Geçen bölümü Prof. Dr. Bumin N. DÜNDAR’ın büyük insan
notuyla bitirmiştim. O notta erdemli büyük insana, daha doğrusu erdemli yönetici
insana vurgu yapılıyordu. “Düşünce Evreninde” adlı yazı dizimizin uzun soluklu
olacağını söylemiştim. Ahlak konusunun öyle kolay bitmeyeceği de belliydi. İşte
bu bakışla erdemli büyük insan konusuna eğilmek gerekiyordu. Ahlakı halka örnek
olması açısından öncelikle yöneticiler korumakla yükümlü olmalıdır. Çünkü yönetici
kişi her yerde az veya çok güç elde eden kişidir. Ahlaklı yönetici olmak ise
geçen bölümde anılan erdemlere sahip olmakla ve elindeki gücü kullanmak şöyle
dursun hiç hissettirmemekle mümkündür.
Makam ve mevkiler insanların gerçek yüzlerini gösteren en
önemli aynalardır. İnsanlık tarihinde pek çok örneği olduğu gibi, kendilerine
verilen iktidar ve gücün bir hizmet aracı olduğunu unutarak, iktidar ve gücün
kendilerinden hiç gitmeyeceğine inanarak; ahlaki ve insani değerlerden, haktan,
hukuktan ve adaletten uzaklaşan, adeta canavarlaşan, liyakatten nasibini
almamış yönetici konumunda birçok örnek şahsiyete insanlık çeşitli
dönemlerde tanık oldu. Ama bu tür
kişiler ne yazık ki büyük ve değerli insan olamadılar, ne kadar ulvi gayelerle
hareket ettiklerine inansalar da, hiçbir toplumca hoş karşılanmadılar ve hep
kötü anıldılar ve anılmaya da devam edecekler.
Ahlaki değerler için hep “ortak yaşam alanının dışına
çıkılmamasını ve bu alanın düzenlenmesini amaç edinir” dedik. Bu değerler neydi
sorusu kimsenin aklına gelmez, çünkü o değerler özümsenmiş ve yaşamın bir
parçası haline gelmiştir. Kısaca anmak gerekirse; insanı doğru ve adaletli
olmaya, muhtaçlara yardım etmeye, iyilik yapmaya, iyiliğe teşekkür etmeye,
insan haklarına saygı göstermeye davet eden; adam öldürme, yalan, aldatma,
bencillik, hırsızlık, zina, zulüm ve haksızlık gibi kötülüklerden uzak durmaya
çağıran temel davranış biçimleridir.
“İnsanlığın dini-ahlaki tecrübesinin bize sunduğu sağlam veriler
gösteriyor ki, bütün bireyci topluluklarda temel değerler ve ahlak kanunları şu
veya bu anlamda var olmuş ve bilinmiştir” İnsan hakları, demokrasi ve barış
gibi çağımızın modern değerleri de kıymetini esasında bu ahlaki ilkelere
dayanmasından almaktadır.
Biçimsel olarak temel hak ve hürriyetler söylemi üzerine
oturan modern değerler, tarihi süreçte sömürgeleştirme ve savaş vasıtaları ile
adeta bir grup insan ve toplumun ekonomik çıkarlarına hizmet eden araç
değerlere dönüşmüştür. Buda günümüz ahlakının bireysel faydaya dayalı bir
anlayışa bürünmesine yol açmıştır. Bu anlayış, geçmişte ve günümüzde ahlaki
anlamda sorgulanması gereken sonuçlara sebep olmuştur.
Modern düşüncenin henüz doğuşu aşamasında Amerika kıtasının
keşfiyle başlayan bir buçuk asırlık süreç içerisinde yerli halkın (Kızılderili)
seksen milyon nüfusu on milyona düşmüş ve nüfusun büyük bir kısmı yok
edilmiştir. Yine Afrika’dan yapılan köle ticaretlerinde yüz milyon insan, bu
ticaretin kurbanı olarak hayatını kaybetmiştir. Dünyanın birçok coğrafi
bölgesi, modern değerleri sahiplenen Batılılar tarafından sömürgeleştirme
faaliyetine maruz kalmıştır. Bu hareket sadece insan ve ekonomik kaynakların
sömürüsüyle sınırlı kalmamış, kültürel tahakkümü de beraberinde getirmiştir.
Sonuçta dünyadaki renkler giderek solmakta giyim kuşamdan yeme içmeye ve
kentleşmeye kadar varan bir tek tipleştirme yaşanmaktadır.
Sadece bu kadar mı?
Elbette sözü edilecek çok şey var. Şu kadarıyla yetinelim.
Hakkı teslim etmek
gerekirse, insanlığın ortak mirası olan bilim, Batı’da çok daha hızlı bir
şekilde gelişmiş ve insan hayatını kolaylaştıran teknolojik ürünlere
dönüşmüştür. Ancak üretilen bilgi ve teknoloji, yine modern insanın taşıdığı
anlayışın sonucu olarak kötüye kullanılmış, getirdikleri kolaylıklar kadar
hatta belki daha fazlasıyla insanlık değerlerinden alıp götürmüştür. Yakın
geçmişte Balkan Savaşları, Birinci ve İkinci Dünya Savaşı, daha yakın tarihte Suriye’deki
karışıklık, Irak, Afganistan, Bosna Hersek savaşları, milyonlarca kişiye, insan
olmanın ölçülerini çok çok aşan acı ve dramlar yaşatmıştır.
DEVAM EDECEK
Yayın Tarihi: 27.05.2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder