Adapazarı’nın önde gelenlerinin toplandığı bir kahvehane
işleten dedesi Seyyid Ağa’nın oğlu olan, Kurtuluş Savaşı yıllarında bir yıl
Adapazarı belediye başkanlığını yürüten, verdiği hizmetlere karşılık İstiklal
Madalyasıyla ödüllendirilen babası gibi, Adapazarı belediye başkanlığı yapan
amcası Ahmet Faik, daha sonra milletvekiliğide yaptı. Sait Faik bütün bunlara
rağmen halkın yaşayışını benimseyerek kendisinin deyimiyle “burjuva hayatını”
terk etti. Bu şekilde bir davranış onun toplumcu bir yazar olduğu fikrini haklı
kılar, fakat Sait Faik’in halkın yaşayışına bakışıyla döneminin toplumcu gerçekçi
yazarlarının bakışı arasında fark vardır. Sait Faik, işçi sınıfı görüşlerine
hiç eğilmez. Zenginlere, sömürücülere karşı oluşu onun romantikliğinden
kaynaklanır. Çünkü bütün karşı çıkışlarının temeli insani duygusallığına
dayanmaktadır.
Ünlü yazarımız Sait Faik’in hikâyelerinde var olan
özellikleri 1. “El İşçiliğine Sevgi”, 2. “Doğa Sevgisi”, 3. “Avarelik ve
Yalnızlık” adları altında üç ana başlığa ayırabiliriz.
1: Sait Faik büyük insan kalabalıklarının mahalle
ölçeğindeki tanıdıklara indirgenmiş yoksulluğunun, buna bağlı olarakta, küçük
esnafın ve el becerileriyle geçinen küçük meslek guruplarının hikâyecisidir.
2: İnsanı tanımlayan ve tamamlayan asıl etmen doğadır. Sait
Faik hikâyelerinde bunu işler. “Son Kuşlar”da kentleşmenin olumsuzluğuna vurgu
yapar. Kentsel yapılaşmanın insanı doğallığından ayırarak yabancılaştırdığını
belirten ilk çevreci hikâyeleri yazar. İnsanın doğa ile birlikteliğinin mutlaka
olması ve körelmekte olan (ki, günümüzde körelmiştir) bu duyguyu
canlandırması için büyük çaba harcar.
İnsanın doğa ile birlikteliğini anlatan yazarımızın güzel
bir paragrafını görelim.
“Güneş bir sel gibi demirli topraktan akıyor, ta tepeden
seyrettiğim bu güzel plaja, bir göle dökülür gibi dökülüyordu. O kadar tahammül
edilmez bir çağırışla çağırıyordum ki, dayanamadım. Keçi yolunu çömelerek
kaydım. Çakılların üzerine ceketimi, pantolonumu, iç çamaşırlarımı uykusu
gelmiş bir adamın eşyasını fırlatır gibi attım, bir dakika sonra denizde idim”.
3: Sait Faik bulunduğu şehrin içinde bir seyyah
gibi gezer, etrafı izlemekten keyif alır. Sanki ara sokaklarda, semt
kahvelerinde, ucuz sinemalarda her vakitte dolaşarak; yaşamın uzaktan
görülemeyen ince ayrıntılarını, sırlarını açığa çıkarmaya çalışmaktadır. Sait
faik için
Yalnızlık, doğa ile iç içe geçen ana etmendir. Bu birazda
çoğu sanatçıda görülen içe dönüklüğün eseri olarak iletişim
eksikliğine yol açar. Kendine kaçışlar bazen had safhaya varınca iletişim
eksikliğinin en yüksek seviyeye ulaştığı görülür. Bu dönem sanatçıların en
verimli olduğu dönemdir. Dolayısıyla bu durum Sait Faik içinde geçerlidir. Fakat
burada konumuz çok daha başka. Bunu kendisinin yazdıklarından görelim.
“Binlere karşı birdim. Onbinlere karşı birdim.” diyen ünlü
hikâyecimiz çaresizliğini vurgulayan, toplumdan kendisine dönmüş
düşmanlığın işareti olan sesindeki acılık çok eskiye uzanır. Sait Faik’in
yalnızlığı ve yalnızlığına bağlı olarak iletişimsizliği
ilk öykülerinde bile görülür. Bu yalnızlığın sorunu sadece
ona ait değildir üstelik, bütün insanlığa aittir. Bu da sorunu sorunsallaştırır.
Sait Faik’in sorunsallaşmanın içine giriş olarak şu sözlerine dikkat
edilmelidir: “İnsanoğlu için yasaklı hayvanda diyebiliriz. Mikroplar bile birer
yasak değil mi? Aşklar yasaktır. İnsanlar birbirine yasaktır. Canım çekiyor
diye öpemem seni güzel çocuk”.
Sait Faik, geleneksel “hikâye etme, anlatı sanatı” görüşüyle
biçimlenen, başlangıç ve sonuca dayanan bilinen hikâyecilik tarzını
yıkmış, atmosfer hikâyesi denilecek hikâyeler yazmıştır. Büyük kentin
insanlık ve doğal coğrafyasını genişletmiş, hikâyeleri o dönem için görülmemiş
katman ve kesimleri içine almıştır. Geliştirdiği insancı dil kendisinden
sonraki hikâyelere önemli bir etkisi olmuştur.
Sait Faik, Son Kuşlar ve Alemdağı’nda Var Bir
Yılan adlı son kitabındaki hikâyeleriyle gerek dil gerekse tasvirde yeni
bir aşama göstermiştir. Gerçek üstü özellikler taşıdığı söylenen bu
hikâyelerinde gerçeküstücülükten çok bireysel psikolojinin öne çıkarmaya özen
göstermiştir. Kimi eleştirmenlerin bu yanlış yargısı hikâyecimizin yapmak
istedikleri ve yaptıklarıyla hiç uyuşmaz. Toplumsal olana yapılan göndermeler
eserlerinde artık eskisi gibi ön safta yer alacak düzeyde rol oynamazlar.
İnsan bu hikâyelerde kendi yalnızlığıyla baş başa kalmıştır.
Bir eleştirmen şunları söyler:
“Anlık ve düşünsel olanı değil, duygusal-duyusal olanı
yetkin biçimde dile getirmiştir Sait Faik. Öykülerini olaydan değil doğrudan
doğruya yaşanan an’dan almıştır. Öykülerindeki ayrıntı zenginliği de anın
derinlemesine kavranılmış olmasından gelmektedir.”
Üslup bakımından kural tanımaz olan yazarımızın hikâyelerini
dilbilgisini gözeterek okuyanlar birçok Türkçe hatasını bulmaktadırlar. Ancak
doğru yazmak ile edebi bir dil kurmak arasında her dönemde mutlaka çelişki
olmuştur, bundan sonrada olacaktır. Sait Faik, o yılların örnek gösterilebilecek
hikâye dilinden halkın gündelik diline geçmiş, “sokakta konuşulan
Türkçe’yi bir sınır olarak” almıştır.
Son yıllarda üslup ve içerik sorunları üzerinde daha çok
düşünmüş, üslüp ve içerik arasında daha sağlam bağlantılar kurabilmiştir.
İçerik bireysel sorunlarca belirlendiği kadarıyla dili de yüksel
hayallerle süslenen bir görünüme kendi sanılarınıda katınca, hikâyelerinin
rengi daha da koyulaşmıştır.
DEVAM EDECEK
Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Gazete Adresimiz: www.anadolumedyagrup.com
Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder