Elbette “Açgözlü” deyiminin kökeni beslenmeye ilgilidir,
ancak sadece yemek yemekle sınırlı kalmaz ve her konuda doymazlığıda anlatır.
Kimi gerçekten doymaz, eli kolu daima doludur, durmadan çiğnenir, durmadan bir
şeyler içer. Bunlara pisboğaz diyoruz. Kimilerinin sofrayla arası iyi değildir
ama abur cubur yemeye bayılır. O da durmadan bir şeyler atıştırır. Onlarda
pisboğazdır. Aralarında tek fark birinin sofra kurması, diğerinin kurmamasıdır.
Öyleleride vardır ki, bir akşam sofrasına aynı anda sıcak ve soğuktan tutunda
çorbalar, ardından kuru fasulye, ayşekadın, biber dolması, patlıcan musakka,
karnıyarık gibi yemeklerle birlikte iştah açmak amacıyla turşu koyar, salata
koyar, yoğurt koyar, reçel koyar, yediklerinin boğazında dizilmemesi için hoşaf
koyar ayran koyar. Pilav koyar, makarna koyar, börek koyar. Gazlı içecekleri de
eksik etmezler, az ile de yetinmezler. İnanın bu saydıklarımdan en zıtlarını
yada birbirinin aynılarını bir öğünde bir sofrada bulunduranı gördüm. Eskiden
varlıklı ailelerde akşam yemeğinde bir sıra gözetilerek çorbalar, sıcak-soğuk
yemekler, pilavlar-makarnalar yada börekler, sonunda ille tatlılar olurdu.
Bunlar aç gözlülüğe girmezdi. Aksine büyük ailelerde geleneksel Türk mutfağının
gereği görülürdü. Aç gözlülük bir kerede yenmesi mümkün olmayacak kadar çok ve
bir öğünde sofra adabını gözetmeksizin bir arada bulunması imkânsız
yiyeceklerin sofraya konmasıdır.
Ramazanda oruçlu insanlarda bunu daha çok görebiliriz.
Sofraya oturduklarında dünyayı yiyeceklerini sanırsınız. Onlarda kendilerini o
kadar aç hissederler ki hiçbir şey yetmez sanırlar. Hem miktarca çok, hem ya
çok zıt, ya da benzer yiyecekleri iftar sofrasına koyarlar. Patlayan ramazan topunun
ardından daha çorbaya gelmeden, peynir reçel salatayla, yada en fazla çorbada
doyarlardı. Yemeğe ulaşana hakikatten insan azmanı demek gerekir. Ama aç
gözlüler doğru dürüst bir şey yemeden sofradan kalkarlardı. Onlar zannettikleri
kadar aç olsalardı bu dünyada kıtlık başlardı herhalde.
Aç gözlü insan maymun iştahlı insandır. Tıpkı maymunlar gibi
çöplenmek denen yemek yeme adetlerine sahiptirler. Sanki ellerinden alınacakmış
gibi aceleyle ve her şeyi birbirine karıştırarak yerler. Midelerine kuvvet
dilemek gerekir böylelerine. Mide değil sanki çöp tenekesi. Ne varsa içine atar
dururlar. Hazımsızlık çektikleri içinde gelsin sodalar, gitsin gazlı
içecekler..
Buraya kadar beslenmeyle ilgili “aç gözlülük”ten söz ettik.
Başlarken dediğimiz gibi aç gözlülük her konuda mümkündür. En kötüsü cimriliğe
varandır. Mal sahibi olmaya yönelik aç gözlülük bunu doğurur. Dünya kadar meyve
ağaçları olsa bile kimseye bir meyve tattırmazlar böyleleri.
Cimriler aynı zamanda bencildirler.
Aç gözlükten nereye geldik, bakın!
Bazıları talandan korkar, bazıları yılandan. Ama kimse
yalandan kimse korkmaz. Oysa dünya malı yalandır. Kimse giderken bir şey
götürmüyor. Ne yazık ki aç gözlüler,
cimriler dünya malının peşinden koşarlar. Görmüyorlar fakat ecelde arkalarından
onları takip ediyor. Gören çok azdır. Dolayısıyla adam kalanda azdır.
Gerçekten kendini aşmak gerekir. Kolay değildir ama başarmak
şarttır. Aç gözlülük bir huydur ama onun uzantısı cimrilik toplumsal nedenlerin
sonucudur. Yalnızlaştığınız oranda cimri olursunuz. İnsanlarla birlikte
olunduğunda paylaşmak ihtiyacı ortaya çıkar.
Yazımın sonunda Marmara Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları
Enstitüsü Ortadoğu Ekonomi Politiği Anabilim Dalı, Arş.Gör. İpek Madi’nin
“Sosyal Bilimler Dergisi”nde yayınlanan
HOMO ECONOMICUS’UN DOYUMSUZLUK-“AÇGÖZLÜLÜK” AKSİYOMU SEMAVİ
DİNLER PERSPEKTİFİNDEN DEĞERLENDİRMESİ
isimli araştırmasının önsözüne yer vermek istiyorum.
Öz
Geleneksel iktisadi zihniyete göre hayatın nihai hedefinin
maksimum seviyede “iktisadi kazanç” ve itici gücünün “para duygusu ve bireysel
tatmin” olması; Semavi dinlerin, insanın kâinattaki hedefini Yaratıcısına
kulluk olarak ifade edişine aykırıdır. Kâinata belirli bir amaç için gelen
insanın, iktisadi yaşamında da “iyi” ve “kötü” arasında yaptığı tercihlerinin
karşılığı olacaktır. Geleneksel iktisadi zihniyetin homo economicus varsayımına
göre “insanın kendisine yetecek miktarı elde etmiş olmasına rağmen her vakit
çoğu aza tercih edeceği” kabulüyle doyumsuz (“açgözlü”) olması, Paganist fikre
dayanan Antik Çağ felsefesinin bireycilik, maddi hazcılık esaslarına
dayanmaktadır. Mutluluğa ulaşma hedefine engel olacak başta dini olmak üzere
her tür önyargının yok edilmesi ve hiçbir engel tanımadan çevrede egemenlik
sağlanması ve çevreyi kendi arzuları hizmetinde kullanılması tavsiye edilen bu
dünya görüsünün “güçlü zayıfı ezer” prensibinin iktisada yansımalarından biri homo
economicus varsayımının doyumsuzluk aksiyomudur. “Zenginliği sevenin elde
ettiği kazanç ile doymayacağı”; “kötülüklerin kökünün para sevgisi” olduğu;
“akıllı insanın nefsine hâkim olması ve ölümden sonrası için çalışması”nın
vurgulandığı, sırasıyla Musevilik, Hıristiyanlık ve İslam dinlerinin
prensiplerine göre “homo economicus varsayımındaki doyumsuzluk-“açgözlülük”
aksiyomunun bir tuzak olduğu” söylenebilir.
Yayın Tarihi: 16.03.2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder