Önceki bölümde; “Ahlaki değerler
için hep ortak yaşam alanının dışına çıkılmamasını ve bu alanın düzenlenmesini
amaç edinir” demiş ve şöyle devam etmiştik. “Bu değerler neydi sorusu kimsenin
aklına gelmez, çünkü o değerler özümsenmiş ve yaşamın bir parçası haline
gelmiştir. Kısaca anmak gerekirse; insanı doğru ve adaletli olmaya, muhtaçlara
yardım etmeye, iyilik yapmaya, iyiliğe teşekkür etmeye, insan haklarına saygı
göstermeye davet eden; adam öldürme, yalan, aldatma, bencillik, hırsızlık,
zina, zulüm ve haksızlık gibi kötülüklerden uzak durmaya çağıran temel davranış
biçimleridir.”
Bu klasik ahlaki değerlerdi.
Toplumu bir arada tutmanın aracıydı. Ülkelerin içinden çıkıp olayı uluslarası
boyutta geniş açıdan değerlendirilirse genel ahlak ilkelerinin (barış
zamanlarında bile) çıkarların gerisinde kaldığı görülür. Çünkü çıkarlar
değişkendir. Bu gün ak denene yarın kara denebilir. Bunun için değerlerde
değişti. Bu değişim sonucunda insanı, canlıları önemsemenin yerini kendini
abartma, hatta kendine tapınma ahlaki değer olarak yerini aldı.
Bugün dünyada olup biten olaylar,
bu dediklerimin kanıtıdır. Bu kanıtları bize Hulusi Arslan “Ahlaki Değerler ve
Modernizm” adlı makalesinde sunuyor.
“Biçimsel olarak bütün dünyaya barış, demokrasi ve insan hakları
getirme hedefleriyle yapılan savaşları kışkırtan şeyin gerçekte ekonomik ve
siyasi çıkarlar olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü, eğer gerçekten bu yüksek insani
değerlere sahip olunmuş olsaydı, dünyayı medenileştirmeye çalışan güçlerin
elindeki bilgi, mal ve servet birikimi karşısında, açlık ve sağlıksız
şartlardan ölen binlerce insanın olmaması gerekirdi. Yapılan araştırmalar
dünyada bir yanda giderek artan zenginliğin, diğer yanda şiddetli ve geniş
çaplı bir yoksulluğun yaşandığını göstermektedir. -Zengin ülkelerde 903 milyon
insan toplam dünya gelirinin % 79,7’sini elinde bulundururken, küresel
yoksullar grubu olarak bilinen iki milyar sekiz yüz milyon insan ise toplam
dünya gelirinin % 1,2’sine sahiptir. Her gün 34.000’i beş yaşın altında
çocuklar olmak üzere 50.000 insan yoksulluğa bağlı sebeplerden dolayı
ölmektedir.-”
İşte asıl ahlaksızlık bu. Devamı
da var. Ne yazık ki kapitalistleşme süreciyle birlikte bu ahlaksızlık bizide
sarmış durumdadır. En az maliyetle en yüksek kazancı hedefleyen sermaye gözünü
kırpmadan havayı ve suyu kirletmektedir. Hulusi Arslan’ın “Ahlaki Değerler ve
Modernizm” adlı makalesini okumaya devam edelim.
“Öte yandan bugün dünyamızın şahit olduğu çevre felaketleri, gelir
dağılımı adaletsizliği, uyuşturucu, fuhuş, şiddet, terör, insan hakları
ihlalleri gibi birçok sorun bulunmaktadır. Bütün bu sorunların kaynağını nerede
aramak gerekir? Şüphesiz bu soruyu değişik biçimlerde cevaplandıracaklar
çıkacaktır. Fakat bu yazıda, tartışmayı Modernizm olarak bilinen dünya görüşü
ve onun değer algısı üzerine yoğunlaştıracağız.
Modernizm, Aydınlanmayla birlikte gerçekleşen
entelektüel dönüşümün ortaya çıkardığı dünya görüşünü; hümanizm, dünyevileşme
ve demokrasi temeli üzerine yükselen bilimci, akılcı, ilerlemeci ve insan
merkezci bir ideolojiyi ifade eder. Bu yeni anlayışa göre, bundan böyle bilimi,
sanatı, toplumu ve siyaseti din ve ahlakın sabit değerlerine göre değil; akla,
bilimsel verilere ve dünyevi faydalara göre yapılandırmak gerekir. Dolayısıyla
Modernizm, insan merkezlidir; değişim ve ilerlemecidir; umulan ve beklenen
uhrevi yararı değil, bu dünyada elde edilen hazırdaki yararı esas alır; hadiseleri metafizik
kurallara göre değil, akla ve bilime göre çözümlemeyi benimser.”
Bu
andan itibaren içinde barındırdığı iktidarın bir aile yerine halkın olduğu
cumhuriyet ve o halkın kendi içinden seçilen insanlarca temsili olan demokrasi
gibi birçok olumlu özelliğe rağmen insanın doğası bozulmaya başlar. Çünkü
demokrasi bütün çoğulculuğuna rağmen sermaye egemenliğinde devletin
güdülendirildiği bir sistem olur çıkar. Hulusi Arslan’ın “Ahlaki Değerler ve
Modernizm” adlı makalesiyle bu konuyu incelemeyi gelecek yazımıza bırakalım..
DEVAM EDECEK
Yayın Tarihi: 30.05.2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder