Osmanlı İmparatorluğu yıkılıp
tarih sahnesinden çekildikten sonra terk ettiği topraklar ya İngiltere ve
Fransa’ya sömürge oldular, yada güdümlü cumhuriyetler olarak bugüne kadar
geldiler. İçlerinde süper güçlerin denetimine girip krallıkla yönetilenler de
var. Balkanlardaki devletler Osmanlı sonrası yapılan ilk düzenlemeyle uzun süre
yaşadıktan sonra 90’lı yıllarda yeniden yapılan ayarla bugünkü hallerini
aldılar. Şimdi onları tek tek anmaya gerek yok. Zaten herkes biliyor.
İkinci dünya savaşını bitiremeyen
Avrupa, yardıma çağırdığı Amerika’yla (ki onunda, Japonya Pearl Harbor
baskınıyla kendisine saldırmasa savaşa girme isteği yoktu), savaşı kazanınca
Amerika süper güç oldu ve dünyadaki yerini aldı. Karşısına; Almanya’ya karşı
ittifak kurduğu ve sonuçta o da savaş galibi bir ülke olan, 1917 ekiminde
kurulmuş ilk komünist devlet Sovyetler Birliği geçti. Dünya bu iki süper gücün
anlaşmasıyla paylaşıldı. Önceki savaşta tarihe gömülmüş olan Osmanlı
İmparatorluğunun toprakları yeniden bölüşüldü. Ortadoğu’da; Suriye, Irak ve
Güney Yemen, Afrika’da; Libya ve Mısır, Sovyetler Birliği safında sıralandılar.
Bu sıralanışın iki önemli lideri
vardı. Biri Mısır lideri Cemal Abdül Nasır, diğeri Libya lideri Muammer
Kaddafi.
Libya lideri Kaddafi’nin iktidara
gelişini hatırlıyorum. 13 yaşındaydım ve o zaman Libya krallıkla idare
ediliyordu. İdris adında bir kralları vardı. Kaddafi Kral İdris’in bir dış
gezisi sırasında, 1 eylül 1969’da yaptığı darbeyle iktidara geldi. Mısır lideri
Cemal Abdül Nasır’ın ateşlediği Arap milliyetçiliğinden etkilenerek
antisiyonist hareketin savunuculuğunu yaptı. Devrim Komuta Konseyi adına
denetimi ele geçirip anayasal kuruluşları feshetti. İslam ilkelerine dayanan “yeşilsosyalizm” kuracağını
açıkladı. Arap birliği için çalışacağını, bağımsız ülkelerle birlikte ırkçılığa, sömürgeciliğe ve
toplumsal ezgiye karşı çıkacağını söyledi. ABD’nin
Kaddafi’yi tanıması üzerine kral 7 Eylül 1969’da
görevini
terk etti.
Cemal Abdülnasır’ı örnek alan
Kaddafi, Mısır’da
gerçekleştirilen reformları kendi ülkesinde de uygulamaya başladı Yeni anayasa hazırlanınca 16 Ocak 1970’te başbakanlık ve savunma bakanlığı görevlerini
üstlendi. Antiemperyalist olan Kaddafi İngiliz askeri üslerini ve birliklerini
ülkeden çıkardı. Petrol şirketlerini
ulusallaştırdı. İtalyan ve Yahudi azınlığın mal varlığına el koyarak
onları göçe zorladı. Kıbrıs Barış Harekatında ABD’ye kafa tutarak, Türkiye’ye
yardım etmiştir. Nasır’ın ölümünden sonra Arap dünyasında onun rolünü
üstlenmeye çalıştı. Kimi Afrika ülkelerindeki Müslümanlara ve Arap ülkelerindeki sol eğilimli
hareketlere destek oldu.
Önce Kuzey Afrika ülkesi Tunus’ta
Cumhurbaşkanı Zine al-Abidin Bin Ali’ye karşı başlatılan isyan hareketleri, sonradan
Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek’in düşmesi için Mısır’a sıçradı. Bu iki ülkede
muhalifler başarılı oldu. Ardından sırayı Libya aldı. Oradan nerelere kadar
gidildiğini bildiğiniz için tekrar hikâye etmeye gerek yok!
Bu isyanlar Müslüman Arap aleminin
geri kalmışlığının eseri midir (ki bundan hiç kuşkum yok, ama nedense batının
egemen olduğu ülke halklarıdır bunlar)? Devrilen yönetimlerin yerine gelecek
yönetimler perişan halkı ikna edip ülkelerini kalkındırabilecek mi (bunda
kuşkuluyum)? Çünkü Libya petrol gelirlerinin %35’ini Fransa olmak üzere,
%50’sini Amerika, İngiltere ve diğer ülkeler aralarında pay edildi, %15 Libya’ya bırakıldı. Kaddafi zamanında bu oran
% 90’dı.
Birinci dünya savaşının sonunda Osmanlı İmparatorluğu tarih
sahnesinden çekilerek terk ettiği topraklarda iki ayar verilmişti. İlk ayar
Osmanlı imparatorluğundan sonra bu topraklar İngiliz ve Fransızların bizzat
yönettiği sömürgeler oldular. Daha sonra görünüşte bağımsızlıklarını
kazandılar. İkinci dünya savaşından sonra Sovyetlerin ortaya çıkması ve ABD’nin
süper güç olarak kendini kabul ettirmesi ikinci ayarın verilmesine sebep oldu.
Bu kez de iki ayrı dünyaya bağlı devletçikleri gördük.
Bugün olanlar tek süper güç olarak kaldığı sanılan Amerika’nın
kendi çıkarlarına uygun bir dünya düzeni oluşturma çabasından başka bir şey
değildir. Eski komünist yapının dağılmasının ardından 10-15 yıl içinde sahip
olduğu doğalgaz enerjisi ve Sovyetler Birliğinden kalma veto hakkınıda katarak
BM’deki etkin gücüyle süper devlet konumunu tekrar yakalayan Rusya, Amerika’nın
tek süper güç kalmasını engellemeyi başarmıştır. Arap baharının ardından sırası
geldiği söylenen Suriye lideri Esad’ın devrilemeyişi bunun göstergesidir. Oyun
henüz bitmedi. Bir şekilde devam ediyor. Batı kapitalizminin sahip olduğu
kudrete rağmen nefesi nereye kadar yetecek göreceğiz.
Yazımı bir fıkrayla bitireyim:
Gözlüklü acar bir çocuğa amcası “bu kadar yaramazlık
yaptığın için bir kulağını kesseler ne olur düşündün mü?” diye sorar. Çocuk cevap verir “ bir şey olmaz, gene
duyarım” der. Amcası bu kez “iki kulağını kesseler ne olur?” diye sorunca,
çocukta; “kör olurum” der. Amca çok şaşırır. “Neden?” diye sorar. Çocuk
“gözlüğüm düşerde ondan” diyerek cevap verir.
Bu haber bombardımanı kulaklarımızı kesecek içeriktedir. Bu
bizim sağır olacağımız anlamına gelmez. Olsak olsak kör oluruz. Haberin mutlaka
veriliş biçimine, içeriğine ve nihai hedefine bakmak gerek.
Bugün olanlar, dünyanın yeniden paylaşımıdır. Ülkemiz ve
diğer ülkelerde ortaya çıkan her türlü siyasi sonucu böyle değerlendiremezsek
gerçeği göremeyiz. Bunu iki kulağımız kesilse de görmemiz şart!
Yayın Tarihi: 13.08.2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder