29 Şubat 2016 Pazartesi

İTHAL SORUNLAR 1

Ünlü tarihçimiz İlber Ortaylı bu toplumun en ileri geleninde bile küçük kasabalılık olduğunu,
ilgilendiği konularında magazin boyutunu aşamadığını söyler. Doğrudur da ne yazık ki. Onun
için insanlarımız taraftarı olduğu görüşle övünmek, taraftarı olmadığı görüşü karalamak için
gereksiz bilgiyle yetinirler. Bugün içinde bulunduğumuz toplumun nereye sürüklendiğini
anlamak için küçük kasabalılığın ne olduğunu bilmek yeter. Küçük kasabalı mantığı en büyük
şehirlerde bile olsak vardır. Bir yerde size “Ne işine (yada işime) yarayacak” sorusu gelirse
anlayın ki orda bir arpa boyu yol alınmaz. Bu soru eğitimin faydasızlığına kadar götürür.
Konumuzla ilgisi yok gibi görünen ama küçük kasabalılığı gösterdiğini düşündüğüm bir yazı
paylaşmak istiyorum. Oyuncu, senarist, gazeteci, yazar Gülse Birsel yazmış.
Bazı yerlerde araya gireceğimi belirterek o yazıyı sunuyorum.
*
Hep söylüyorum, biz çocukken midemiz bulanınca ekmek yedirirlerdi, grip “Yatınca
geçer”di, başın ağrıyorsa “Çocukların başı ağrımaz” denirdi, uykun kaçıyorsa
“Oyuncaklarını düşün, güzel rüyalar görürsün” şeklinde konu halledilirdi!
Okuma yazmayı öğrenemiyorsan ya, “Tembel”din ya “Yavaştan, sağlam sağlam
öğreniyor”dun! Hüzünlü bir çocuksan “Yazar olacak herhalde” derlerdi, yerinde
duramıyorsan, etrafa saldırıyorsan bir tane çakarlardı, susup otururdun.
Kanaatimce pedagojinin zirve yaptığı yıllardı o yıllar.
Çünkü sonra sonra, koşup oynadıktan sonra öksüren çocuk ‘astım başlangıcı’, okuma
yazmayı zor söküyorsa ‘disleksik’, hüzünlüyse ‘depresif’, aşırı hareketliyse ‘hiperaktif’
diye nitelendirilmeye başlandı ve o sinameki yetiştirilen tipsizler şimdi büyüdüler!
(Sözün burasında araya girmeme izin verin. Belirtilen eski uygulama küçük kasabalılıktır.
Bugün gelinen nokta ise sosyal değişim değil, özentiliktir. Maddi temeli atılmadan gelinen yer
dış alımla yurda giren teknolojinin sonucudur. Üretimini yapmadan, ürettiğine
yabancılaşmadan, sorun yaşamadan ve o sorunu çözmeden, sadece ücret hesapçılığıyla
gelinecek yer kültürsüzlük olur. O kadarki; sineması, tiyatrosu, müziği, hikâyesi, romanı ilgi
görmez. Görenler sizi yanıltmasın, onlar halk goygoyculuğundan başka bir şey değildir. Bir
zamanlar “Şaban” filmi serileriyle şimdinin “Recep İvedik” film serisi gibi. Tarım ve sanayi
üretimini geçememiş bir toplumun birden bire teknolojik ürün satın alması o toplumun
geliştiğini göstermez. A.G)
O kadar ilgi alaka sonrası ola ola ne oldular?
Emo!
Emo ne?
Hani beş-altı yıldır etrafta saçlarını gözlerinin tekini kapatacak şekilde öne öne tarayan,
miskin görünüşlü, asık suratlı, beti benzi atmış, sıska, dar pantolonlu, converse’li, siyah
ojeli ergenler var ya…
Taksim’de kaldırımlarda filan oturuyorlar.
Aha onlar Emo!
Emo kelimesinin emotional’dan (hissi) geldiği, bu yavruların pek bunalımlı pek güvensiz
ve duygusal olduğu, topluma uyum sağlayamadıkları için böyle takıldıkları söyleniyor.
Bizim zamanımızda punk vardı ya, onun gibi bir akım, ama bir halta yaramayanı!
(Dikkat edin, isimler bile yabancı kelimelerinden kısaltma. Bu bile bir özentinin işaretidir.
Birkaç kere daha değinmiştim yazılarımda, yabancıların sokak kültürü, parçalanan ailelerin
kendini devasa kitlenin içinde yok olmuş hisseden çocuklarının kültürüdür. İyi eğitim
alamayan, iş güç sahibi olmayan, işi serseriliğe vuran, bunu topluma kim sorarsa isyan
diyerek sunan 1960’ların Beat’çıları, 1970’lerin Hippi’leri, 1980-90’ların Punkçuları,
bugünün Rap’çı veya Hipop’çuları bu türden gençlik türüdürler. Çözüm öneren seçenekleri
yoktur. Biz onları moda diye alıyor, yurda getiriyoruz.)


DEVAM EDECEK


Yayın Tarihi05.02.2016

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder