29 Temmuz 2012 Pazar

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE ŞEHRİMİZİN ÜNLÜLERİ 22


Yazarımızın ilk kitabını çok beğenen ve öven Peyami Safa ise bu olaylar sonrasında  yazarımızı Marksçılıkla suçladı. Suçlamayı duyan Yaşar Nabi “Peyami Safa edebi günahlarına bir yenisini ekliyor” diyerek suçlamaya karşı çıktı. Çok geçmeden Sait Faik davadan beraat etti. Beraat etmesine rağmen annesi oğlunun yazma arzusunun başına bela açmaktan başka bir işe yaramadığını söyleyerek yazarlığa devam etmemesini istedi. Yazarımız “Çelme” hikâyesi sebebiyle yargılanmasının annesini çok yaraladığı için ve kendisine bıraktığı olumsuz etki yüzünden uzun süre kitap çıkartmadı. Kısa bir süre için Haber-Akşam Postası isimli gazete adına muhabirlik yaptı. Mahkemelerde yaptığı söyleşileri  yayınladı. Hikâye tadında olan bu yazıları, 1956 yılında Varlık Yayınları, “Mahkeme Kapısı” ismiyle kitaplaştırdı.

Bu arada yazarımız Yeni Mecmua dergisinde 19 bölüm halinde “Medarı Maişet Motoru”nu yayınladı. 1944 yılında yayınlanan bu yazıları kitap olarak bastırmaya karar verdi. Fakat buna, hiçbir yayınevi yanaşmadı. Sait Faik, annesinden aldığı parayla kitabı bastırabildi. Çok geçmeden “Medarı Maişet Motoru”, Bakanlar Kurulu kararı ile toplatıldı. Kitap, 1952 yılında, Varlık Yayınları tarafından bir kez daha basıldı. Abasıyanık, kitabın adını “Birtakım İnsanlar”, romanda geçen Medarı Maişet motorunun adını ise “Ceylan-ı Bahri” koydu.

Bu olayında yazarımızın yazma heyecanını ve isteğini törpülediği edebiyat çevrelerinde söyleniyor. Beyoğlu’na sık sık gittiği bir dönem olur bu dönem. Şişli’de Bulgar Çarşısı Kırağı Sokakta aldıkları (artık Nakiye Elgün Sokak) evleri İkbal Apartmanı’nda kalıyordu. Avare hayattan sıkılmadan adaya annesinin yanına dönmüyordu. Buradan hiç sıkılmadığı, hep şişlide kaldığı sonucu çıkarılmasın. O zamanki duygu karışıklıkları yazarımızın sıklıkla Burgaz ada ile Şişli arasında mekik dokuduğunu söyleyebiliriz. 1948 yılında bu kırgınlık ve yalnızlık döneminin hikâyelerinden oluşan kitabı “Lüzumsuz Adam”ı yayınladı. Kitaba adını veren hikâyeyi ilk yazdığı günlerde ona ad bulamamıştı. Bu öyküyü okuyan Yaşar Nabi Nayır, daha önce Sabahattin Ali’den duyduğu “Lüzumsuz Adam” sözünü kitabın adı olarak ortaya koydu. Bu adı Sait Faik çok beğendi ve böylelikle “Lüzumsuz Adam”,  hikâyesinin ve kitabının adı oldu.

Sait Faik’in 1947 yılında burnundan ara sıra kan gelmeye başladı. Arkadaşı olan Fikret Ürgüp kendisini muayene etmiş ve karaciğerinin büyüdüğünü söylemişti. Düşkünü olduğu içkiyi bırakıp sıkı bir perhize başladı. Hastalık dönemi yazarımızın en verimli günleri oldu. “Havada Bulut”, “Kumpanya” ve “Havuz Başı” adlı kitapları böylesi bir psikoloji döneminin kitaplarıdır. Bu psikolojinin etkisiyle yazılarında ölüm teması sıkça görülmeye başlar.
Ölümünden kısa bir süre önce yazarımızla Burgaz Adası’nda karşılaşan Nurullah Ataç, Sait Faik’i “dudakları büsbütün incelmiş, kupkuru ve benzi sapsarı” bulur. Sait faik’in Cenazesi 12 Mayıs 1954  tarihinde Şişli Camii’nde kılınan cenaze namazının ardından Zincirlikuyu Mezarlığı’na defnedildi. Naaşı, mezarlığa götürülürken, kendi isteği üzerine Kırağı Sokağı’ndaki evlerinin önünden geçirildi.

Sait Faik, hayatı boyunca çevresine uyum sağlayamamıştı. Bu uyuşmazlık onu her şeyden şikâyet eden biri yapıp çıkmıştı. Hikâyelerindeki karakterlerde olumsuz yön aramaması ve onları iyi yanları ile göstermesinin sebebinin, yazarın ideale ulaşma arzusu olduğu söylenir. Annesi, Makbule Hanım’ın oğlu için şöyle diyor: “Şatafattan nefret ederdi. Dolabında her şey bulunduğu ve ailevi durumumuz iyi olduğu halde ekseriya başına bir kasket ayağına bir pantolon geçirerek balıkçı arkadaşlarıyla gününü gün ederdi.” 

Annesinin sözlerine katılan Yaşar Nabi Nayır ise Abasıyanık hakkında “Aristokrat değildi. Halktan üstün görünmeye çalışandan hoşlanmazdı. Herkes gibi olmak, herkese uymak isteği onda sonradan edinilmiş bir his değildir. Doğuştan gelme bir tabiattır.” der.

Abasıyanık’ın psikolojisi üstüne bir deneme yazan Fikret Ürgüp, sanatçının karakteriyle ilgili iki noktanın üzerinde durdu. Bunlardan birincisi annesinin ilgisi ve babasının aşırı ilgisizliğinin oluşturduğu iç çatışmalar. Yazarımızın  “çekingen, kendisini çevresinden ve kendisinden gizleyen, anlamak ve anlaşılmak istemeyen” bir kişiliğinin olmasını buna bağlıyordu. Ürgüp ayrıca, Sait Faik’i daima koruyan annesi nedeniyle, yazarın kendine olan güveninin hiç gelişmediğini belirtti.

Sait Faik'in doktorunun yazdığı denemelere bakacak olursak hayatında annesinden daha önemli biri olmadığını ve olmasınında imkânsız olduğunu görürüz. Ölene kadar yazarımız annesi ile birlikte yaşadı. Uyumsuz yaratılışta olduğu için kimseyle uzun süreli dostluklar kuramadı. Fakat pek çok arkadaşı oldu. Herkesle tanışık bir insandı. Burgaz Adası’ndaki balıkçılar ve esnafla birlikte çene çalmayı, zaman geçirmeyi sevdiği kadar, sanat dünyasından Hüsamettin Bozok, Özdemir Asaf, Orhan Kemal, Mücap Ofluoğlu, Adalet Cimcoz, Oktay Akbal, İlhan Berk, Orhan Veli, Tarık Buğra, Abidin Dino gibi pek çok arkadaşıyla birlikte olmayıda severdi.

Sait Faik üç kadınla üç defa evliliğe yaklaştı. Birinci girişimi annesi onaylamadı, ikinci girişiminde teklifi reddedildi. Annesinin isteği üzerine nişanlanan Abasıyanık’ın bu nişanı ise on ay sürdü. Abasıyanık’ın aşk hayatından, hikâyelerinde çok açık olmamakla birlikte sıkça söz ettiğini belirten arkadaşı Vedat Günyol ise yazarın aslında eşcinsel olduğunu belirtti. Günyol’un sözlerine katılan Fethi Naci ise Sait Faik’in ölümüne yakın yazdığı hikâyeleri incelerken yazarın tercihini hatırlatarak, Abasıyanık’ın söyleyeceklerini söyleyebilmek için hikâyelerinde gerçeklik duygusu uyandırma isteğinden uzaklaştığını söyledi.


DEVAM EDECEK


Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Gazete Adresimiz: www.anadolumedyagrup.com

Yayım Tarihi: 11.07.2012 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder