31 Ekim 2015 Cumartesi

BÖBÜRLENME HASTALIĞIMIZ İLE BOŞA AKITTIĞIMIZ PARALAR

Biz hovarda bir milletiz. Hava atmayı çok severiz. Hatta bizim sırf hava atmak için yaşayanlarımız da var. Erkeklerimiz kendilerini “en” yakışıklı sanırken, kadınlarımız “en” güzel olduklarını düşünür ve o edayla ortalıkta arzı endam ederler. Sahip olduğumuz “en”leri sıralamakta hiç zorlanmazsınız; en iyi telefon bizde vardır, en akıllı biziz (alemi sersem sanırız), en güzel ve en şık biz giyiniriz, en kaliteli biz yeriz. “En” güzel bizim otomobilimizdir. Herkes “en” çok bize ilgi gösterir. “En” çok biz seviliriz. “En” çok biz severiz”. “En” esprili olduğumuz tartışılmazdır. “En” çok biz kızarız. “En” çok biz söveriz. Çünkü “en” haklı biziz. “En” büyük bizim tuttuğumuz takımdır. “En” güzel yada yakışıklı bizim sevgilimizdir. “En” çok biz kazanırız. Çünkü iş geçmişimize bakılmaksızın “en” yüksek ücretle “en” çok tercih edilen biziz. Kendimizi dev aynasında görmekten gözlerimiz kamaşır. Onun için düz yolda önümüzü görmeyiz. Ama “en” çok içip “en” az sarhoş oluruz. Yada sarhoş olmamıza rağmen “en” usta arabayı biz süreriz. Kazalar öyle demese bile “en” doğruyu bizden dinleyin, çünkü “en” doğru sözlü insan aransa bizden başka kimse çıkmaz. Sevişirken de, dövüşürkende “en” ateşli biziz. Dünyaya üretip sattığımız tek bir teknoloji ürünü yok ama “en” son teknolojiyi “en” çok biz satın alırız. Ayranımız yok içmeye ama atla gideriz... olsun, şan ve şeref olsun yeter (şan, şeref böyle nasıl oluyorsa artık).

Bu “en”lerimize devam edersek en kalitesiz eğitimde en çok üç kağıdı son zamanlarda “YÖK”üde soktuk. Memuriyet sınavından her tür okullara giriş sınavlarını yapan kuruluşumuz da olan (12 eylül kurumu olarak yüksek öğrenime vurulmuş bir kelepçe olması nedeniyle varlığını onaylamadığım) “YÖK” nerdeyse “yok” olmak üzere. Herhalde kendini yok eden milletler içinde harakiri yapan Japonlar hariç “en” başta biz geliriz. Üstelik Japonlar harakiriyle ölerek yok olurken  biz yaşarken yok olmayı “en” iyi beceren milletiz. Sonra ölürken imanlı ölmeyi umarız. Oysa kendimizi “en” başta olmak üzere herkesi kandırırken imanımız yerinde kalır mı dersiniz?     

Bir sabah her sabah yaptığım gibi saat 07:00’da radyoyu açtım. Haber ve spor radyolarını dolaşıyordum. Lig gelirleri açısından dünya ve Avrupa sıralamasıyla ilgili haberden söz edildi. Sabah gazetesinde verilen “Para Akıyor Ama Boşa” başlıklı haber, okuduklarınızı yazmama neden oldu. 

Haber şöyle:

LİG GELİRLERİNDE DÜNYA 7.'SİYİZ

“Deloitte, 2010-2011 futbol sezonu verilerini açıkladı. Avrupa Futbol Pazarı, yüzde 4 büyüyerek 16.9 milyar euroya ulaşırken, Türkiye gelir listesine dünya devlerinin hemen ardından hızlı bir giriş yaptı. İngiltere, İspanya, İtalya, Almanya ve Fransa, 8.6 milyar euro ile gelir havuzunun yarısından fazlasını alıp, Avrupa'nın “5 Büyükler”i olarak sıralanırken, Türkiye, 614 milyon euroluk Rusya’nın ardından 515 milyon Euro’luk bütçesiyle 7. sırada yer aldı.”

Yayın gelirleri bütün takımların iştahını kabarttı. Süper ligte sürekli yer alan takımlarla kent takımlarının çekişmesi bu gelirden kaynaklanıyor tabii. Birde 3 büyükleri ekleyin. Bu gelir için ne oyunlar döndüğünü gördük. Hatta takımın 4 yıllık gelirini kırdıranları yönettiği takımdan kaçarken daha yüksek makamla ödüllendiriyoruz bile. 

O haberin devamı da var; okuyalım mı?

ASLINDA 6. SIRADA AMA...

“Türkiye aslında 321 milyon dolarlık son ihaleyle yayın geliri açısından 5 büyük ülkenin ardından 6. sırada. Ancak Rusya Ligi kulüpleri ticari alandaki performanslarıyla buradaki açığı kapatarak Türkiye’yi geçiyor. Gelir sıralamasında Türkiye’yi 431 milyon Euro ile Hollanda takip ediyor. Avrupa’nın 5 büyüğünün gelirlerinde, tribündeki yüksek seyirci ortalaması ve Avrupa maçlarındaki başarılı performans büyük rol oynuyor.”

Şike soruşturmasında muhteşem buluş örneği verilerek gören gözleri kör sayan bir deyim uydurdular ya, hani şu; “teşvik teşebbüste kalmış, sahaya yansımamış”. Bu konu üzerine söylenecek çok söz var ama bizde her şeyi kılıfına uydurma ustalığımızla hukukuda kendimize benzettiğimizi, kuralları pek umursamadığımızı, böylelikle şike davasının düşürüldüğünü söylemekle yetinelim. O sözü konumuza göre söyleyecek olursak “her şey teşebbüste kalmış, sahaya kalite ve verimlilik yansımamıştır”. Sonuç olarak onca harcama boşuna yapılmıştır. UEFA boşa yapılan harcamalarla borç ödeyemez duruma düşen kulüplerimizi “fair play” dedikleri, Türkçesi “Dürüst Davranmama” cezasının sınırında tutuyor, boşuna mı?

Bakın haberin devamı bu dediklerimi doğrular niteliktedir. 

FIFA SIRAL AMASINDA İSE DÜNYADA KAÇINCIYIZ SİZCE?

“Türkiye yayın gelirinde 6’ıncı, toplam gelirde 7. sırada ama bu durum ne yazık ki saha performansına bir türlü yansımıyor. Türk takımları Avrupa Kupaları’nda belli bir aşamayı geçemiyor. Milli Takım ise üst üste iki büyük turnuvayı kaçırmış durumda. Bu yıl yapılan Euro 2012’yi de televizyon başından seyredip, başka ülkelerin attıkları gollerle heyecanlandık. Türkiye, İspanya’nın liderlik koltuğunda oturduğu FIFA sıralamasında 33. durumda bulunuyor.”

Bu ne demektir? Bu paraların boşa aktığını göstermez mi? Bu kadar gelirle dünya ve Avrupa ölçeğinde başarı var mı? Ben bir Beşiktaşlı olarak milli takımın dünya üçüncülüğünü ve Galatasaray’ın UEFA şampiyonluğunu bu gelirlerin içinden gelmediği için istisnai bir başarı sayıyorum. Uefa şampiyonluğunun üstünden onbeş, dünya üçüncülüğünün üstünden onüç yıl geçmesine rağmen başarıların arkası da gelmedi zaten.

Paranın boşa aktığını haberden aktaracağım son alıntıyla da görelim. 

PARAYI KÖTÜ YÖNETİYORUZ

“16 Kasım 2011 itibariyle UEFA Milli Takım listesinde 18'inci sıradayız. UEFA’nın kulüpler sıralamasında ise Türkiye 11. basamakta. Bu veriler, Türk futbolunda gelirlerin saha içi performansına yansımadığını açıkça gösteriyor.”

En başta ne demiştim?

Biz hovarda bir milletiz. Hava atmayı çok severiz. Hatta bizim sırf hava atmak için yaşayanlarımız da var.

Eskilerin “Böbürlenme” dedikleri, bugünün moda deyişiyle “Hava” uğruna paralar boşa akar; huyumuz kurusun.  



Yayın Tarihi: 30.10.2015

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder