlik yapmam, benim ilkelerim buna izin vermez’ diyen herkes askerlikten yırtacak. Ya ne yapacak? Bir kamu kuruluşunda askerlik süresi kadar çalışacak!
Sen bu uyanık vicdani retçileri nerede çalıştıracaksın? İstanbul, Ankara, Antalya…Turistik yöreler…Onların doğum yeri olan il ve ilçeler…
Oh ne güzel memleket!
Sen hükümet olarak şimdiden açıkla bakalım, de ki ‘Vicdani retçiler sadece Güneydoğu’nun ilçe ve köylerindeki sağlık ve eğitim kuruluşlarında sivil olarak görev yapacaktır. Şemdinli, Çukurca, Erciş, Kulp, Eruh, Lice vesaire ve onların köyleri…’
Bak bakalım sonrasında, piyasada kaç vicdani retçi kalacak! Hepsi askere gitmek için kuyruğa girer.”

***

Gelen bir fıkra ile fotoğraf tamamlanmıştı sanki. Yahu bunları paylaşanların birbirlerinden haberi yoktu ki. Ben okuduğumda bu fotoğraf ortaya çıktı.

“Adamın biri herkesin boyunun ölçüsünü bir bakışta söylüyormuş. Senin boyun 1.60, senin boyun 1.75 falan filan. Gören ve duyanlar bu durumu  merak edip adamın önüne geçip boylarını soruyorlarmış. Adamın ünü yayılmışta yayılmış. Herkes birbirine, ‘bir adam herkesin boyunun ölçüsünü bir bakmayla söylüyor ve doğru çıkıyormuş’ diyormuş. Bir gün bu bir milletvekilinin kulağına gitmiş. ‘Olur mu canım öyle şey, getirin bakalım yanıma o adamı’ demiş vekil. Adam bulunmuş ve milletvekilinin karşısına çıkarılmış. Vekil sakince ve alaylı bir dille sormuş ; ‘Söyle bakalım benim boyumun ölçüsünü.’ Adam biraz vekili süzdükten sonra ‘1.82’ demiş. Bu duruma vekil çok şaşırmış. Sinirlenerek sormuş. ‘Bir kere bakmayla nasıl bildin boyumun ölçüsünü?’ Adam cevabı şöyle olur: ‘Nasıl olduğunu bilmiyorum, alışkanlık işte. Ben Kereste ustasıyım.’ ”

***
Ya dostlar. İşte durum böyle. Bizler icraattan iyi şeyler bekler dururuz. Kimi zaman beklentimize cevap verirler kimi zaman ummadıklarımızı yaparlar. Eee ne demeli.

İnsanlar tercihleriyle yaşarlar...!
Ya tozu dumana katarlar, ya da tozu dumanı yutarlar...!

***

Oysa insan içinde çok hevesler çok hülyalar besler.
“Her kalem bir şiire gebedir aslında... Sadece o doğum sancılarını çekecek bir şair gerekir..”
Herkes şair olacak değil ya..


BİTTİ 



Yayın Tarihi: 27.04.2015

ŞAİRLERİN ŞİİRLERİYLE SÖYLEDİĞİ

Merhaba sevgili okurlar.

Gene bir şairimizin sizler için seçtiğim şiirleriyle karşınızdayım, her hafta olduğu gibi. Bugünkü şairimiz İlhan Berk 1918 yılında Manisa’da doğdu. Balıkesir Necati bey İlköğretmen Okulunu ve Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Fransızca Bölümünü bitirdi. 1945-55 yılları arasında 10 yıl kadar bir süre öğretmenlik yaptı. 1956-1969 yıllarında Ankara’da 13 yıl Ziraat Bankası Yayın Bürosunda çevirmen olarak çalıştı ve emekliye ayrıldı. Kendini şiire ve yazılara verdi. Başlangıcından bugüne, yazdığı şiirlerle hep “günümüzün en ilginç ve en genç” şairlerinden biridir. İlk yazıları, ilk şiir kitabi 1935 yılında Güneşi Yakanların Selamını da yayımlayan Manisa Halkevi Dergisinde çıktı. Destansı yönünün ağır bastığı, adeta bir Türk Walt Whitman’ı olarak adlandırıldığı dönemde 1947’de “İstanbul 1939-47” , 1952’de “Günaydın Yeryüzü” , 1953’te “Türkiye Şarkısı” 1955’te de Köroğlu’nu yayımlamıştı. Sonrası, İkinci Yeniden eski şiirimize, kendi Atlasını kurmaktan düzyazı şiirlere, aforizmalarından harfleri, nesneleri ve semtleri sevmeye dek genişleyen çok kollu bir şiir ırmağı. Zor anlaşılır bir şiir tarzı vardır. Şiirimizdeki “İkinci Yeniciler” adıyla bilinen akımın şairlerinin hepsinde olduğu gibi. Birinci yeniciler şiirden aşırı süslü kelimeleri kaldırmışlardı. Yani onlar şairane şiirden, geleneksel şiirden ayrılıyorlardı. İkinci yenicilerse anlamda da devrim yapıyorlardı. Bu şiirde süslü anlamlar bırakılıyor, çarpıcı, kolay anlaşılmaz anlamlara yer veriliyordu. Umarım beğenirsiniz.

...

KEÇİYOLU

Bomboş oturdum rüzgârı dinledim
(yay burcundan dönen). Irmağın
dediklerine geçtim sonra.
Geçip gidiyordum beni görmüyordu
ot yüklü bir akşam, yarım bir
ay.

Arkamdan başını kaldırıp
bakmıştı yol.
(dikenler, gri otlar)

Kocamış bir suyum ben. Bana
ormanın sesini anlat. Sesini
çayırların.

Sessizlik. Hep bu sessizlik.

Keçiyoluna çıkarın beni.
Burda ölemem.

İLHAN BERK

***

NE BÖYLE SEVDALAR GÖRDÜM
NE BÖYLE AYRILIKLAR

Ne zaman seni düşünsem
Bir ceylan su içmeye iner
Çayırları büyürken görürüm

Her akşam seninle
Yeşil bir zeytin tanesi
Bir parça mavi deniz
Alır beni

Seni düşündükçe
Gül dikiyorum ellerimin değdiği yere
Atlara su veriyorum
Daha bir seviyorum dağları.

İLHAN BERK

***

ACININ EL YAZISI

Ben acıyım. Yani senin hazan düşen yüzün. Umarsız
Boyun bazan. Bazan ağzın, gölgeli gözlerin

Yani çocukluğun. Bursa'da bir sokak yani
(Bursa'yı hiç görmemişim gibi gelir bana)

Bir akşam yaktığın mum sonra bir kilisede
Daha hiç bilmediği bir yüz için ölümün

Zaman ki senden başka nedir
Ve hep bir yüz dönüşür bende

Bir yüze
Hem geceyi, hem tanyerlerini taşır kendinde

Ben ki bir yıkıntınım senin, senin büyüttüğün
Acının el yazısında

İLHAN BERK

***

SİZ

Size baktım. Sesin eski ve yalnız
Sizi soyuyorum. Büyük ağzınız.

Gözlerinizi alıyorum. Gözle-
riniz Ortaçağ. Kocaman ve ıssız.

Alıp ellerini beyaz diyorum
Beyaz çıplak etin, oralarınız.

Oralarınızı açıyorum. Gök-
yüzü, ağaçlar gibi kokuyorsunuz.

Uzanıp sesinizi alıyorum
Sesiniz! İstanbul. Elgin. Sonrasız.

Dik bir suru çıkıyoruz. Bir attan
iniyorum. Beyazım. Beyazsınız.

Sunu

Sonra ben bütün gün dolaştım durdum
Bu gazeli yazdım belki duydunuz.


İLHAN BERK

***

ATIMI İSTEDİM
EVİN GÖĞÜ GERİNDİ

Atımı istedim evin göğü gerindi
Cin gülleri bir yerden ordan geliyorum
Öyle sular dağların üstüydü isminiz
Yeşil, o solukları gibi rüzgârların
Bir bin yıl rüzgâr değirmeninizde kaldım

Tep kralları gibiydim öyle yalnızdım
Bir çağda seni bu beyazlığında tuttum
Ak, sabah kalyonlarım hep gökyüzündeydi
Ben rüzgâr değirmeninizde kaldım

İşte ellerin o dünya kadar Akdeniz
Hansi, gecenin pancurunda Berk kuşlarım
Ey benim sığlığım eşkim karanlığım siz
Yitik gülüşünün açtığı sular şimdi
Ben o gecelerde saçıydım çocukların
Bir bin yıl rüzgâr değirmeninizde kaldım.

İLHAN BERK

***

GÜZEL

Güzel
ölüm daha kolaydır sevmekten
der ya Aragon
Anla ki ölüme benzer seni sevmek

Sözcükler ki alevdir
Ve karadır şairlerin hayatları

Hem nice şiirlerde nice aşklarda
Tarar saçımızı ölüm.

Aşk ki bazan solgun bir ilçedir
Sürdürür derinliğini

Neden "en çok" acı ustası şairlerdir
En çok taşırlar çünkü aşkları.

Ben ki yatağımdan tedirgin bir suyum
Besbelli ki aşka ve ölüme çalışıyorum.

İLHAN BERK

***

AYRILIĞIN YÜREĞİ

Sessiz sedasız yaşayan bir ayrık otuydu Orta Anadolu’da
Kıtlıktan önce.
En küçük bir şeyden coşardı
Mesela bir kuş uçmasın Kızılırmak ‘a doğru
Köklerine su yürümüş gibi sevinirdi.
Bir bulut geçsin üstünden
Ayrılıktan çıkardı.
Dünyayı, derdi, dünyayı
Hiçbir şeylere değişmem.

Şimdi yaşamak istemiyor.

İLHAN BERK

***

ACININ ADI

Yavaş sessiz senin buyruğunda toplanır altın yavaş sessiz
Yavaş sessiz senin buyruğunda dağılır buğday yavaş sessiz
Yavaş sessiz senin buyruğunda bölünür halkın ekmeği

Seninle hızla kararır bozulur ipek seninle hızla
Hızla düğümlenir bulanır su seninle
Körlenir seninle hızla emeğin tarihi

Ve seninle yavaş yavaş çıkar bakıra kuvarsa tunca yavaş yavaş
Acının uzun uzun yazılan adı.

İLHAN BERK

***

ÜÇ KEZ SENİ SEVİYORUM DİYE UYANDIM

Üç kez seni seviyorum diye uyandım
Tuttum sonra çiçeklerin suyunu değiştirdim
Bir bulut almış başını gidiyordu görüyordum

Sabahın bir yerinden düşmüş gibiydi yüzün

Sokağı balkonları yarım kalmış bir şiiri teptim
Sıkıldım yemekler yaptım kendime otlar kuruttum
Taflanım! diyordu bir ses duyuyordum

Cumhuriyetin ilk günleri gibiydi yüzün

Kalktım sonra bir aşağı bir yukarı dolaştım
Şiirler okudum şiirlerdeki yaşa geldim
Karanfil sakız kokan soluğunu üstümde duydum

Eskitiyorum eskitiyorum kalıyor ne kadar güzel olduğun

İLHAN BERK

***

AŞIKANE

Geceye hey dedim Bir bulut beyaz aydınlık
geçiyor ve ben görüyorum Belki yalnızlık

Kâğıt gibi bir kadın sana bakıp gülüyor
Demek sen daha güzelsin gökyüzünden artık

Sokakları bembeyaz evleri geçiyorum
Bir koşu bir rüzgârı alıyorum Karanlık

Bir kenttesin ve var ta ne zamanlardan beri
O zamandan trenler evler geçiyor Kapanık

Aşkın ki hiç durup dinlenmek nedir bilmiyor
Aşkın ki anlatılamaz ihtiyar ve yıkık

Nice nice yaşamalara açılmışsındır
Nice yaşamalar ki kalmıştır yarım buruk

İşte Adakale Sokağındayım ve birden
Benim işte dünya kadar güzel ağzın artık

Durup bir yıkık aşk dedim İlhan Berk bir yıkık
aşk Şimdi o şiirlerde senden kalan ancak

İLHAN BERK

***

AKŞAMA DOĞRU

ey güzel harf güzel kağıt güzel kalem.

sana nehirlerden rüzgârlardan söz ediyorum
benim için nehirleri eğit, su yolları aç.
ben ki daha ağzı lekeli bir çocukken
yürürken gördüm bir gün nehirleri
nehirlerin rüzgârların sözü yaşar

ben ağzının yaprağıyım,bir yere yaz bunu.

ey güzel el yazısı güzel mürekkep güzel uç.

beni küçük su birikintileri büyüttü.
beni anlamak için su birikintilerine sor
su unutmaz: daireler çizerek dikkatle çalışır.
benim için yapraklar topla, yatağını lekele.

ben bu akşam doğruyum, karıştır saçlarımı.

İLHAN BERK

***

Sizlere seçtiğim şiirler bu kadar. Mutlu haftalar dilerim hepinize.



Yayın Tarihi: 26.04.2015

ŞU SOSYAL PAYLAŞIM SİTELERİ 3

Bu yazı dizisine başlarken ne demiştik?

“Şu sosyal paylaşım siteleri... bütün dünyada en çok bilinen iki site: facebook, twitter! Her gün facebook yada twitter’de milyonlarca insan birbiriyle sınırsız ve sansürsüz bir şeyler paylaşıyorlar. Çevremizde oluştuğunu gördüğümüz halk hareketleriyle birlikte dünyada oluşan daha birçok hareket bu sitelerden haberleşerek düzenlendi. Yazılı ve görsel basının tek taraflı iletişim aracı olmaları nedeniyle (birde buna hükümet yanlılığı gibi bir icraatı kutsama, hataları görmeme ve göstermeme üstüne kurulu bir basın yayın anlayışını da ekleyin) yerini bu tip sitelere terk etmeye başladığını, bu sitelerin etkisinin tartışılmaz olduğunu söylemek mümkün artık.”

Kitle kendi gazetesini, kendi radyosunu, kendi televizyonunu yapıyor. Artık siyasetçilerin toplumu afyonlama dönemi bitiyor. Bundan temsili demokrasi yerine katılımcı (düş değil gerçektir bu) demokrasi geçerli olacaktır. Katılımcı demokrasinin araçları kullanılmakta zaten. İş idarecilerin terbiye edilmesine kaldı. Birçok olmazların olduğunu gördüğümüz gibi
bunun da olduğunu hep beraber göreceğiz.

Kaldığımız yerden devam edelim.


***

Telefonla aradığımızda “aradığınız kişiye şu anda ulaşıla(Mamak)tadır, (ben cebecide sanmıştım.) daha sonra tekrar arayınız” anonsuna ne çok öfkeleniriz değil mi? Hele bu bizden kaçan biriyse.. buna uygun bir sözü geçende aldım ve bayıldım. Ayıltmaya gelmeyin. Şu an kendimdeyim.

MUHTEŞEM BİR YARGI

“Aradığınız kişiye ulaşamıyorsanız, sorun hatlarda değil yediği haltlardadır.”

***

Ne istediğini bilenin her işi kolay olur. Çünkü;

NE İSTEDİĞİNİ BİLEN YOLU YARILAR.

Kim miyim? Duymasını Bilene “Ses.!” Çekmesini Bilene “Nefes.!” Gitmesini Bilene “Hedefim!.” Değerimi Bilene “Sedef.” Yaşamasını Bilene “Hayat!.”
Sevmesini Bilene “Yürek.” Sulamasını Bilene “Çiçek..” Yüreğini Sunmasını bilene “Kıymet!.” Savaşmasını Bilene “Zafer’im.” Ben Yürekliyim. Yüreğimin Karşılığında “YÜREK” İsterim...

***

Adam olmak öyle kolay değil yani. Dışarıdan alınan fikirler adamı adam etmez. Gördüğünüz adamlarınsa bir çoğu görünüşte “Adamdır.”

ADAM OLUNMAZ DOĞULUR

“Boşuna uğraşmayın ARKADAŞLAR!
Ana sütüyle adam olmayan bir kişi,
İnek sütüyle hiç bir şey olamaz..”

***

Geriye dönüşsüz bir gül bahçesine girip, en güzelini araya araya bahçenin sonunda bir gül seçememiş olmak ne büyük yanılgıdır.

BULDUKLARINIZI KAÇIRMAYIN

“AŞK Tek Kişilik Sevgi İki Kişiliktir. Eğer Bir Kadın Size Şefkat Gösteriyorsa Seviyordur. Eğer Bir Kadın Sizi Kıskanıyor, Sesinizi Duymadığında Çıldırıyor ve Tutkuyla  Bağlıysa Aşıktır. Bunun İkisini Bir Arada Bulursanız Bu Şansı Kaçırmayın Bir Daha Karşınıza Çıkmayabilir.”

***

Kadınlar kendilerine eş olacak kişide bir çok özellik ararlar. Bunu tek cümlede özetleyince çok şey istemiyormuş gibi gösterme ustalığına da sahipler. Gel gelelim biz erkeklerin işi kadına kendimizi beğendirme konusunda oldukça zor. Allahtan yasaları biz erkekler yapıyoruz.

YASALAR BÖYLE

“Her kadın dürüst esprili, sadık, yakışıklı, zengin romantik bir erkekle evlenmek ister ama yasalar 1 erkekle evlenmeye izin verir.”

***

Siz ne sanıyordunuz? Soruyu değiştirmeden genelleştirip içine kendimi de katarak sorsam daha doğru olacak. Biz erkekler ne sanıyorduk; hayata erkekler egemendir, öyle mi? Para bizde (iş hayatına kadınlar da girince para onlarda da var artık), güç biz demi? Bakın öylemiymiş?

“Kadınlara sormuşlar paramı, erkek mi diye, alınan cevap; FARK ETMEZ İKİSİNİDE HARCARIM...”

***


DEVAM EDECEK 



Yayın Tarihi: 24.04.2015

ŞU SOSYAL PAYLAŞIM SİTELERİ 2

Bu yazı dizisine başlarken ne demiştik?

Şu sosyal paylaşım siteleri... bütün dünyada en çok bilinen iki site: facebook, twitter! Her gün
facebook yada twitter’de milyonlarca insan birbiriyle sınırsız ve sansürsüz bir şeyler
paylaşıyorlar. Dört yıl önce başlayıp biten, daha doğrusu bitemeyen Arap baharı denen arap
halk hareketiyle birlikte daha birçok hareket bu sitelerden haberleşerek düzenlendi. Etkili
veya etkisizlerin çorbaya çevirdiği, daha çok kaostan nemalananlara yarayan hareketlerdi tüm
bu olanlar. Sosyal paylaşım siteleri bu hareketin haber taşıyıcılığını, postacılığını yapmıştı.
Yazılı ve görsel basının tek taraflı iletişim aracı olmaları nedeniyle yerini bu tip sitelere terk
etmeye başladığı, bu sitelerin etkisinin tartışılmaz olduğu görülüyor. Gönüllü fişlenme demek
olan, uzun süre üye olmaktan kaçındığım bu sitelere daha fazla direnmenin anlamı yok
diyerek bir süre önce üye olmuştum. Yurt içi ve yurt dışı dost, arkadaş ve akrabalarla
haberleşiyor, bazen dünya ve yurt gündemini, bazen kendi gündemimizi, bazen
hoşlandığımız, bazen hiç hoşlanmadığımız bir çok konuyu paylaşıyoruz.

Kaldığımız yerden devam edelim.

Önce facebook’tan bir dua ile başlayalım.

SABAH DUA’SI

Allah'ım!!
Kaldıramayacağımız yükü,
Taşıyamayacağımız derdi,
Çekemeyeceğimiz çileyi,
Gidemeyeceğimiz yolu,
Aşamayacağımız engelleri,
Yaşayamayacağımız canı,
Sevemeyeceğimiz yari,
Veremeyeceğimiz cevabı,
Yiyemeyeceğimiz lokmayı,
Konuşamayacağımız özü,
Duyamayacağımız sesi,
Gidemeyeceğimiz mekânı,
Giremeyeceğiz gönlü,
Kavuşamayacağımız... AŞK-ı
verme bize ya Rabbim..

***
İnternetin el atmadığı konu nerdeyse yok! Ülkemizde gündem neyse o konu orda da mutlaka tartışılır. Uzun süredir Kürt meselesi üzerine meşgulüz ya, onunla ilgili birkaç cümle söylenmemiş olabilir mi? Olmamış tabii, orda da söylenmiş. 

TÜRK’ÜN KÜRT’E ÇAĞRISI

Sevgili Kürt Kardeşim! Burası Türkiye Cumhuriyeti!
Kanunlara uyduğun sürece bu Ülkede, Doktor, Öğretmen, Polis, Asker, Savcı, Hakim,
Emniyet Müdürü, Jandarma Genel Komutanı, Kaymakam, Vali, Milletvekili, Bakan, Başbakan ve hatta Cumhurbaşkanı oldun!
Gelecekte de olman için hiçbir engel yok!
Çünkü biz tek Devlette birçok etnik kökenden gelen Kardeşleriz!
Benden sahip olduğum her şeyi iste! Ekmeğimi, Suyumu, Aşımı paylaşırım seninle!
Diğer etnik kökenden gelen Kardeşlerimle paylaştığım gibi!
Çünkü bu Ülke hepimizin!
Ama bir gün Yahudi ve Ermenilerin gazına gelip, benden Toprak istersen, merak etme, bencillik etmem! Seninle onu da paylaşırım!

YA ALTI SENİN OLUR ÜSTÜ BENİM!
YA ALTI BENİM OLUR ÜSTÜ SENİN!

Artık bu sözlerinde bir değeri yok. Çünkü bizi yönetenler bir şeye ta başından karar vermişlerdi. Şimdi iş uygulamaya kaldı. Bunun çabasının sürdüğünü görüyoruz.

***

İnternetle tanıştığımızdan bu yana bir çok alışkanlığımız değişti. Bir zamanlar televizyon ülkemize ilk girdiğinde aynı şiddette değişim yaşanmıştı. Televizyon toplumu kendine bağlayarak akraba ve dost gezmelerini bitirmişti. İnternet kalan diğer değerleri değiştirdi. Bunlardan biri de evlenme biçimidir.  Aşağıya bunu anlatan bir cümleyi sizlere sunuyorum.

DOĞRU SÖZE NE DENİR

MSN’de evlenip, Twitter’da kavga eden, Facebook’ta boşananların çoğaldığı bir dünyada yaşıyoruz...

Zaman hızla değişiyor, evelden çok moda olan msn muhabbetleri artık mazi oldu. Msn, sahibi olan firma mikrosoft tarafından kapatıldı. Facebook’a sohbet eklendi, görüntülü sohbet içinde uzun süreden beri var olan skype bünyeye katıldı.

***

Herkesin bir servet ölçüsü vardır. Ama en önemli servet elbette önce sağlıktır. Sonrada sevdiklerimiz.. peki vazgeçtiklerimiz ne oluyor?

SAÇTIĞIMIZ SERVET

Basit biri değilim...Gözlerimi kanatırcasına ağladığım gecelerim de var, kahkahalara sarılmış anılarım da… herkes kadar dertli, bazılarından fakir, çoğundan zenginim… küfemde taşıdığım hayallerim , söylenecek şarkılarım , paylaşılacak dostluklarım var.. bilmeyene sevmeyi öğretecek kadar büyük bir kalbim, gidene beddua edemeyen dilim var...Yüreğimi korkak büyütmedim ben.. “Vazgeçtiklerim, dağıttığım servetimdir...”

***

Facebook ve twitterden bana gelenleri gelecek yazıda da sizlerle paylaşacağım. Eminim çok seveceksiniz.


DEVAM EDECEK 



Yayın Tarihi: 22.04.2015

ŞU SOSYAL PAYLAŞIM SİTELERİ 1

Şu sosyal paylaşım siteleri... bütün dünyada en çok bilinen iki site: facebook, twitter! Her gün facebook yada twitter’de milyonlarca insan birbiriyle sınırsız ve sansürsüz bir şeyler paylaşıyorlar. Dört yıl önce başlayıp biten, daha doğrusu bitemeyen Arap baharı denen arap halk hareketiyle birlikte daha birçok hareket bu sitelerden haberleşerek düzenlendi. Etkili veya etkisizlerin çorbaya çevirdiği, daha çok kaostan nemalananlara yarayan hareketlerdi tüm bu olanlar. Sosyal paylaşım siteleri bu hareketin haber taşıyıcılığını, postacılığını yapmıştı. Yazılı ve görsel basının tek taraflı iletişim aracı olmaları nedeniyle yerini bu tip sitelere terk etmeye başladığı, bu sitelerin etkisinin tartışılmaz olduğu görülüyor. Gönüllü fişlenme demek olan, uzun süre üye olmaktan kaçındığım bu sitelere daha fazla direnmenin anlamı yok diyerek bir süre önce üye olmuştum. Yurt içi ve yurt dışı dost, arkadaş ve akrabalarla haberleşiyor, bazen dünya ve yurt gündemini, bazen kendi gündemimizi, bazen hoşlandığımız, bazen hiç hoşlanmadığımız bir çok konuyu paylaşıyoruz.

Bu gün kimi komik, kimi politik paylaşımlardan örnekler vermek istiyorum.

İlk olarak Hırvatistan’a İstanbul’da 3-0 yenildiğimiz maç sonrası yazdığım ileti ile başlayalım. O zaman milli takımımızın başında Hollandalı Guus Hidding vardı.

“Aşı tutmadı. Batı akılcılığına doğu duygusallığı katılır sanıldı. Çalışma disiplinine bağlı batı akılcılığı yerine şişinmeci, tembel, işlenmemiş ve geliştirilmemiş yetenekleriyle işi idare edeceklerini sananlar güruhundan ruhu tükenmiş bezirganlar çıktı. Bu oyuncular mahallelerinde mi oynadılar yoksa? Ben yanlış maçı mı izledim (oynadığımız son milli maçımızda bu defa Hollanda milli takımının antrenörü Hidding’ti, Fatih Terim’in öğrencileri deplasmanda uzatmada yedikleri golle Hollanda’yla 1-1 berabere kalmıştı)?

Öte yandan paraları cebine koyup “Hidding gibi” yaşlılığında bolluk içinde bir hayat sürmeyi düşünen, hiçbir olumlu gelişmeye yol açmamış, Türk yardımcıları kadar kör, batı akılcılığı adı altında kendi şablonuna tapan kayıtsız, etkisiz ve ruhsuz bir teknik direktörden başka ne beklenirdi ki.”

Üç gün sonra bu defa “Radyospor”a Barış Ertü’ün sunduğu  programa aynı konu ile ilgili şunları yollamıştım Barış Ertül’de bu satırları radyoda okumuştu:

“Merhaba Barış bey!
Ben Adapazarı'ndan Aydın Göle. 55 yaşında, yürüme engelli, Beşiktaş taraftarı eski bir müzisyenim. Son üç yıldır yerel bir gazetede köşe yazarıyım.

Doğu duygusallığına eklenmek istenen batı akılcılığı ruhsuzluğu doğurdu. Kendinden menkul değerlerle yeteneklerini körleyenler ve yöneticilik yaptıklarını sanan amatörler bu milletin vergilerini çarçur ediyorlar.”

Emekli öğretmen yeğenim Adnan Oktar hocanın bir videosunu paylaşmıştı. Ona da şunları yazmıştım:

“İşin bezirganları iyice sıkmaya başladılar artık. En başta sahip oldukları dil.. İnsanın kaşının gözünün seğirmesi gibi, çok sık seğiren bir dille konuşuyorlar. Bıktım şu dil tiklerinden.. Önce düzgün bir Türkçe ile konuşsunlar. Ülkemizinde, dilimizinde, dinimizinde canına okuyorlar. Eskiden çıplak manken, şimdiyse bir gazetede yazar olan konuk hanımefendinin alim (!) olması bir yana. Adnan hoca güzellik yarışmasındaki jüri üyesi gibi.”

İlimizde belirlenen kaçak elektrik kullanımıyla ilgili savunmalar fıkraları aratmıyor.
Sakarya Elektrik Dağıtım A.Ş. görevlilerine, kaçak elektrik kullananların ilginç cevapları şaşırtıcı.
İşte fıkraları aratmayan facebook’ta paylaşılan o savunmalardan bazıları:

“Kablolar çok sallanıyordu. Ben hepsini bir araya topladım.”
“Hayatta kaçak kullanmam. Eski kiracı yapmıştır.”
“Oğlan çok yaramaz, o yapmıştır.”
“Ev eski, kapıyı sert vurunca kanca düşmüştür.”
“Kendiliğinden olmuştur.”


Facebook ve twitterden bana gelenleri gelecek yazıda da sizlerle paylaşacağım. Eminim çok seveceksiniz.


DEVAM EDECEK


Yayın Tarihi: 20.04.2015

ŞAİRLERİN ŞİİRLERİYLE SÖYLEDİĞİ

Merhaba sevgili okurlar. 12 ocak 1905’te İstanbul Kadıköy’de doğan bugünkü şairimiz Hüseyin Nihal Atsız Türkçülüğün belki de en önemli isimlerinde biridir. Türk tarihindeki Göktürkler konusunda uzmanlaşmıştır. Babası deniz subayı Nail Bey, annesi Fatma Zehra Hanımdır. İlköğrenimini Kadıköy’deki çeşitli okullarda, orta öğrenimini Kadıköy ve İstanbul sultanilerinde yaptı. Buradan mezun olunca Askeri Tıbbiye’ye yazıldı. Bu okulun 3.sınıfında iken, Arap asıllı bir subaya selam vermeyi reddettiği için okuldan çıkarıldı. Daha sonra İstanbul Darülfünunu (Üniversitesi) Edebiyat Fakültesi’ne yazıldı. Bu fakülteden 1930 yılında mezun olunca, Türkiyat Enstitüsü’nde, hocası Köprülüzade M. Fuat Beyin asistanı oldu. Ancak diğer hocası Zeki Velidi (Togan) Beyin Türk Dil Kurultayı’nda maruz kaldığı hücumlara tepki olarak çektiği telgraf sebebiyle asistanlıktan çıkarıldı (1933). Daha sonraları çeşitli kurum ve kuruluşlarda Türkçe öğretmenliği, dergilerde yöneticilik yaptı. “Ötüken” adlı bir dergi çıkararak düşüncelerini aktardı. 

Hayatı boyunca girdiği her davayı kaybedişi bile onun Türklük konusunda aşırılığı kadar haklılığının da göstergesidir.

Hüseyin Nihal Atsızın fırtınalı hayatı 1975 yılının kasım ayı ortalarında sekteye uğradı. Hastalandığından şüpheyle muayene olan şairimizde hiçbir hastalık belirtisi bulunmadı. 10 aralıkta geçirdiği krizin gelen doktor kalp krizi olduğunu anlayamadı. Ertesi gün bir kere daha kalp krizi geçirerek vefat etti. 13 aralık 1975’te Türklük sevdalısı şairimiz toprağa verildi.

...

AYRILIK

Sevdiğim, kemençede titretiyorken yayı,
Bülbül sustu, unuttu o eski ağlamayı.
Öyle sandım ki gökte kızıllık sardı ayı,
Sevdiğim, kemençede inletiyorken yayı...

Ağaçların dalları saygılarla eğildi,
İçimden çarpıntıyı, gözümden yaşı sildi,
Böceklerin sesleri birdenbire kesildi,
Sevdiğim, kemençede söyletiyorken yayı...
Ayın on dördü gökte yavasça yükselince,
Bir bağlama başladı önceden ince ince ...

Birdenbire gürleşip kemençeye karıştı,
Biri coşkun bir öfke, biri bir yalvarıştı.
Birini inletirken bir kadının elleri,
Birinde bir erkeğin kırılmış emelleri...
Sonra kemençe sustu... Yalnız kaldı bağlama,
Çalkalanarak diyor ki: Boşunadır, ağlama!
Kemençen, bağlamam ve ... Gönüllerimiz kırıktır;
Her tatlı sevişmenin sonu bir ayrılıktır...

Gök onun kadar derin , o gök kadar berraktı,
Biraz sonra nazik ay bizi yalnız bıraktı...
Bu ayrılık çağının hicranını bir düşün,
Beni hala yakıyor tadı en son öpüşün!?..

Hazin hıçkırıkları bırakılmış bir kızın,
Hatırlattı bütün o eski ayrılıkları.
Söndürür neşesini gönlümüzdeki hızın,
Bırakılmış bir kızın hazin hıçkırıkları...

Hüseyin Nihal Atsız

***

BÜTÜN TÜRK GENÇLİĞİNE

Yer bulmasın gönlünde ne ihtiras, ne haset.
Sen bütün varlığınla yurdumuzun malısın.
Sen bir insan değilsin; ne kemiksin ne de et;
Tunçtan bir heykel gibi ebedi kalmalısın.

Istırap çek inleme... Ses çıkarmadan aşın.
Bir damlacık aksa da bir acizdir göz yaşın;
Yarı yolda ölse de en yürekten yoldaşın,
Tek başına dileğe doğru at salmalısın.

Ezilmekten çekinme... Gerilemekten sakın!
İradenle olmalı bütün uzaklar yakın,
Dolu dizgin yaparken ülküne doğru akın,
Ateşe atılmalı, denize dalmalısın.

Ölümlerden sakınma, meyus olmaktan utan!
Bir kere düşün nedir seni dünyada tutan?
Mefkuresinden başka her varlığı unutan,
Kahramanlar gibi sen ebedi kalmalısın...

II

Sen ne elde ve dilde gezen billur bir sağrak,
Ne de sıska bir göğse takılan bir çiçeksin;
Senin de bu dünyada nasibin var savaşmak!...
Kayalarla güreşip dağlarda öleceksin.

Yoldaşlık ederekten gökte güneşle, ayla,
Aşarsın tepe, ırmak; yürürsün ova, yayla...
Hayata ne biçimde geldinse bir borayla
Daha sert bir kasırga içinde biteceksin.

KIZIL ELMA uğruna kılıç çekince kından,
Bahtiyarlık denen şey artık geçmez yakından.
Mesut olup gülmeyi sök, çıkar hatırından.
Belki öldükten sonra bir parça güleceksin.

Yüz paralık kurşunla gider ‘HAYAT’ dediğin;
‘Tanrı yolu’ uzaktır; erken kalk sıkı giyin.
Yazık, bütün ömrünce o kadar özlediğin
Güzel Kızıl Elma’na varmadan öleceksin.

III

Belki bir gün çöllerde kaybedersin eşini,
Belki bir gün ağlarsın kaçtı diye karına.
Işıksız kulübende boranın esişini
Dinleyerek çıkarsın bir ümitsiz yarına.

Gün olur ki mertliğin uğrar kahpe bir hınca;
Namert bir el arkandan seni vurur kadınca;
Bir gün sabrın tükenir... Silahını kapınca
Haykırarak çıkarsın yurdunun dağlarına...

Hayatın kamçısıyla sızar derinden kanlar,
Senin büyük derdinden başkaları ne anlar?
Vicdanını ‘Paris’e, ‘Moskova’ya satanlar,
Küfür diye bakarlar senin dualarına.

Hey arkadaş!... Bu yolda ben de coşkun bir selim,
Beraberiz seninle, işte elinde elim.
Seninle bu hayatın gel beraber gülelim,
Ölümüne, gamına, tipisine, karına...

IV

Atandan kalmış olan kılıcı iyi bile,
Onu bütün gücünle vuracaksın çağında.
Savaş... Bunun tadını ey Türk sen bulamazsın,
Ne sevgili yanında, ne baba ocağında...

Savaşmaktan kaçınır, kim varsa alnı kara,
Kan dökmeyi bilenler hükmeder topraklara...
Kazanmanın sırrını bilmiyorsan git, ara
‘Çanakkale’ ufkunda, ‘Sakarya’ toprağında.

Siyasette muhabbet... Hepsi yalan, palavra...
Doğru sözü ‘Kül Tegin’ kitabesinde ara...
Lenin'den bahsederse karşında bir maskara,
Bir tebessüm belirsin sadece dudağında.

Yatağında ölmeyi hatırından sök, çıkar!
Döşeğin kara toprak, yorganındır belki kar...
Sen gurbette kalırsan, ben ölürsem ne çıkar?
Ruhlarımız buluşur elbet ‘Tanrıdağı’nda...

V

Mukadderat isterse seni yoldan çevirsin,
Sen hele bu yollarda yıpranarak aşın da,
Varsın bütün ömrünce bir an nasip olmasın,
Yorgunluğu gidermek serin bir su başında.

Bir gülüşten ne çıkar, ne çıkar ağlamaktan?
Kullar kancıklık eder, bela bulursun Hak'tan.
Gün olur ki bir yudum su ararsın bataktan,
Gün olur ki bir tutam tuz bulunmaz aşında.

Bir çığ gibi yürürsün bir lahza durmaksızın,
Bir ilahi kaynaktan geliyor çünkü hızın.
Duyguların ölmüştür... Tapınılan bir kızın,
Bir füsun bulamazsın gözlerinde, kaşında.

Istırabı kanına kat da göz kırpmadan iç!
Varsın gülsün ardından, ne çıkar, bir iki piç...
Bu varlık dünyasında yalnız senin hiç mi hiç,
Bir şeyin olmayacak hatta mezar taşında...

Hüseyin Nihal Atsız

***

GERİ GELEN MEKTUP

Ruhu mu ateş yoksa o gözler mi alevden
Bilmem bu yanardağ ne biçim korla tutuştu
Pervane olan kendini gizler mi alevden
Sen istedin ondan bu gönlüm zorla tutuştu

Gün senden ışık alsa da bir renge bürünse
Ay secde edip çehrene yerlerde sürünse
Her şey silinip kaybolurken nazarında
Yalnız o yeşil gözlerinin nuru görünse...

Ey sen ki kül ettin beni olmaz yakışınla
Ey sen ki gönüller tutuşur her bakışınla
Hançer gibi keskinler çiçekler gibi ince
Çehren bana uğrunda ölüm hazzı verince

İçimdeki azgın devi rüzgârlara attım
Gözlerle günah işlemenin zevkini tattım
Gözler ki birer parçasıdır sende ilahın
Gözler ki senin en katı zulmün ve silahın

Vur şanlı silahınla gönül mülkü düzelsin
Sen öldürüyorken de vururken de güzelsin

Hüseyin Nihal Atsız

***

MUTLAK SEVECEKSİN

Sevda gibi bir gizli EMEL ruhuna sinmiş;
Bir haz ki hayalden bile üstün ve derinmiş.
Gökten gelerek gönlüne rüzgâr gibi inmiş,
Bir sır ki bu, ölsen bile asla açamazsın...

Anlatması imkânsız olan öyle bir an ki,
Hülyadaki ses varlığının gayesi sanki...
Bak emrediyor: Daldığın alemden uyan ki,
Mutlak seveceksin beni, bundan kaçamazsın...

Hüseyin Nihal Atsız



Bilsin cihan ki ben bu cihanın nesindeyim:
Bir ülkünün mehabetinin zirvesindeyim.
Dünya denen mezellete dalsın her isteyen;
Ben ırkımın şeref taşan efsanesindeyim.
Herkese bir özleyişle yaşar…
Ben de öylece Altaylar’ın ve Tanrıdağ’ın çevresindeyim.
Merdanelikle şöyle bakıp ayrılıklara
Son menzilin hüzün dolu kaşanesindeyim.
Artık veda zamanına pek fazla kalmadı;
Yorgun ve kimsesiz ölümün bahçesindeyim…

Hüseyin Nihal Atsız



TÜRKLERİN TÜRKÜSÜ

Dilek yolunda ölmek Türklere olmaz tasa,
Türke boyun eğdirir yalnız türeyle yasa;
Yedi ordu birleşip karşımızda parlasa
Onu kanla söndürüp parçalarız , yeneriz .
Biz Tufani yarattık uyku uyurken batı,
Nuh doğmadan kişnedi ordularımızın atı.
Sorsan söyle diyecek gök denilen şu çatı :
Türk gücü bir yıldırım Türk bilgisi bir deniz.
Delinse yer ,çökse gök yansa kül olsa dört yan,
Yüce dileğe doğru yine yürürüz yayan.
Yıldırımdan tipiden kasırgadan yılmayan,
Ölümlerle eğlenen tunç yürekli Türkleriz....

Hüseyin Nihal Atsız

***

TÜRK KIZI

Pınar başına geldi
Bir elinde güğümü;
Çattı yay kaşlarını
Görünce güldüğümü,
Bağlamıştı gönlümü
Saçlarının düğümü.
Bilmiyordum bu örgü
Acaba bir büğü mü?

Sordum: Nerdedir yerin?
Nedir senin değerin?
Yedi kıral vurulmuş,
Ne bu ceylan gözlerin?
Hangisine varırsın
Bu yedi ünlü erin?
Şöyle dedi bakarak
Göklere derin derin:

Kıralların taçları
Beni bağlar büğü mü?
Orduları açamaz
Gönlümdeki düğümü.
Saraylarda süremem
Dağlarda sürdüğümü.
Bin cihana değişmem
Şu öksüz Türklüğümü...

Hüseyin Nihal Atsız

***

Irkçılığın tarifine uyan aşırı milliyetçiliğiyle tanınan şairimize ayırdığım yazımın sonuna geldik sevgili okurlarım. Beğenelim veya beğenmeyelim her düşünce ile sonucunda içinde yaşadığımız toplum oluşur. Bu toplumu oluşturan her türlü sanat ve fikir eserlerine yer vermek benim ülkeme olan borcumdur. Bu borçtan kurtulduğum oranda mutluluğum artacaktır.

Hepinize güzel bir hafta sonu tatili diliyorum.


Yayın Tarihi: 17.04.2015

HEDİYE VE HEDİYELEŞME 20

Ölü evine, adına hediye denmese de bir şeyler götürülmektedir. Kederlerinin büyüklüğünden ve gelen giden konukları ağırlama meşguliyetleri nedeniyle yemek yapamayacakları düşünülerek, kimi yerlerde komşu evlerden ve akrabalardan yemek götürüldüğü görülür. Prof. Dr. Mahmut Tezcan Ankara’nın Keskin ilçesinde lokum, Çorum’da bir kutu şeker, Erzurum köylerinde çay ve şeker, varlıklı ailelerden Konya ve Van köylerinde ise koç, Aybastı’da tatlı götürüldüğünü belirtiyor.

Geleneksel kültürümüzde hediye yarı açık, yarı gizli biçimde götürülen yere, sessizce bırakılan bir şeydi. Zamanla batının etkisiyle önce şehirlerde, daha sonra kırsal kesimde verilmek istenen kişinin eline verilir oldu. Gene geleneksel biçimiyle hediyeler verenin yanında görgüsüzlük sayıldığı için açılmazken, şimdi açılıp tıpkı batılı ülkelerde olduğu gibi teşekkür edilmektedir.

Ülkemizde şu gibi durumlarda hediye götürülmektedir.
1: Doğum, yani doğan çocuğu görmeye gidişlerde.
2: Yeni doğan çocuğu ilk gezmeye getirilen evlerde
3: Bebeğin ilk dişinin çıkışından
4: Kur’an hatmeden çocuğun hatim duasında
5: Sünnet olan çocuğa
6: Askere uğurlama ve asker ziyaretlerinde
7: Uzun yolculuğa çıkışlarda
8: Evlenme törenlerinde
9: Bayramlarda
10: Hacca gidişte 
11: Yeni ev almada, ev görmeye gidişte
12: Ölümlerde
13: Uzağa gidip tekrar dönüldüğünde (dönenden gittiği yerin meşhur bir şeyini en yakınları getirmesini bekler)
14: Okul mezuniyetlerinde öğretmenlere, öğrencilere (sözü geçen konuda öğrenciler öğretmenlerine, anne babalarda mezun olan yavrularına hediye verir)

Gördüğünüz gibi hayatın her evresinde hediye verilebiliyor. Peki hediye verilirken nelere dikkat edilmelidir onlarıda görelim.

a- Hediye alacak kişi, bütçesine uygun hediye almalı.
b- Hediye kullanılabilir olmalı.
c- Hediye vereceğiniz kişinin kişiliğine uygun olmalı.
d- Zamanında verilmeli.
e- Hediye yarışına girilmemeli, bütçe zorlanmamalı.
f- Hediye verilen kişi de yük altında bırakılmamalı.
g- Az veren candan, çok veren maldan ata sözü unutulmamalı.
    
Hediyenin az veya küçük oluşu daha makbul tutulur. Deyimlerimizde bunu göstermektedir. “Çam sakızı çoban armağanı”,  “Yarım elma gönül alma”,  “Bahşiş atın dişine bakılmaz”. Buna rağmen hediye veren mahcup olmamak için genellikle bu deyimlere pek dikkat etmez. Sadece mahcup olmakta değildir gözetilen, hediye verilen kişinin onuruda yükseltilmek istenir. Hediye verilen kişiyi küçük düşürmemekte hediye geleneğinin gereğidir.

Sonuç olarak hediye günümüz ve geçmiş toplumlarda insan ilişkilerinde olumlu sonuçların alınmasını sağlamıştır. İlişkilerde mutluluklar veren bir gelenek olarak insanlık tarihi kadar eski bir geçmişe sahiptir.

Bu yazı dizisini burada bitirirken sizler kimbilir daha nelerin eksik kaldığını düşünüyorsunuz? Her inceleme, her yazı tahmin edersiniz ki bir yanıyla eksiktir. Bu inceleme yazısı da benim gördüğüm yada görmediğim bir çok eksik yana sahiptir. Bir çok konu daha içine dahil edilebilirdi belki. Bu haliyle bile siz okurlarımın sabrını zorladığımı düşündüğüm bu yazı bundan daha hacimli olamazdı. Bundan daha kısa bir dizi olamadığı gibi.. 


BİTTİ



Yayın Tarihi: 17.04.2015

HEDİYE VE HEDİYELEŞME 19

Nihayet yazı dizimizin sondan önceki bölümüne geldik. Bu bölümde ülkemizde yaygın olan hediye ve hediyeleşme biçimlerinden söz edeceğiz.

Prof. Dr. Mahmut Tezcan; “Hediyeleşme konusunda başka kültürlerle İslami kültürde var olan kuramsal nitelikle ‘karşılıklılık,’ Türk kültüründede geçerlidir. Özellikle düğünlerde komşulara ve akrabalara götürülen hediyelerde bu konuya çok dikkat edilir. Herkes hediye alırken onlar bize ne getirmişti diye hatırlayarak ona denk, eşit bir hediye almaya dikkat eder. Hatta Anadolu’da kimi kırsal kesimlerdeki düğünlerde kimin ne hediye getirdiği herkese açıkça ilan edilir” der. Bunların kendi bölgemizin çeşitlilik arzeden nüfus yapısı nedeniyle ilimizde de yaşandığını görüyoruz.

Ülkemiz ve ilimizde şu hediyeleşme biçimleri batıdan gelmiş ve kabul görmüştür. 

Yeni yıl hediyeleri
Doğum günü hediyeleri 
Evlenme yıldönümü hediyeleri  
Bayi toplantılarında verilen hediyeler
Promosyon denilen tüketim arttırıcı hediyeler
Üniversite personelinin akademik unvan alma hediyeleri
Bir kurumdan emekli olunurken verilen hediyeler
Anneler günü hediyesi
Babalar günü hediyesi
Sevgililer günü hediyesi

Bu kabul edilen hediyeleşme günleri batı ticaret mantığının bir eseridir. İlk bölümlerde ilkel kavimlerle birlikte şaman inancına sahip eski Türk’lerde de toplumun yenileşmesi, üretimin devamlılığının sağlanması amacıyla eskilerin atılıp yenilerinin hediye edildiğini özellikle vurgulandığını belirtmiştim. Para ekonomisine geçildikten çok sonra 20. yüzyılda gelişen ve hızlanan ticaret bu düşünceyi abartılı biçimde kullanarak yeni gelir kaynaklarının arasına başlı başına bir konu olarak hediyeyi aldı. Tüketim toplumunun bu hediyeler aracılığıyla oluşturulduğunu, bu toplumun hediyelerinin de teknolojik olarak muhteşem olmalarına rağmen eşyanın insanla özdeşleşen uzun ömürlülük gibi yapısının olmaması nedeniyle ruhunu kaybettiğini soğuk ve kısa kullanımlık olduğunu görüyoruz. Oysa eski hediyeleşme biçimlerinde hediyeler at, kedi, köpek, ördek, kanarya gibi sevimli ve yararlı hayvanlardan; deri yelek, kayış, şapka köstekli cep saati gibi günlük kullanım eşyalarından oluşurdu. Bunlarda verilen kişiyle özdeşleşir bir bütünün iki yarısı olurlardı. Bunlardan birinin hayvan sevgisini aşılaması, diğerinin tutumlu olmayı sağlaması gibi iki ayrı yararı vardı.

Oysa kendimize has öyle güzel hediyeleşme biçimlerimiz vardır ki, saymakla bitmez. Gene Prof. Dr. Mahmut Tezcan’ın bu konuda yazdıklarına bir bakalım.

“Yaşlı nineler, dedeler, babalar, akrabalar ve tüm komşu köylüler askere uğurlamayı bir tören durumuna getirmişlerdir (Sözün burasında araya girme ihtiyacı duyuyorum. Benim ilk gençlik yıllarımda anne-babanın oğullarının askerlik yaptığı şehre giderek yemin törenine katılmak, tören sonrasında oğullarına küçük hediye vermek yoktu. Yakın dönemlerde bu bir gelenek haline geldi. A.G). Asker adaylarının el öpmeleri sırasında herkesin karınca kaderince onların ceplerine para koymaları, dayanışmanın, sevginin en güzel örneğidir.” 



DEVAM EDECEK



Yayın Tarihi: 15.04.2015

HEDİYE VE HEDİYELEŞME 18

d- İkisi arasında nikâh bulunması:
Karı koca, birbirine verdiği hediyeyi geri isteyemez. Erkek müslüman, kadın başka bir dinden olsa, hatta boşansalar da, bağışından dönemez, verdiğini geri isteyemez. Bir erkek, yabancı bir kadına bir şey bağışladıktan sonra onunla evlense, bu durumda bağış yapan, bağışından dönebilir; çünkü nikâh bağıştan sonra yapılmıştır. Bu durum, günümüzde çok görülüyor. Nişanlanıp, oğlan geline hediyeler takıyor. Nikâhtan önce veya sonra ayrılıyorlar. Kustuğunu yalamak gibi olsa da, oğlan, geline nikâhtan önce verdiği hediyeleri geri isteyebilir. Nikâhtan sonra verilenleri ise istemeye hakları yoktur.
e- Aralarında nikâhı ebedi haram eden akrabalık bulunmak:
Usûl ve fürular yani baba, babanın babası ve daha yukarısı, ana, ananın anası ve daha yukarısı, evlatlar, torunlar ve daha aşağısı ile kardeşler, kardeş çocukları, amcalar, dayılar, halalar, teyzeler, verilen hediyeleri geri isteyemezler. Bu şekilde akraba olan, ister Müslüman, isterse başka dinden olsun eşittir.
f- Hediyenin değişip başkalaşması:
Hediye edilen buğdayın öğütülüp un haline gelmesi veya bulgur yapılması yahut ekmek yapılması, verilen sütün peynir yapılması, yağının çıkarılması halinde, artık verilen hediye geri istenemez.

Birisine bin lira hediye edilse, sonra o kişiden bin lira ödünç istense, o kimse de bin lira hediye edene ödünç verse, ödünç alan kimse, zaten ben bu bin lirayı sana hediye etmiştim, vermiyorum diyemez.

Bir kimse, diğerinde bulunan alacağını bağışlarsa, ona bağışladığı şeyi geri isteyemez.
Bağışlanan şey satılsa, müşteri, onu bir kusurundan dolayı iade etse; önce bağış yapan şahıs, bu durumda bağışından dönemez.
Bağış yapan bedeli teslim aldığı zaman, her ikisi de verdikleri şeye geri dönemezler.
Kendine bağış yapılan şahıs, ister akraba olsun, ister yabancı olsun fark etmez. (*2)

Başkalarının yanında birine bir hediye verilse “onlar da ortak olur” hadisine göre her hediye herkesçe ortaklaşa kullanılacak demek değildir. Türkçemizdeki “göz hakkı” deyimi olarak kullanılan bir söze dayanarak bu ortaklığın yiyecek ve içecekler üzerinden, dahası bölünebilir şeyler üzerinden uygulanması mümkündür. Bir kalem gelmişse, kalem kırılıp oradakilere taksim edilmez.

Para hariç, al kullan diye verilen şey hediye olur. Ancak verenin bunu diliyle söylemiş olması gerekir. Hediyede söz geçerlidir. Şakadan bile söylense verilen şey hediye edilmiş olur. Onun oyunu olmaz.

Dinimizde, niyetin geçerli olup sözün geçerli olmadığı yerler olduğu gibi, sadece sözün geçerli olup niyetin geçerli olmadığı yerler de vardır. Mesela; “Şakadan da olsa nikâhlananın veya boşayanın, nikâhı da, boşaması da geçerli olur.” (*3)
“Üç şeyin şakası da, ciddisi gibi geçerlidir. Nikâh, tek taraflı boşanma, tek taraflı boşanmaktan vazgeçmek.” (*4)
Hediyede yukarıda sözü geçen konular gibi şakası olmayan bir konudur.
Alacağını borçlusuna hediye eden, “şakadan söylemiştim” dese de hediyesinden vazgeçemez. Niyeti geçersiz, sözü geçerlidir. 


DEVAM EDECEK



KAYNAKLAR
*1 Ramuz
*2 İhtiyar, Redd-ül muhtar, Hindiye
*3 Taberani
*4 Tirmizi 



Yayın Tarihi: 13.04.2015

ŞAİRLERİN ŞİİRLERİYLE SÖYLEDİĞİ

Merhaba sevgili şiir sever okurlarım. Bugün Hasan Hüseyin Korkmazgil’in şiirlerinden sizler için seçtiklerimi sunacağım. Önce şairimizi tanıyalım.

1927’de Sivas’ın ilçesi Gürün’de doğan şairimiz, 1948 Adana Erkek Lisesi, 1950 Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü mezunu. 1955-1960 yılları arasında önce kısa süren öğretmenliğin ardından Gürün’de ve Sivas’ta arzuhalcilik, tabela ve portre ressamlığı, inşaat işçiliği yaptı. 1960’da İstanbul’a, sonra Ankara’ya yerleşti. 1968-1970 yıllarında Akis dergisinde çalıştı, bir süre de Forum dergisini yönetti.

Lise yıllarında şiir yazmaya başlayan Hasan Hüseyin’in şiirleri gerçek değerine kavuşamadı. Dönemin toplumcu akımlarının izlerini gördüğümüz şiirleri küçük sözcük uyumlarından, kafiyeye, ordan serbest vezine kadar uzanır. Şiirleri bizi bütün gerçekçiliğine rağmen düşsel zenginliğiyle de başka alemlere alır götürür.

Şairimizin ilk şiiri 1959’da Dost dergisinde çıktı. Bu yıllarda mizahi hikâyeleri de yayımlandı. 1963 yılında yayımlanan Kavel adlı kitabı ile 1964 Yeditepe Şiir Armağanı’nı, 1971 yılında Kızılkuğu ile TRT’nin 1970 Sanat Başarı Ödülü’nü, 1981 yılında da Filizkıran Fırtınası ile 1981 Toprak ve Nevzat Üstün şiir ödüllerini aldı. Çok sevdiğim birkaç şairden olan şairimizin burada da sizlere sunduğum “Uzun Eski Satıcı” adlı şiirini 1980’lerin başında besteledim.

Bu gün şiirlerine yer verdiğim Hasan Hüseyin Korkmazgil 26 Şubat 1984 Ankara’da vefat etti.

...

ACILARA TUTUNMAK

acı çekmek özgürlükse
özgürdük ikimiz de
o yuvasız çalıkuşu
bense kafeste kanarya
o dolaşmış daldan dala
savurmuş yüreğini
ben bölmüşüm yüreğimi
başkaldıran dizelere

kavuşmak özgürlükse
özgürdük ikimizde
elleri çığlık çığlık
yanyana iki dünya
ikimiz iki dağdan
iki hırçın su gibi
akıp gelmiştik
buluşmuştuk bir kavşakta
unutmuştuk ayrılığı
yok saymıştık özlemeyi
şarkımıza dalmıştık
mutluluk mavi çocuk
oynardı bahçemizde

aramakmış oysa sevmek
özlemekmiş oysa sevmek
bulup bulup yitirmekmiş
düşsel bir oyuncağı
yalanmış hepsi yalan
sevmek diye birşey vardı
sevmek diye birşey yokmuş
acılardan artakalan
işte bu bakışlarmış
kuğu diye gözlerimde
gün batımı bulutlarmış
yalanmış hepsi yalan
savrulup gitmek varmış
ayrı yörüngelerde


acı çektim günlerce
acı çektim susarak
şu kısacık konuklukta
deprem kargaşasında
yaşadım birkaç bin yıl
acılara tutunarak
acı çekmek özgürlükse
özgürdük ikimizde

HASAN HÜSEYİN KORKMAZGİL


***

ACIYI BAL EYLEDİK

bak şu bebelerin güzelliğine
kaşı destan
gözü destan
elleri kan içinde

kör olasın demiyorum
kör olma da
gör beni

damda birlikte yatmışız
öküzü hoşça tutmuşuz
koyun değil şu dağlarda
san kendimizi gütmüşüz
hor baktık mı karıncaya
kırdık mı kanadını serçenin
vurduk mu karacanın yavrulusunu
ya nasıl kıyarız insana

sen olmasan öldürmek ne
çürümek ne zindanlarda
özlem ne ayrılık ne
yokluk ne yoksulluk ne
ilenmek ne dilenmek ne
işsiz güçsüz dolanmak ne
gün gün ile barışmalı
kardeş kardeş duruşmalı
koklaşmalı söyleşmeli
korka korka yaşamak ne

kahrolasın demiyorum
kahrolma da
gör beni

kanadık toprak olduk
çekildik bayrak olduk
döküldük yaprak olduk
geldik bugüne

ekmeği bol eyledik
acıyı bal eyledik
sıratı yol eyledik
geldik bugüne

ekilir ekin geliriz
ezilir un geliriz
bir gider bin geliriz
beni vurmak kurtuluş mu

kör olasın demiyorum
kör olma da
gör beni

HASAN HÜSEYİN KORKMAZGİL

***


ÂMENNA

‘Yaşayanlar bir gün ölür’
elbette
ağaçlarla
balıklarla
kuşlarla ben
âmenna
‘ağlayanlar bir gün güler’
elbette
uyanmakla
anlamakla
bilmekle ben
âmenna
‘kısa çöp uzun çöpten hakkını alır’
elbette
direnmekle
kurtulmakla
barışla ben
âmenna

öyle bir yerdeyim ki
ne karanfil
ne kurbağa
öyle bir yerdeyim ki
biryanım mavi yosun
dalgalanır sularda
biryanım çocuk parkı
çığlık çığlığa
öyle bir yerdeyim ki
anam gider allah allah
dölüm düşmüş sokağa

dostum dostum güzel dostum
bu ne beter çizgidir bu
bu ne çıldırtan denge
yaprak döker biryanımız
bir yanımız bahar bahçe

HASAN HÜSEYİN KORKMAZGİL

***

KIZILIRMAK

(...)

bir oğlum olacak adı temmuz
öfkede benden fırtına
           sevgide deniz
ne saman yollarının ulu kervanları susuzluğumun
ne kutup şafaklarında tanrılaşması ilkelliğimin
temmuz gibi sıcak ve bereketli
                  temmuz gibi uçsuz bucaksız



bir oğlum olacak adı temmuz
dilinde en güzel sesi türkçemin
        kulağı en yiğit şarkılarla delik
korkak bir merakla değil yıldızlı karanlığı
        vivaldi’yi dinler gibi okuyup anlayacak
ve belki de sütdişleri sürerken balaban bir bursa şeftalisine
        ay’dan kendi sesini dinleyecek
        vahşi bir çiçek gibi açılmış gözleriyle

(...)

HASAN HÜSEYİN KORKMAZGİL

***

UZUN ESKİ SATICI

geyik koymuş dokumanın üstüne
yol geçirmiş dokumanın üstünden
ağaç dikmiş yol üstüne pembeden
pusu kurmuş dağbaşında geceden
balık düşmüş namlusuna çinceden
sanki bunu bilir gibi önceden
türkü yakmış ibrişimden inceden
sümbülceden lâleceden gülceden

fistanı da allı güllü basmadan
gelin olmuş on dördüne basmadan
uzat elin karanlıklar basmadan
çiçek devşir üzerimden sevdiğim
toprağıma basmadan

uuuuy dağların öteyüzü bakışların arkası
ayrılığın yanıbaşı sevdânın yangerisi
uuuuy gecemin sabahı da ikindimin öğlesi
ha sen bunu bastın basma, basa ko
ha sen bunu yazdın yazma, yaza ko
ha sen bunu çizdin çizik, çize ko
ya nedendir öttün beni kuş gibi
açtın beni leylâk leylâk/ gördün beni düş gibi
uuuuy yakının ötesi de ötelerin berisi
neden kıydın bende bana/ kor ateşte kül gibi

fistanı da allı güllü basmadan
gelin olmuş on dördüne basmadan
uzat elin karanlıklar basmadan
çiçek devşir üzerimden sevdiğim
toprağıma basmadan

dandini de deli gönül dandini
avcı vurmuş geyik diye kendini
uzun eski satıcıyım basma satarım
yeşile gül katarım gülü sümbül yaparım
geyik meler yavru yavru dağları
aslan dersen kan içinde elleri
gelinler hey güzeller hey kızlar hey
türkü türkü nakışlarım yolları
kuşlar uçar hilâl hilâl mestine
yıldız kayar elâ gözler üstüne
basadurmuş dağlar dağlar üstüne
ben bilemem bu dağların üstü ne
bu düşlerin benceğize kastı ne
gelinler hey güzeller hey kızlar hey

***


Bugünde bu kadar sevgili okurlar. Haftaya görüşmek üzere. İyi hafta sonları..



Yayın Tarihi: 12.04.2015

HEDİYE VE HEDİYELEŞME 17

ş- Mehr vermemek şartı ile nikah geçerli olur. Fakat sonradan mehrini verir.
t- Müşterinin başkasına satmaması şartı ile bir mal satmak veya başkasına satmamak şartı ile satın almak geçerli olup, bu şartların hepsi boştur, yapılmaz.

4: Hediye şu durumlarda geri istenmez.

Hediye bir malı birine karşılıksız vermek olduğu kadar bir karşılık isteyerek vermekte olabilir. Bazı durumlarda hediye özendirici ve teşvik edici olarakta kullanılabilir. Anne-baba çocuklarının sene sonunda “taktir” getirmeleri durumunda bisiklet, bilgisayar v.b hediye edeceğini söylemesi gibi. Mecbur kalmadıkça hediye geri istenmemelidir. Buhari’nin belirttiği hadise göre “Verdiği hediyesini geri isteyen, kustuğunu yalayan köpeğe benzer.”

Hediyeyi geri istemek kustuğunu yalamak gibiyse de, bir kimse, sebepli veya sebepsiz verdiği hediyeyi geri isteyebilir. Ancak şu yedi şeyden biri varsa, hediyesini geri alamaz:

a- Verilen hediyede kıymetini artıran fazlalık meydana gelmiş olması:
Hediye edilen bir kitabı alan kimse ciltletmişse, hediye edilen hayvan yavru yapmışsa, hediye edilen eve parke döşemek gibi kıymetini artırıcı bir şey ilave edilmişse, hediye edilen araziye bir şey ekilip dikilmişse, hediye edilen cekete astar gibi bir şey dikilmişse, yani verilen hediyenin kıymeti artmışsa, hediyeyi veren artık bunu isteyemez. Hediye edilen bıçak keskinleştirilse, hediye eden artık onu geri isteyemez.
Hediye edilen elbise boyanmışsa, boya da elbisenin değerini yükseltmişse, artık bağıştan geri dönülemez. Şayet boyanan elbise kıymeti artırmamış veya eksilmemişse, o zaman bağış yapan şahıs, bunu geri isteyebilir. Hediye edilen koyun, bayramda kurban edilse, sonra hediyeyi veren hediyesinden vazgeçerse, kesilmiş hayvanı alabilir; fakat öteki kurban borcundan kurtulmuş olur, yani onun kurbanı geçerli olur.
b- İkisinden birinin ölmesi:
Hediyeyi veren veya alan ölmüşse, artık hediye geri istenemez. Veren ölmüşse, verenin varisleri isteyemez. Hediyeyi alan ölmüşse, varislerinden bu hediye istenemez.
c- Hediyenin karşılığı olduğu bildirilerek bir hediye vermek:
Senin hediye ettiğin şu kıymetli bisiklete karşılık olarak şu kurşun kalemi verdim denirse, bisikleti hediye veren artık hediyesini isteyemez. Kalemi veren de geri isteyemez. Eğer hediyene karşılık demeden verirse, kalemi veren de bisikleti veren de geri isteyebilir. Şayet, verilen hediyede, büyük bir kusur bulursa, onu geri vererek, ona karşılık verdiği bedeli geri alamaz. Mesela bisikletin freni bozuksa, tekerlekleri yırtıksa bisikletini al, kalemimi ver diyemez.
ç- Hediye edilen malın, alanın mülkünden çıkması:
Hediye edilen şey, satılmışsa, kaybolmuşsa veya başkasına hediye edilmişse, artık geri istenemez.


DEVAM EDECEK



Yayın Tarihi: 10.04.2015

HEDİYE VE HEDİYELEŞME 16

Bu bölüme kadar hediyenin 3 ana başlıkta özetleyeceğimiz biçimde verildiğini gördük.
1: Kişisel, sevgiye dayanan hediyeler.
2: Devletler arası ilişkileri veya devletin kendi kurumlarının birbirleriyle ilişkilerini geliştirmek amacına yönelik hediyeler.
3: Ticari ilişkileri sürdürmeye yarayan hediyeler.
Genel kanı hediyelerin sevgiyi ve ilişkileri arttırıcı etkisinin olduğu yönündedir. Bireysel olarak kötü amaçlada hediye verilmiştir. Bunlar rüşvet adıyla adlandırılır. Rüşveti hediyeden ayırıcı unsur, verenin menfaat isteyici, alanın menfaat sağlayıcı olmasıdır. En fazla menfaat sağlayıcı yönetim erkinin bir parçası olan devlet kurum veya özel kuruluş personelidir. Menfaat sağlanmasını istemekte menfaat sağlamakta ne kadar ahlaksız bir şeyse, bunun için alınan ve verilen adı rüşvet şeklinde çirkinleşerek değişmiş hediyelerde toplumun yozlaşmasına, çürümesine yol açtığı için o kadar ahlaksız bir şeydir (kimi şehirlerde durup dururken yıkılan binaların yapımında denetim yapmayarak oturma izni veren anlı şanlı belediyecilerimiz bu çürüme sebeplerine çarpıcı örnektir). Bulundukları makam ve mevkilerde olmasalar kesinlikle alamayacakları hediye ve hediye ötesi şeylerle suç işlenmesine zemin hazırlamaktan ve bir çok canın yitirilmesine sebep olmaktan dolayı suçludurlar. İşte böylesi hediyelerin topluma zararı çok büyüktür.   

Her şeyin bir kuralı olduğu gibi hediyeninde yazılı olan ve olmayan kuralları var. O kuralların kimi gelenekler, kimi dinsel uygulamalar yoluyla bugüne dek gelmiştir. Kurallar şunlardır.

1: Hediye edilen bir şey, hediyeyi alan kişinin mülkü olduğu için, onun haberi olmadan, geri alınamaz veya izinsiz kullanılamaz.
2: Verilen hediye her ne olursa olsun, geçerli bir neden olmadığı takdirde reddedilemez. Dinende bu şöyledir: “Hediye, Allahü teâlânın gönderdiği güzel bir rızıktır. Kabul eden, Allahü teâlânın gönderdiğini kabul etmiş olur. Reddeden de Onun gönderdiğini reddetmiş olur.”  (*1)
3: Hediye şu durumlara göre uygundur:
a- Hediye veya hibe [bağış], mevcut ve bilinen bir malı, birine karşılıksız temlik etmektir. Belli bir karşılık isteyerek vermek de uygundur. Mesela, borcunu ödemesini şart koşmak uygun düşer.
b- Karşılık vermek şartı ile yapılan hediye, karşılığı verilmedikçe geçerli olmaz. Hediyenin ve karşılığının, ayrılmadan önce verilmeleri gerekir.
c-“Sen ölürsen benim, ben ölürsem senin olsun” diyerek evini birisine vermek uygun düşmez.
ç- Ali, Veliye, “Yaşadığın müddetçe evim senin olsun” dese, Veli ölünce, ev, sahibine verilir.
d-“Al, sarf et” diye verilip, hediye olduğu söylenmeyen para, teslim edilince, ödünç verilmiş olur. “Al, giy” diyerek verilen elbise, hediye olur.
e- Hediye verilmeden önce, veren vazgeçebilir. Hediye verildikten sonra, ancak ikisinin rızası ile vazgeçilebilir.
f- Hâfız, pazarlık etmeden, Allah rızası için hatim veya mevlid okursa, kendisine verilen hediyeyi alması caiz olur. Az diye itiraz ederse, aldığı haram olur.
g- Çocuğun hediye vermesi geçerli değildir. Çocuğa verilen hediyenin geçerli olması için, çocuğun, hediye edilen şeyi eline geçirmesi gerekir.
ğ- Fakir, zenginin verdiği sadakayı zengine hediye etse, zenginin alması uygun düşer.
h- Biri, “Bu malı sana hediye ettim” dese, öteki de alsa, hediye tamam olur.
ı- Müşteri, malı teslim almadan başkasına hediye edebilir.
i- Henüz ele geçirmeden önce, ikisinden birisi ölse, hediye geçersiz olur.
j- İki kimse, ortak oldukları bir evi birine hediye etseler, uygun olur. Bir kimse, evini iki kişiye hediye etse, uygun olmaz. Çünkü, taksimi mümkün olan şeyi, hisse-i şayıalı olarak vermek uygun değildir.
k- Gelecek ay başında, şu malı sana hediye ettim demek geçerli olmaz.
l- Ölünceye kadar nafakasını vermek ve kendine hizmet etmek şartı ile evini birine hediye ve teslim edince, hizmete başlarsa, evi geri alamaz.
Evini, ölünceye kadar içinde oturmak şartı ile satmak anlaşma olarak kötü sayılsada, hediye etmek uygundur ve evi teslim ettikten sonra, geri alamaz.
m- Hediye verirken malın mevcut olması şart, hazır olması şart değildir.
n- Zorla alınan hediye geçerli değildir. Mesela bir kimse, hanımına, “Sana borcum olan bileziklerini bana hediye etmezsen, babanın evine hiç gidemezsin” dese, hanımı da hediye etse, geçerli olmaz. Çünkü kerhen, zor ile hediye vermek geçerli olmaz.
o- Hediye, ancak ele geçince mülk olur. Satın alınan mal ise, ele geçmeden önce mülk olur.
ö- Ölüm hastası, malının üçte birini, vârislerinden başkasına bağışlayabilir.
p- Alacağını borçlusuna bağışlayan, vazgeçemez. (Alacağım yok) deyince de, borç kalmaz.
r- Kazançları şüpheli olan, hediyeleşmeli ve ödünç alıp kullanmalıdır! Haramdan geldiği kesin olarak bilinmedikçe, hediye gelen şeyler helaldir.
s- Doğacak yavrusu benim olmak şartı ile bu hayvanı sana hediye ettim demek caizdir. Yavrusu da hediye olur.


 DEVAM EDECEK


Yayın Tarihi: 08.04.2015

HEDİYE VE HEDİYELEŞME 15

Geçen yazımızı bitirirken yaptığım alıntılarla şunları yazmıştım:

Verilen hediyede bir art niyet yoksa, mutlaka almalı ve karşılığında az çok bir şey vermelidir!
Bir şey veremeyen kimse ise, hediye verene dua etmelidir! “Bunu bana falanca verdi, Allah ondan razı olsun” demelidir! Ebu Davud’un naklettiği Hadise göre Hz. Peygamber şu öğütlerde bulunmuştur:

“Kime bir iyilik yapılırsa, o iyiliği ansın! İyiliği anmak şükür olur. İyiliği gizleyen nankörlük etmiş olur.” 

Kaldığımız yerden devam edelim. 

Tirmizi’de şu hadisi aynı görüşü onaylamak için verir: “İnsanlara teşekkür etmeyen, Allahü teâlâya şükretmemiş olur.”

Hediye, muhakkak bir mal vermekle olmaz. Selam vermek ve faydalı bir şey söylemek de hediye olur. İbni Mübarek’in naklettiğ şu hadis bunu çok açık biçimde belirtiyor:
“Mümini sevindireni Allahü teâlâ sevindirir.” 

Ayrıca bir insanı kötülükten alıkoymakta bir hediye sayılmaktadır. Ebu Ya’la’nın naklettiği şu hadisten bunu öğreniyoruz:
“Bir arkadaşın hidayetini artırıcı veya onu tehlikeden kurtarıcı bir söz söylemekten daha iyi hediye olmaz.”

Durum böyle olunca hediyeleşmede madde şartı aranmaz. Bir insanın bir insana yaptığı her şey hediye adını alabilir. İbni Asakir’den nakledilen şu hadis bütün bu anlattıklarımızı doğrulamaktadır.

“Hediyenin en iyisi, hikmetli bir sözü öğrenip birine öğretmektir ki, bu da bir yıl ihlâslı ibadet etmekten daha sevaptır.”

Gene İbni Asakir’den şu hadisi okuyalım:

“Seferden dönerken, çoluk çocuğunuza yararlı bir taş da olsa, hediye getiriniz.”

Taberani’den nakledilen şu hadis İslamiyet’te hediye sadece bu dünya ile sınırlı kalmadığını, iki cihanı kapsadığını gösteriyor:

“Kim sadaka verirken, sevabını müslüman ana-babasının ruhuna hediye ederse, verdiği sadakanın sevabı, onların ruhuna gideceği gibi, sevabından hiçbir şey eksilmeden kendine de yazılır.”

Hakim’in naklettiği hadis sevginin saklı kalmaması ve duyurulması gerektiğini şöyle belirtiyor:

“Arkadaşını seven, sevdiğini ona bildirsin.”

Sevgiyi, hediye ile bildirmek, dili ile bildirmekten daha kolay ve daha önemlidir. Bir arkadaşa, (Seni seviyorum) demek zor olabilir veya yanlış anlaşılabilir. Birisine hediye vermek seni seviyorum demenin bir başka şeklidir.

Elmalılı Tefsirinin Bakara Sûresi, 271.Âyetin açıklanmasından sonra yer alan “Sadaka” bölümünde bir hadis vardır. O hadiste kalabalık guruptan bir kişiye verilen hediye, bütün guruba verilmiş olduğunu şöyle belirtir:

“Her kime bir hediye sunulduğunda yanında bir cemaat varsa, onlar da o hediyeye ortaktırlar.”

Potlaç kültüründe gördüğümüz üretileni paylaşma ve yeniden üretme esası İslamiyet’le daha geniş alana yayılmaktadır. Ahmed Hulûsi 1 Kasım 1996 tarihinde basılan kitabı “Cuma Sohbetleri’’nde buna değinir.

Gene Ahmed Hulûsi Hz.Muhammed Neyi “Oku”du- "İNFAK"ın SEBEPLERİ kitabının 218. sayfasında şunları yazar.

 İster zekât, diye anlayın “infak”ı, ister sadaka diye, ister hediye diye... Önemli olan, elin altındakileri başkalarıyla paylaşabilmek; karşılık beklemeden onları bağışlayabilmektir...
Şu noktayı da gözden kaçırmamak gerekir...
“Karşılık beklemenin” temelinde yatan neden, “sahiplik düşüncesi ve benliktir”!... Kendine ait kabul ettiğin şeyi karşındakine verdiğinde, elbette onun karşılığını beklersin... Ama,
Allah’tan; ama, “kul”dan!...
Oysa sahibi olmadığın bir şeyi verince, elbette ki karşılık beklemek diye bir şey de söz konusu olmaz!..
Sana emanet verilen bir şeyi iade ettiğin zaman, buna karşılık bekler misin?.. Elbette ki hayır!..işte bu örnekte olduğu gibi, “karşılıksız vermenin” tek yolu o şeyin kendinde emanet olduğunu fark etmektir..


DEVAM EDECEK



Yayın Tarihi: 06.04.2015

ŞAİRLERİN ŞİİRLERİYLE SÖYLEDİĞİ

Merhaba sevgili okurlar. Geçen hafta yazımızı bitirirken dediğim gibi bu haftada köşemizi Afşar Timuçin’e ayırdım. Geçen hafta şairimizi tanıttığım yazımızdaki bir bölüm şöyleydi: “Şiirde yalınlıktan, açıklıktan, anlaşılırlıktan yanadır Afşar Timuçin. Anlamsız dizeler bulamazsınız onda. İmgeleri somuttur. Bütün esinini yaşamdan, yaşamın gerçeklerinden, kendini ‘başka’ kılan ayrıntılardan alır. Başka bir deyişle, yaşamdan şiir sağmaktadır. Kolay, basit gibi görünen, bir çırpıda söylenilmiş izlenimi veren, gerçekte yoğun bir çabanın ürünü olan bütünlüklü şiirlerdir”. İşte böylesine tarzı olan şairimizin bu haftaya seçtiğim şiirleri.. her birini ayrı ayrı seveceğinizi umuyorum.  
  
...

BİR TUTKUNUN TÜRKÜSÜ

Neden onu görünce
Karışıyor ellerin birbirine
Onu görünce neden
Kendini bırakıp gidiyorsun giderken

Bırakıp gidiyorsun ve sende
Sevinç gibi bir acı koyuluyor
Öyle durup kalıyorsun gecende

Onu görünce sende neden
Bin tohum ekiliyor birdenbire
Birdenbire nice ürün kaldırılıyor
Onu görünce neden hızlanıyor
Suların akışı kendi kendine

O gidince neden başka birisin
Adın başka, susuşun başka, sesin başka
O gidince hiç kimse değilsin
Tükenmiş bir rüzgârsın ağaçta

AFŞAR TİMUÇİN

***

BU BİZİM ŞİİRİMİZDİR

Bir suyun akışına dalar gibi kalıyoruz
O zaman gün sızıyor saçaklardan ince ince
Biz birbirimizi karşılıksız sevmeye başlayınca
Birlikte bir kirazı dişler gibi oluyoruz
Uzun bir kervan gibiyiz güneşte ağır ağır
Aydınlığı iki ayrı sevinç gibi yaşıyoruz
İki ayrı sevinci bir bütünde eriterek
Şurada otursak mı yürüsek mi biraz daha
Ötelere uzanmadan köşeyi bile dönmeden
Birkaç yüzyıl sonraki bir şiiri okur gibi
En küçük bir kıpırtıda sonsuzluğa varıyoruz
Üşütür gibi titreten buydu az önce bizi
Şimdi denizin sesiyle rüzgar belki de aynı şey
Bu senin saçların mı yoksa benim saçlarım mı
Aramıza girmeye çalışan yaramaz bir esinti mi
Uzun uzun düşünmeye başlamadan
Bütün zamanları birden şimdiye damıtarak
Bir kuşun kanadını öper gibi kalıyoruz.

AFŞAR TİMUÇİN

***

CEYLANLARIN AŞK TÜRKÜSÜ

Yeni bir tutkuyu kaldırmaz o
Yeni bir aşk öldürür ceylanı
O sevdi mi çocuklar gibi sever
Sen olsan ateşe verirsin tarlanı
Çiçeklerini yerle bir edersin
O bir duvar dibinde yatar sesizce
Düş gibi görür inen akşamı
Kelebekler yanaklarından öper
O sevdi mi rüzgar gibi sever
Sen olsan yere çalarsın şapkanı
Yeni bir tutkuyu kaldıramaz o
Yazık olur küçücük saçlarına
Doyamadan gider derenin
Işık beyazı çakıl taşlarına
O sevdi mi yüreği bakakalır
Sen olsan yeniler giyip gezersin
Belki bir günde harcarsın paranı
O yemeden içmeden kesilir
Sevdiğini bir üzse bin üzülür
Sen olsan üzersin sevdiğini
O günde bin kere ipe çekilir

AFŞAR TİMUÇİN

***

ÇOCUĞUN VE KAPTANIN TÜRKÜSÜ

Kaptan amca beni geçerken
Karşı kıyılara bırakır mısın?
Oralarda ne mi var? herşey
Çocuklar, sesler, ışıklar var
Bayramlar ve her türlü uzaklar

Kaptan amca beni bırakır mısın
Gittiğin kıyıların ötesine?
Oralarda ne mi var? herşey
Oralarda çalgı var, sevinç var

Kaptan amca beni götürmez misin
Gittiğin güzel yerlere şimdi?
Uzakların tutkusu nicedir
Çöller gibi yakıyor içimi

AFŞAR TİMUÇİN

***

ÇOCUKLARA DÜŞEN

Herkesin her yaşta
Dizinde ağlanacak bir annesi olmalı
Oradan bilinmedik uzaklara doludizgin
Çocuklardan da çocuk tahta atlarla
Aşılmaz dağları geçip ulaşmalı

Kapalı kapıların arkasında
Bekleşir ölü gözlü adamlar
Çocukluğu çarmıha germek için
Bunu bilen her çocuk annesinin dizinde
Tek o adamlara inat olsun diye
Bitmeyen sevinçleri uyumalı

AFŞAR TİMUÇİN

***

DENİZİN BEKLEDİĞİ

Seni sevmek mor denizlerdi biraz
Ne kadar gidilse bir o kadar bitmeyen
Umutlar ve yıkılmalar ardında direnilen
Seni sevmek mevsimler içinde en güzel yaz

Seni sevmek yaşamın aşılmaz büyüklüğü
Seni sevmek kan dolu yüzyılları korkutan
Ve sığınıp ılık kıyı kentlerinde biraz akşam
Seni sevmek çocukların düşlerinde gördüğü

Varılırdı daha saydam günlere isteseler
İsteseler yalnızlık giremezdi evlere
Seni sevmek bir kırlangıç olacak bekleseler
Ve uçacak durmadan adasız denizlere

Kim bulacak cam kırığı gözlerinde sevgimi
Sonra yalnız kalmak gibi yoksulca uğuldayan
Bütün okyanusların baş eğdiği tek kaptan
Sana verdim geç diye bütün denizlerimi

AFŞAR TİMUÇİN

***

DERİNLEŞEN AKŞAMDA

Bir sigara yaktım durup düşündüm
Neyim var neyim yok döküverdim önüme
Yeniden gözden geçirdim kendimi
Kendime yabancı düştüm gene

Nasıl da sert davranmıştım kendime
Şimdi daha iyi anlıyorum
Ben sokakların kural bilmez çocuğu
Bir başkası olabilir miydim hiç
Kendi yerime

Biraz da anılarla oyalansam
Yaşanmış ve bitirilmiş olanı
Nedense bir türlü sevemiyorum
Yeniden yaşamayı düşünmüyorum
En güzel sevinçlerimi bile

Her zaman kendime dar geliyorum
Ne zaman derinlerime dönsem
Yeni bir sayfa açılıyor önüme
Ne zaman yeni bir şeyleri özlesem
Neden bilmem
Kaskatı bir karanlık yerleşiyor içime

AFŞAR TİMUÇİN

***

DONKİŞOTUN AKŞAMI

Dulcinea seni en çok andığım
Bu garip bu bilinmez akşamlardır
Büyülü, kırık dökük hanları
Kral saraylarına dönüştüren
Anlaşılmaz gizidir akşamların

Zor zamanlarımda düşlediğim
Sen bütün sezgilerimde varsın
Olsaydın belki yarım kalırdım
Bir uzak köyde un eleyen, süt sağan
Bilinmez biri olman
Kesinlikle kanıtlamaz yokluğunu
Sen dünyaya her dokunmamda
Gün gibi yeniden başlayansın

Olmazlıkta kurar insan sevincini
Tutku herşeyi yeniler
Yüreklilik bir çeşit yalnızlıktır
O aptal yeldeğirmenlerine gelince
Sen onları benden iyi tanırsın
Aldı mı yere vurur adamı
Kaldı ki sen onlardan da kahramansın
Aşılmazlığınla aydınlat yolumu
Dulcinea; doğallığım, sevincim, anayurdum
Dünya, gün gelip anlayacak
Sende gerçek büyüklüğe kavuştuğumu


AFŞAR TİMUÇİN


***

ESKİNİN TÜRKÜSÜ

Şimdi öksürtür beni
Yıllar önce içtiğim
O paslı cigara
İçsem de almam tadını

Kokusunu duysam yadırgarım
Anlamam artık bakışından
Dünkü kadar açık ve kesin
Bir biçimde bilsem de adını
Seni bir türlü tanıyamam

Şimdi iter beni
Eskiden söylediğim şarkılar
Bitenle başlayan arasında
Dünyalar kadar uzaklık var

AFŞAR TİMUÇİN

***

GEÇEN ZAMANIN TÜRKÜSÜ


Bir de pisliğin çiçek gibi büyüttüğü
Uyuşuk ve anlamsız otlar var

Ünlü yayınevlerinde
Halka ışık tutan bütün romancılar
Öfkeli öfkesiz bütün ressamlar
Ve bütün ince kemancılar
Büyük adamların anlayışlı eşleri
İnsan pazarının reklam şairleri
Ben gidince geriye kalacaksınız benden

Her zaman böyle olur
Rüzgâr toz bulutları bırakır giderken

İçindeki karmaşayı dünyaya taşıyanlar
Eğri düşünenler, doğru konuşanlar
Eli kalem tutanların bütünü
İçki sofralarının eşsiz bilgeleri
Emeğe alkış tutan tembel sürüleri
Ben gidince geriye kalacaksınız benden

Her zaman böyle olur
Rüzgâr toz bulutları bırakır giderken

Gönlündeki yalnızlığı içimize getiren
Bütün kafalılar, bütün şakacılar
Felsefeye önem veren düşünür artıkları
Sanat dünyasının doygun yaratıkları
Düşünce toptancıları, duygu işportacıları
Ben gidince geriye kalacaksınız benden

Her zaman böyle olur
Rüzgâr toz bulutları bırakır giderken

AFŞAR TİMUÇİN

***

GENE BÖYLE

Yürürlükte hava su ateş toprak
Yürürlükte irili ufaklı atomlar
Çürümüş sanıların karşısında
Bu arada yalnızlık sürümden kazanıyor
Uydurma aşkların yanıbaşında

Kuş uçmuyor korku ormanlarında
Sıkıntı denilen timsah uyanık
Erdemi ve inancı savunuyor kendince
Belki güler geçersin belki de
Gülmeyi bile düşünmezsin
Anlatmazsın bile birilerine
O kadar çıplak

Oh olsun yalancı şairlere
Kokuşmuş bilgelere oh olsun
Gene sokaklar baskın
Her iyide her doğruda her güzelde
Kaçak evlerin sanrılı karanlığı
Demek ki çoktan bitti
Şimdi her yerde orada burada
Eşsiz yağmurlar altında
Bütün kara deniz ve gök haritalarında
Zor ve sessiz bir çocukluktan kalma
Serseri şair ruhum geçerlidir
Geçerlidir dayattığım her özlem
İstanbulun bütün sokaklarında

AFŞAR TİMUÇİN

***

Bu haftada sizler için seçtiğim şiirlerin sonuna geldik sevgili okurlar. Haftaya kadar mutlu kalın. Şiirler, şarkılar ve günahsız ağızlardan dualar sizlerin olsun.


Yayın Tarihi: 05.04.2015