31 Ağustos 2014 Pazar

JAPONYA DEPREMİNİN ARDINDAN: KORKULAR

Çocukluğumdan beri olagelen felaketlerin büyük çoğunluğu hep geri kalmış veya az gelişmiş ülkelerde meydana geldi. Gelişmiş ülkelerde de meydana gelen felaketlerde vardı ama onlar iş hacimlerinin, iş tecrübelerinin yanı sıra, ellerindeki kaynaklarla bu felaketleri çabuk atlattıkları için, dünya gündeminden kısa sürede düşmesine sebep oluyordu. Diğerleri belki bir asırda elde ettikleri servetlerini birkaç saniyede yitirince toparlanmaları kolay olmuyordu. Bir yandan doğal afetler, bir yandan büyük devletler bu ülkelerin göz açmasına fırsat vermiyordu.

Deprem sonrasında sözde yardım amacıyla gelen bazı ülkeler, 17 ağustos 1999 yılında Marmara depreminde olduğu gibi uzun yıllar gitmezler. Felaketle canı yanmış ülkelerin yapılarını değiştirebilecek adımları atmaktan çekinmezler. Bizde bu kişiler misyonerlik faaliyetleriyle az denemeyecek sayıda yurttaşımızı Hıristiyan yapmışlardı.

 

Çok gelişmiş bir ülkede, 12 mart 2011 cumartesi sabahı Japonya’da, Türkiye saati ile sabah 07.46’da merkez üssünün Tokyo’nun 380 km kuzeydoğusunda ve yerin 24 km. altında olduğu belirtilen, 8,9 büyüklüğünde bir deprem meydana gelmişti. Yaklaşık 2 bin 100 km. uzunluğundaki sahil şeridi üzerinde onlarca şehir depremden etkilenmişti. İlk önce 93 kişinin hayatını kaybettiği açıklanmış, daha sonra bu sayı 400’e kadar çıkmıştı. Bu kadar büyük bir deprem için bile, geliştirdikleri yapı sistemiyle insan kaybını en aza indirmeyi başarmışlardı. Gel gelelim deprem başka felaketlerinde doğmasına neden olmuş, dev deniz dalgaları demek olan “tsunami” ile kıyılar sular altında kalınca can kaybı 10.000’lere kadar varmıştı. Ardından Japonya’yı nükleer sızıntı tehlikesi bekliyordu. Depremden sonra kapanan Fukuşima’daki nükleer santralin soğutma sisteminde mekanik bir arıza meydana geldiğini ve bunun o sıralar giderilemediğini açıklayan hükümetin ardından öncelikle Japonya’nın komşularının, sonrada bütün dünyanın ilgisini kapıda bekleyen bu tehlike çekmişti. Rüzgâr ve yağmurlarla Çernobil faciasından çok daha büyük bir facianın doğabileceği endişesi yayılmış durumdaydı. Bu tehlike bir günle, yada bir aylada sınırlı değildi. Yıllarca havada kalacak radyasyon rüzgârlarla çok geniş alanlara yayılabilecekti. Yağmurlarla yer yüzüne indiğinde de sulara, oradan bitkilere ve sebzelere karışabilecekti. 

Bu deprem; “ne kadar gelişirseniz gelişin, doğanın gücü karşısında aciz duruma düşmekten kurtulamazsınız” gerçeğini gelişmiş ülke insanlarının da idrakine soktu. Hatta bir adım daha ileri götürdü bile. “Teknolojiniz size bu depremlerden sonra, depremlerden daha çok insan kaybı vermenize sebep olacak” dense, inanın Japonya’daki bu radyasyon tehlikesi söylenmiş olurdu.

Peki bu şuraya mı varıyor? Gelişmek kendini bitirmektir! Yapay bir yapıyla ulaşılacak nokta bu sanırım. Organik gelişmenin uzağına düştüğümüz oranda, makine ve yapay enerjiye bağımlı olduğumuz oranda, gelişmek; bir depremin ortaya çıkardığı biçimiyle kendini bitirmektir.

 

Gelecek nesilleri işte bu tehlike bekliyor. Yapay, üretilebilir, doğal yolla elde edilmeyen enerjiye bağımlı olmak, insanlık için yok oluş süreçlerinin başlamasına sebep olacaktır. Ne yaparsanız yapın insanın bir doğa varlığı olma gerçeğini değiştiremezsiniz. Bütün doğa varlıkları gibi insanında en azından bol ve temiz oksijenli, nefes alabileceği havaya, korkmadan tüketeceği suya ihtiyacı vardır. Savaşları hiç olmayacak varsaysak bile depremlerde yıkılabilecek nükleer enerji santrallerinin ortaya çıkaracağı radyasyon bulutları atom bombasıyla vurulmuş Japonya’dan bin beter edecektir dünyayı. Eğer bu gelişme biçimine paralel olarak (insanın doğa varlığından çıkması demek olabilecek buluşlarla) insan yapısal değişiklikle her ortamda yaşayabilen bazı böceklere döndürülürse, ancak o zaman, bu sözünü ettiğim tehlike söz konusu olmaz. Şimdilik böyle bir çabanın varlığından söz edemeyiz. Ortaya en azından böyle bir söz bile atılmış değil henüz. Yarın bilimin ne gelişme göstereceğini kim bilebilir?

Bilimin yarın nereye varacağı konusunu sormayı bırakalım. Şimdilik insanın yaşaması için gerekli olan şey açıkça belli: Temiz ve bol oksijenli hava ve gene temiz tatlı su. Depremlerde oksijen üreten kaynaklardan biri. Tıpkı yeşil bitki örtüsünün oksijen üretmesi gibi. Şimdi depremlere felaket diyebilir misiniz? Asıl felaket kendi yaptıklarımızdır.


Yayın Tarihi: 27.08.2014

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder