“-Aayy ne ayıp... İnsan hiç yediğini söyler mi?”
“-Âh anneciğim, her
hâllerinin fotoğrafları var. Gezdikleri yerlerin, yedikleri
yiyecek-içeceklerin, aldıkları eşyâ ve kıyâfetlerin, hattâ beylerinin aldığı
çiçekleri üzerinde yazdıkları notlarla paylaşıyor insanlar...”
(Gerçeğin aynasında hayaller erir dedik. Dedik ama bu sadece
eskiye eleştiri değildi. Günümüze de eleştiridir. Öyle abuk subukluklar vardır
ki, göreni çileden çıkarır. Bu toplumun geldiği acımasız durumu gösteriyor
birazda. Çay-kahve içmiş bardağını, fincanını; muz yemiş, muzun kabuğunu
facebook’a koymuş. Birde ikramda bulunmaz mı? Elini uzatasın gelir, alamazsın.
Geçenlerde buda olmaz dedirtecek bir paylaşım gördü bu gözler. Dört kadın,
kiminin babası, kiminin dedesi yalnız yaşayan bir adama ziyarete gitmişler. Adamcağız
onların yanında ölmüş. Adam yatakta pijamalarıyla yüzükoyun yatar durumda nasıl
öldüyse öyle topluca resmini çekip facebook’ta yayınlamışlardı. Nasıl bir
toplum olduk yahu? Yada biz hep böyle miydik? Toplumumuzu hep iyi düşündük ama
gerçekle şimdi karşılaşıyoruzdur, kim bilir..)
“-Yavruuum, sen neler
diyorsun? Kıyamet koptu kopacak desene... Evler çırılçıplak kaldı desene...”
dedi.
“-Biz beylerimizle
yan yana yürümeye ar edinirdik; dul kalanlar var, evlenemeyenler var. Onların
gönül yaralarına tuz basmayalım diye, beylerimizin bir adım gerisinden
yürürdük... Şimdi kavgalar ortada, sevmeler ortada...
Tabiî ki, hiç
mahremiyet kalmayınca samimiyet de kalmıyor.
(Hikâyemizin kahramanı babaannenin söyledikleri hikâye yazarının
özlemini dile getiriyor tabiî ki. Yazarın özlemi bu yazımızın konusu olan
“gerçekçilik”ten oldukça uzak. Ardında iyi niyet var gibi gösterilen karı koca
ilişkisi, üretim tarzı tarıma dayalı bir toplum ilişkisidir. Bunu önceki
bölümlerde anlattık. Şu kadarını söylemekle yetinelim; üretim ilişkilerinin
değişmesi toplumun değişmesini beraberinde getirmiş, buna bağlı olarak eski
toplum düzeni içinde hiyerarşiyle dizginlenen bireycilik önem kazanmıştır. Bireycilik
önem kazanınca kadının erkekle yan yana yürümesi “ayıp” olmaktan çıkmıştır.
Mahremiyet gizliliğe bağlıdır evet ama samimiyet gizliliğe bağlı değildir. Samimiyet
sanıldığının aksine sevgiye bağlıdır. İçinde saygıda varsa samimiyet sevgiye
anlam katar.)
Evin bereketi,
büyüklere saygıdadır. Evin iffeti, örtülen perdedir. Sevginin iffeti,
gizliliktedir. Gözün iffeti, göz kapaklarındadır. Bedenin iffeti, giyim
kuşamdadır. Utanma, hayâ, îmandandır. Bakın size, annemden (...) duyduğum bir
mesel anlatayım
Yüce Allah Adem
peygamberi yarattıktan sonra meleği Cebrail Hz. Adem’in seçmesi için üç hediye
getirmiş: İlim, utanma duygusu (hayâ, edep) ve akıl. Hz. Adem aklı seçince Cebrail
ilim ve utanma duygusuna yerlerine dönmelerini emretmiş. İlim ve utanma duygusu
“Biz ruhlar aleminde hep birlikteydik. Birbirimizden asla ayrılmayız. Ruhlar
beden giydikten sonrada aynı şekilde davrandık. Akıl nerdeyse biz ordayız ve
ona uyarız” demişler. Cebrail ikinci kez; “madem öyle yerlerinize yerleşin”
diyerek emretmiş. Bunun üzerine akıl beyne, ilim kalbe, hayâ da göze yerleşti.”
İşte bu sebeple
hayânın makamı gözdür. Bu yüzden hem gözümüzü korumak önemlidir, hem de göze
hitâp eden şeyleri kontrol altında tutmak...”
Hikâyemizin konusu yok olan mahremiyet, yani gizlilikle
birlikte saygı ve sevginin kalmamasıydı. Üretim biçimleri günümüzde gelinen
noktada insanın tabiat varlığı olarak tamamen varlığına henüz son vermiş değil
ama fazla hayalci ve bilim kurgusal düşünce olmazsa, gelecekte son vereceğini
söylemeliyim. Görünen o. Büyüyen nüfusla, büyüyen şehirle bireyin haklarını
genişletmeye çalışan iktisat anlayışındayız henüz. Geleneksel davranışlar
toplumların direnç noktalarıdır. Bütün direnç noktaları kendince bir düzen
hayal eder ama “Gerçeğin aynasında hayaller erir.”
Önemli olan buna bizim gerçeğe ne kadar karşı duracağımız
değil, Yüce Allah’ın meleği Cebrail vasıtasıyla verdiği aklımızı bilgiyle
donatarak, utanma duygusuyla süzerek gerçeğe ne katacağımızdır.
SON
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder