29 Şubat 2016 Pazartesi

GÖRMEK İÇİN DEĞER GEREK, DEĞER İÇİN EMEK GEREK



Cuma günkü yazımızda her gördüğümüze güvenilemeyeceğini, gördüğümüz şeylere
kavramların girmediğini, bu kavramların içinde “değer”in de olduğunu, görmenin bazı
durumlarda bakılan şeye değer vermekle mümkün olduğunu belirtmek istemiştim. Bugün bu
değerin üzerinde duracağız.

Bana e-posta ile gönderilen ve yazarının Bilal Civelek olduğu belirtilen bir hikâyeyi yazım
dilinde gerekli gördüğüm değişikliği yaparken özüne sadık kalarak özetlemek istiyorum.

*

Adamın birinin içinde sevgi kırıntısı dahi yokmuş ve durumundan oldukça şikâyetçiymiş.
Gördüğü herkesin sevgi duygusuyla hareket etmesinden kendine bakar üzülürmüş. Kimi
eşine, kimi çocuğuna, kimi hayvanlarına, kimi çiçeklerine özen gösterdikçe içi ezilirmiş.

Bu böyle olmayacak deyip sözünü çok işittiği, insanın içine işleyen sohbetiyle ünlü bir
bilgenin yanına gitmiş. İçinin çoraklığını dışa vuran bir anlatımla derdini anlatmış.
“Ben de sevmek istiyorum, ben de aşkla bir şeylerle uğraşmak istiyorum, ama ne yazık ki
kalbimde zerre kadar bir istek, aşk yok! Ne olur bana bir yol gösterin, ben de herkes gibi
seveyim, sevgiyle yaşayayım.”

Bilge; adama bakmış, hayattan bezgin, isteksiz ve güçlükle konuşan bir adam görmüş. İlk
sorusu “Eşini seviyor musun?” olmuş bilgenin. Adam “Hayır!” deyince bilge;
“Çocuklarını?...” diyerek sormayı sürdürmüş. Adam buna da “Hiç görmesem umrumda
değil!” demiş.  “Hayvanın var mı? Onları da sevmiyor musun?...” Adam gene “Hayır.”
Demiş, “Birde onlara her gün dayak atarak öfkemi kusuyorum!” diye cevap vermiş. Bilge;
“Peki sevgiyi neden istiyorsun o zaman?” diye sorunca adam içindeki özlemi dile getirmiş;
“İçinde sevgi olan insanların huzurlu olduklarını, her şeyden zevk aldıklarını görüyorum.
Benim hiç huzurum yok ve yaşamaktan zevk almıyorum.” Bunu duyan bilge “Beni dinlersen
sana yardım ederim! Bazı şartları uygularsan sevgiyi sende içinde duyarsın. Bu şartları
uygulamak için bana söz veriyor musun?” deyince adam sözü ikiletmeden “Söz, bütün
şartlara uyacağım. Sadece sevgisizlikten kurtarın beni, bu bana yeter!” diye cevap vermiş.

Adamdan söz alan bilge “Evde hangi hayvanların var?” diye sormuş bu kez.  “İki koyunum,
bir ineğim, bir de eşeğim var!” demiş adam. “Bunların içinde çok az olsa da hangisini
diğerlerinden fazla seviyorsun?” diye sorunca adam kısa bir süre düşünmüş: “Bir yaşında bir
koçum var. Onunla ara sıra tos oynarım.” Bilge bunun üzerine “Tamam. O zaman senin dersin
evdeki koçunla başlayacak!” deyince adam şaşırmış ve kendi kendine bir koçla sevginin ne
ilgisi var, demiş. Bilge, adama öğütlerini sıralamış: “Artık yatmadan önce koçun yanına
gidecek, ona su ve yem vereceksin. Koçun en sevdiği yiyeceği de, gene yatmadan önce elinle
yedirip, çenesini kaşıyacak, tımar edeceksin! Aksatmadan bir ay bunu yapacaksın! İkinci ay,
aynı şeyi gece yarısı da koçun yanına giderek tekrarla! Üçüncü ay koçu alarak, otların bol
olduğu çayırlarda serbest bırakıp otlatacaksın. Koç çayırda gezinirken sende onunla
gezineceksin. Dördüncü ay; koçun yanında sana uygun bir yere yatak serip uyuman gerek!
Gece yarısı kalkıp yem vermeyi, çenesini kaşımayı da unutmayacaksın! Beşinci ayın sonunda
koçu keseceksin! Yarısını eşe dosta dağıt, yarısını evine ayır! Sonra buraya gel.” demiş.

Adama söylenen şartlar saçma gelmiş. Ne yazık ki söz vermiştir bir kere, sözünden dönemez.
Söz verdiği gibi bütün şartları uygulamış. Sonunda koçuyla canciğer dost olmuş. Onsuz bir
tek gün geçirmemiş bile. Vakit dolmuş ve sıra koçu kesmeye gelmiş. Adam koçu kesmeye
kıyamamış. Bilgeden “Ben sevgiyi öğrendim. Koçu kesmesem olur mu?” diyerek bu kuralın
iptal edilmesini istemiş. Bilge kabul etmemiş ve çaresiz koç kesilmiş. Hatta kendi kesememiş
komşusuna kestirmiş. Gündüz neyse ne de, gece olan olmuş. Yatmaya gittiğinde birlikte
yattıkları yere götürmüş onu ayakları. Geçirdikleri beş ay film şeridi gibi gözlerinin önünden
geçince hüngür hüngür ağlamış. Günler geçmiş ve adam yemeden içmeden kesilmiş. Bir
sabah o böyle dışarıyı üzgün üzgün seyrederken küçük kızı yere düşmüş. Daha önce çocukları
hiç umurunda olmayan, kızının düştüğünü, başının taşa vurmasıyla kanadığını ve kızının
ağladığını gören adam çılgına dönmüş. Eşi adamın bu haline çok şaşırmış. Çocuğun başını
sarıp yatağa yatırmışlar. Adam eşinin ellerini kendi ellerinin arasına alarak af dilemiş. Başını
kaldırıp oğlunun bir köşede sinmiş kendisine korkuyla bakarken gördüğünde boşa geçen
yıllara yanmış. Yanına gitmiş, oğlunu öpmüş, bağrına basmış. Derken koç gelmiş gene aklına,
bahçeye çıkmış. Özlemi depreşmiştir gene, ama bahçenin güzelliğine şaşırmış. “Ne güzel
bahçem varmış da ben farkında değilmişim!” diye iç geçirmiş. Sonra bilge gelmiş aklına,
oraya gitmiş. Bilge onu görünce:  “Sevgi yüreğinden gözlerine vurmuş, hatta oradan da
taşıyor. Nasıl, sevginin tadını aldın mı?” diye sormuş: “Evet öğrendim. Sevgi kimi zaman
yüreğe acıyla yerleşirmiş. Şimdi her şeyi seviyorum. Çocuklarımı, eşimi, bahçemi, her gün
dayak attığım zavallı eşeğimi bile artık seviyorum. Meğer sevgi bedel ödemeden
öğrenilmiyormuş! Lakin koçu kesmeseydim olmaz mıydı? “ Diye sorunca: “Hayır, olmazdı.
Yarasız aşk olmaz! Kalbinde bir aşk yarası lazımdı, o yarayı da çok sevdiğin koç bıraktı!”
diye bilgeden cevabını almış.

*

Hikâyemizde değerin emekle ortaya çıktığını görüyoruz. Ayrıca elindekinin değerini bir şeyi
kaybetmeden anlamak mümkün değil diyor hikâyemiz. İşte görmekten kastım bu sevgili
okurlarım. Etrafımızda ve hayatımızdaki her şeye değer verelim. Bir şeyin bizlere değerli
olması için emek vermemizde şart.


Yayın Tarihi: 01.02.2016

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder