“Bugün yemekler
dışarıda yeniyor, «göz hakkı» oluyor, kimse umursamıyor. Çarşı pazardan
alınanlar şeffaf poşetlerde eve geliyor; alan var, alamayan var. Göz hakkı,
kıskançlık oluyor bu yenenlerde...
Hiç şifâ olur mu
yavrum? Bizim Peygamberimiz, «Yemeğinizin kokusu ile komşunuza eza etmeyiniz.»
buyuruyor. Bugün kokuyla, gösterişle çevredekilere hep ezâ veriliyor. Tabiî ki
yenilenler içinize sıkıntı veriyor. Sonra da «depresyon» diye diye doktorlara
gidiliyor.”
(Eskilerin bu adetleri günümüzde çok zor uygulanır. Çok
katlı apartmanlarda belki aynı katın komşuları birbirini tanıyordur. Sadece
onlar birbirlerine pişirdiklerini ikram ederler. Büyük şehirler o kadar kalabalık
ki, göz hakkı gözetilecek bir şey kalmadı. Göz hakkı çok sevdiğim bir adetti
aslında. Başkasının canı çekmesin düşüncesiyle yiyeceklerini gizli yemek,
“yemeğin kokusunun bile başkasına eziyet sebebi olmamasını” öğütleyen bir dine
inananların gözettiği güzel bir davranıştı. Paylaşmak, facebookta fotoğraf
paylaşmak değildi o zaman. Gerçeği yaşamak ve yaşatmaktı, paylaşımlar. Lakin
göz hakkı kimilerinin hırsızlıklarının gerekçesi de olmuştu. Bir bahçenin
önünden geçen, güzel bir gül veya herhangi bir çiçek görse, yada erik, kiraz, elma,
armut, üzüm; göz hakkı diyerek sahibine sormadan koparırdı.)
“Evin bir edebi daha
vardır ki, en önemlisi de budur herhalde... Evin içinde yaşananlar, aslâ
dışarıda anlatılmaz; yenenler, içilenler, muhabbetleşmeler, kavgalar... Bu da
evin iffetinden sayılır ve hiç kimseye anlatılmazdı.
Bu yüzden problemler
ev içinde kolaylıkla çözülürdü. Zaten Peygamberimiz de özellikle karı-koca
arasında olanların etrafa yayılmasının günah olduğunu hep hatırlatmıştır.”
(Hayatı kompartımanlara bölün der eğitimciler. Gerçekten bir
sorunu yaşandığı yerde, hatta yaşandığı zamanda bırakmak gerekir. Mekânlarımızı
oturma odası, yatak odası, salon, mutfak, banyo gibi kısımlara bölüyorsak
hayatımızı da ev, iş, arkadaş, eğitim, eğlence ortamları gibi belli kısımlara
bölmeliyiz. Bir kısmın sorunu diğerine yansımamalı. Anlayışla karşılanacak
önemli durumlar dışında aynı öfke, kızgınlık başka bir yere taşınmamalıdır. Sevinç
ve neşe toplum tarafından iyi karşılanabilir. Hatta neşeli, şakacı adamlar her
toplumda aranabilirler. Bunun da bir ayarı tutturulmalıdır. Cenaze evinde şaka
yapılmaz. Hasta ziyaretinde bırakın şakayı gürültü bile çıkarılmaz. Düğün
evindeyse kimsenin neşesi kaçırılmamalıdır. Acısı olanın düğün evine gideceği
varsa acısını kalbine gömmesi yeğlenir. Kısaca hayatımızın önemli zamanlarını
geçirdiğimiz mekânlarda yaşanan ne varsa yaşanan mekânda kalmalıdır. İkâmet
edilen ev kutsal bellenip dışarıda yaşananlar evin içine, evde yaşananlar
dışarıya yansıtılmamalıdır.)
Torunu:
“-Babaanneciğim,
şimdi Facebook diye bir şey var; insanlar gittikleri lokantalarda yedikleri
şeylerin fotoğrafını çekip binlerce kişiye gösteriyorlar!..”
(Şimdi dışarıda yemek yeme modası var. Çalışan kadınların
yemek yapamamasını anlarım, zaman bulamayabilirler. Ama özellikle dışarıya
yemeğe gidenlerde çok! Birde yedikleri yemekleri facebookta paylaşmıyorlar mı?
Eskiden “yediğin içtiğin senin olsun, gördüklerini anlat” denirdi. O zaman
herkes yediklerini paylaştığı için olsa gerek paylaşamadıkları yani gezide
gördükleri şeylerin anlatılması istenirdi. Bu gün paylaşılana bakılırsa
insanların hiç yemek yemediklerini düşünürsünüz.)
DEVAM EDECEK
Yayın Tarihi: 11.03.2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder