Yazarımızın ilk kitabını çok beğenen ve öven Peyami
Safa ise bu olaylar sonrasında
yazarımızı Marksçılıkla suçladı. Suçlamayı duyan Yaşar Nabi “Peyami
Safa edebi günahlarına bir yenisini ekliyor” diyerek suçlamaya karşı çıktı. Çok
geçmeden Sait Faik davadan beraat etti. Beraat etmesine rağmen annesi oğlunun
yazma arzusunun başına bela açmaktan başka bir işe yaramadığını söyleyerek
yazarlığa devam etmemesini istedi. Yazarımız “Çelme” hikâyesi sebebiyle
yargılanmasının annesini çok yaraladığı için ve kendisine bıraktığı olumsuz
etki yüzünden uzun süre kitap çıkartmadı. Kısa bir süre için Haber-Akşam
Postası isimli gazete adına muhabirlik yaptı. Mahkemelerde yaptığı söyleşileri yayınladı. Hikâye tadında olan bu yazıları,
1956 yılında Varlık Yayınları, “Mahkeme Kapısı” ismiyle kitaplaştırdı.
Bu arada yazarımız Yeni Mecmua dergisinde 19 bölüm
halinde “Medarı Maişet Motoru”nu yayınladı. 1944 yılında yayınlanan bu
yazıları kitap olarak bastırmaya karar verdi. Fakat buna, hiçbir yayınevi
yanaşmadı. Sait Faik, annesinden aldığı parayla kitabı bastırabildi. Çok
geçmeden “Medarı Maişet Motoru”, Bakanlar Kurulu kararı ile toplatıldı. Kitap,
1952 yılında, Varlık Yayınları tarafından bir kez daha basıldı. Abasıyanık,
kitabın adını “Birtakım İnsanlar”, romanda geçen Medarı
Maişet motorunun adını ise “Ceylan-ı Bahri” koydu.
Bu olayında yazarımızın yazma heyecanını ve isteğini
törpülediği edebiyat çevrelerinde söyleniyor. Beyoğlu’na sık sık gittiği bir
dönem olur bu dönem. Şişli’de Bulgar Çarşısı Kırağı Sokakta aldıkları (artık
Nakiye Elgün Sokak) evleri İkbal Apartmanı’nda kalıyordu. Avare hayattan
sıkılmadan adaya annesinin yanına dönmüyordu. Buradan hiç sıkılmadığı, hep
şişlide kaldığı sonucu çıkarılmasın. O zamanki duygu karışıklıkları yazarımızın
sıklıkla Burgaz ada ile Şişli arasında mekik dokuduğunu söyleyebiliriz. 1948
yılında bu kırgınlık ve yalnızlık döneminin hikâyelerinden oluşan
kitabı “Lüzumsuz Adam”ı yayınladı. Kitaba adını veren hikâyeyi ilk yazdığı
günlerde ona ad bulamamıştı. Bu öyküyü okuyan Yaşar Nabi Nayır, daha
önce Sabahattin Ali’den duyduğu “Lüzumsuz Adam” sözünü kitabın adı
olarak ortaya koydu. Bu adı Sait Faik çok beğendi ve böylelikle “Lüzumsuz
Adam”, hikâyesinin ve kitabının adı
oldu.
Sait Faik’in 1947 yılında burnundan ara sıra kan gelmeye
başladı. Arkadaşı olan Fikret Ürgüp kendisini muayene etmiş ve karaciğerinin
büyüdüğünü söylemişti. Düşkünü olduğu içkiyi bırakıp sıkı bir perhize başladı. Hastalık
dönemi yazarımızın en verimli günleri oldu. “Havada Bulut”, “Kumpanya” ve “Havuz
Başı” adlı kitapları böylesi bir psikoloji döneminin kitaplarıdır. Bu
psikolojinin etkisiyle yazılarında ölüm teması sıkça görülmeye başlar.
Ölümünden kısa bir süre önce yazarımızla Burgaz Adası’nda
karşılaşan Nurullah Ataç, Sait Faik’i “dudakları büsbütün incelmiş,
kupkuru ve benzi sapsarı” bulur. Sait faik’in Cenazesi 12 Mayıs 1954 tarihinde
Şişli Camii’nde kılınan cenaze namazının ardından Zincirlikuyu Mezarlığı’na
defnedildi. Naaşı, mezarlığa götürülürken, kendi isteği üzerine Kırağı Sokağı’ndaki
evlerinin önünden geçirildi.
Sait Faik, hayatı boyunca çevresine uyum sağlayamamıştı. Bu uyuşmazlık onu her
şeyden şikâyet eden biri yapıp çıkmıştı. Hikâyelerindeki karakterlerde
olumsuz yön aramaması ve onları iyi yanları ile göstermesinin sebebinin,
yazarın ideale ulaşma arzusu olduğu söylenir. Annesi, Makbule Hanım’ın oğlu
için şöyle diyor: “Şatafattan nefret ederdi. Dolabında her şey bulunduğu ve
ailevi durumumuz iyi olduğu halde ekseriya başına bir kasket ayağına bir
pantolon geçirerek balıkçı arkadaşlarıyla gününü gün ederdi.”
Annesinin sözlerine katılan Yaşar Nabi Nayır ise
Abasıyanık hakkında “Aristokrat değildi. Halktan üstün görünmeye
çalışandan hoşlanmazdı. Herkes gibi olmak, herkese uymak isteği onda sonradan
edinilmiş bir his değildir. Doğuştan gelme bir tabiattır.” der.
Abasıyanık’ın psikolojisi üstüne bir deneme yazan Fikret
Ürgüp, sanatçının karakteriyle ilgili iki noktanın üzerinde durdu. Bunlardan
birincisi annesinin ilgisi ve babasının aşırı ilgisizliğinin oluşturduğu iç
çatışmalar. Yazarımızın “çekingen,
kendisini çevresinden ve kendisinden gizleyen, anlamak ve anlaşılmak istemeyen”
bir kişiliğinin olmasını buna bağlıyordu. Ürgüp ayrıca, Sait Faik’i daima
koruyan annesi nedeniyle, yazarın kendine olan güveninin hiç gelişmediğini
belirtti.
Sait Faik'in doktorunun yazdığı denemelere bakacak olursak
hayatında annesinden daha önemli biri olmadığını ve olmasınında imkânsız
olduğunu görürüz. Ölene kadar yazarımız annesi ile birlikte yaşadı. Uyumsuz yaratılışta
olduğu için kimseyle uzun süreli dostluklar kuramadı. Fakat pek çok arkadaşı
oldu. Herkesle tanışık bir insandı. Burgaz Adası’ndaki balıkçılar ve
esnafla birlikte çene çalmayı, zaman geçirmeyi sevdiği kadar, sanat dünyasından
Hüsamettin Bozok, Özdemir Asaf, Orhan Kemal, Mücap Ofluoğlu, Adalet
Cimcoz, Oktay Akbal, İlhan Berk, Orhan Veli, Tarık Buğra, Abidin
Dino gibi pek çok arkadaşıyla birlikte olmayıda
severdi.
Sait Faik üç kadınla üç defa evliliğe yaklaştı. Birinci
girişimi annesi onaylamadı, ikinci girişiminde teklifi
reddedildi. Annesinin isteği üzerine nişanlanan Abasıyanık’ın bu nişanı
ise on ay sürdü. Abasıyanık’ın aşk hayatından, hikâyelerinde çok açık olmamakla
birlikte sıkça söz ettiğini belirten arkadaşı Vedat Günyol ise yazarın
aslında eşcinsel olduğunu belirtti. Günyol’un sözlerine katılan Fethi Naci ise
Sait Faik’in ölümüne yakın yazdığı hikâyeleri incelerken yazarın tercihini
hatırlatarak, Abasıyanık’ın söyleyeceklerini söyleyebilmek için hikâyelerinde
gerçeklik duygusu uyandırma isteğinden uzaklaştığını söyledi.
DEVAM EDECEK
Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Gazete Adresimiz: www.anadolumedyagrup.com
Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder