Bazı kelimeler vardır ki anadilinden çevrildiğinde kimse
için bir anlam taşımaz. Futbol böyle bir kelimedir. Türkçeye de çevrilmedi
değil hani. Peki kaç kişi Türkçesini biliyordur ki? Bilenlerde kullanmıyor.
Bende bilenlerden olmama ve Türkçe konuşmayı savunmama rağmen futbol kelimesi
yerine “ayak topu” demiyorum.
Futbolu sevmeyen çok azdır. Futbolu sevdiği halde
anlamayanda çok azdır. Neden böyledir?
Çünkü seyirlik oyunlar içinde en kolay anlaşılan oyunlardan biridir. Bu yönüyle
kimse yönetildiği anayasaları bilmezken futbolun yasalarını dinlerin kutsal
emirleri gibi bilirler. Kimse yurttaşlık bilincinde değil, ama herkes bir
takımın tribün amigoluğunu çok iyi yapıyor. Ne yaman çelişki. Hatta taraftarın
takıma katkısı oranında taraftar olduğu bu kesimlerce çok sık vurgulanıyor.
Yani onlara göre bir takım hakkında konuşabilmek için, o takıma duyulan gönül
bağı yeterli değil.
Seyirlik oyunlar endüstriyel bir sektördür aynı zamanda. Spor
malzemelerinden tutunda yayın haklarına kadar ne varsa seyirlik oyunları
besler. Futbol spor endüstrisi bakımından belkide en başta yer alır. Reklam
gelirleri, yayın gelirleri, iddia ve spor toto-loto gibi oyunlardan gelen isim
hakkı gelirleri, ayrıca ürün gelirleriyle birlikte stat gelirlerini de
katarsanız ortada ne büyük bir
ekonominin olduğunu görürsünüz. Bizde bu gelirlerden aslan payını alan üç büyük
kulüptür. Diğerleri “Süper Ligde” aldıkları başarı oranında gelir alırlar.
Şehir takımları eğer diğer liglerdeyseler kendi kendine gelir
getirecek icatlar yaparlar. En kolay yolu otopark işletmeciliğidir. Bunun için
şehir koca bir otopark yapılır. Kaldırım kenarlarına araba bırakmak şehir
takımına yapacağınız ufak bir katkıyı gerektirir. Yani modern dilencilik hizmet
diye sunulur. Bu paralarda otopark bekçilerine gider. Bekçilerden artan
paradan, arada başka paylaşanlarda olduğu için kulüp kasasına pek azı girer.
Bugün Amerika denince aklınıza ne geliyor? Özgürlük anıtı
mı, gökdelenler mi? Sinema endüstrisi mi, müzik endüstrisi mi? Ragbi, yani
koruyucu zırhlara bürünerek oynanan Amerikan futbolu mu, basketbolu mu? Epey
okurumun basketbol diyeceğine inanıyorum. Peki neden basketbol dünya çapında
bir spor olmuştur?
İki nedenle:
1: Yoksul zenci çocuklarının burs alıp okumalarını sağlayan
spor olduğundan büyük bir nüfusa hitap ettiği için.
2: Artistik, dolayısıyla seyirlik yönünü daha da arttırıcı
kurallar koyup bu sporu satılabilir bir ürün haline getirildiği için.
Amerikalılar satılacak şey icat etme konusunda oldukça
başarılılar. Sporda bundan nasibini alıyor elbette. Basketbol sporunu dünyaya
hitap edebilecek spor haline getirmeleri yayın yoluyla oldu tabii. Bu gün
Chicago Bulls, Orlando Magic, Atlanta
Hawks, Charlotte, Utah Jazz, Minnesota, L.A Lakers gibi basketbol takımlarının
adını meraklısı biliyorsa bu yüzden biliyor. Bizde bile NBA adlı özel bir spor
televizyonu var.
Konumuz futboldu, unutmuş değilim. Amerikalılarca basketbolun,
nasıl satılabilir ürün yapılıp dünyaya pazarlandığını göstererek bizim Süper
Ligimizin de aynı mantıkla ticari bir ürün haline getirilmekte olduğunu
vurgulamak istiyorum.
Fifa; 4 yılda bir Dünya Kupası, Uefa; her yıl Şampiyonlar
Ligi ve Avrupa Ligiyle birlikte 4 yılda bir Avrupa Şampiyonaları adlarında
ticari organizasyonlar düzenlemektedirler. Bizde bu konuda ilk adım Cine5
kanalıyla atılmıştı. O yıllarda Galatasaray’ın uygun şartlar ve yerinde
transferlerle Uefa ve Süper Kupayı kazanmasına giden süreçte tek üstün takımlı
ligin doğmasına, şehir takımlarının üç büyüklerle arasında gelir olarak var
olan uçurumların derinleşmesine neden olmuştu. Bir ara şimdi yurt dışında olan
Uzan’ların Teleon kanalı Türkiye Birinci Ligi maçlarının yayınını almıştı.
Taksitleri ödemedikleri için şartlar gereği ellerinden yayın hakları alındı. Daha
sonra yayın haklarını kazanan Digitürk, bu açığı kapatıp maç yayınlarının daha
çok satılabilmesi amacıyla Süper Ligde rekabeti arttırmıştı. Bunun arasına
“İddia” oyunu da girince eskiden bin yılda bir alınan sonuçlar artık olağan
hale geldi. Son yıllarda “Aslanın Kediye” boğdurulduğunu görüyoruz. Acaba
kediler azmanlaştı mı, ne dersiniz?
Bunda üç büyük kulübün başkanlarınında etkisi çok büyük.
İktidarlarını kaybetmemek uğruna verdikleri mücadeleler, yaptıkları yanlış
transferler, bilip bilmeden her işe soyunmaları bu sonucu doğurmuştur.
Süper ligimizde kimin şampiyon olduğu takımların kendilerini
ilgilendirmeli. Bizim gibi izleyiciler; bir Hollanda, bir Danimarka, yada bir
İrlanda izleyicileri gibi futbola eğlence olarak bakabilmeyi öğrenmelidir. O
zaman futbolumuzdaki büyük dönüşüm zevkli hale gelecektir demeyi çok isterdim.
Gerçeği bu ama ülkemizde her şey birbirinin içine girdiği için ve her şeyi
laçkalaştırmaya bayıldığımız için diyemiyorum. Bu konuda UEFA ve FİFA ayar
verici olmasa zaten bize ait olmayan dünyanın en sevdiği bu seyirlik oyunu çok
daha fazla kendimize benzetirdik. Uluslar arası alandaki yarışma kurallarını
belirleyen bu iki dünya kuruluşu bize olmamız gerekenleri hatırlatmaktadır.
Hatta olamıyorsak bunu zorla yaptırma gücüne de sahiptir. Kimse bu kuruluşlara “bu
bizim bir içişleri sorunumuzdur” diyemez.
Yarışmacı lig yapalım derken vardığımız yer şikeci lig
olmuştur. Çıkarılan yasaları da (futbol ekonomisi çökmesin savıyla)
uygulamayınca ceza alması gerekenler cezalandırılmadığı için kıyamete kadar
sürecek lekeyi taşımak zorunda kalmışlardır. Önümüzdeki dönem bu cezanın
verilmediğinin UEFA’ca kanıtlandığı dönem olacaktır.