29 Temmuz 2012 Pazar

ŞAİRLERİN ŞİİRLERİYLE SÖYLEDİĞİ 133


Sıcakların kavurduğu bir yazın bir ramazan gününde hepinize merhaba sevgili okurlarım. Belkide bu yılın en sıcak günlerini yaşıyoruz. Nerdeyse gündüzleri hayat duracak. Küresel ısınmanın bir sonucu olduğu söylenen bu sıcakların her yıl artarak devam edeceği söyleniyor. Dünya ısınırken güney sınırımızda ısınıyor. Suriye üzerine oynanan oyunlarla orda da bir kürt bölgesi oluşturuluyor. Suriyeli Kürtler Irak’ın kuzeyindeki Kürtlerle birleşme eğilimindeler. Bu Türkiye’nin sınırlarını tehdit eden gelişmeden kaçış yok, öyle anlaşılmasın; Pazar yazılarımın konusu gereği şiire dönüyorum. Bugün Ahmet Ada’ya ve şiirlerine yer vereceğim.  

Önce kendisini tanıyalım.

Ahmet Ada1947 yılında, Adana’nın Ceyhan ilçesinde doğdu. Ceyhan Lisesi’nde okurken eğitimini şartları elvermediği için yarıda keserek bir takım işlerde çalıştı. Kayseri’de devlet memuru olarak bulundu. Edebiyat hayatına 1970 yılında şiir yazarak başladı. Yazıları,  şiirleri Hakimiyet Sanat, Saçak, Dönemeç, Somut dergilerinde yayınlandı. İlk şiirlerinde İkinci Yeni akımının etkileri görünür. Daha sonraki şiirlerindeyse Ahmet Arif ve Nihat Behram’ın doğa tasvirciliği ve ses vurgulamalarından izler vardır. Yöresel renklerle işlenmiş, lirik, yumuşak şiirleriyle günümüz toplumcu gerçekçi şairlerindendir.
 
...

ABLAM İÇİN GAZEL

Ablam çiçekli basma giyerdi.
Gurbet ustasıydı,
Sıla mı,hüzün saatleri mi?
Eylülün ilk haftasıydı.

Saçlarını tarasa akıp giderdi onlarca keder.
Darılsa bana kumral bir yalnızlığa başlardı.

Verandanın köşesinde siyah- beyazdı sesi.
Ablam yaşasaydı solgun şarkılar söylerdi.

Eylül müydü albümden düşmüş sonbahar mı?
Ne güzel güldü bütün özlemi sarardı.

Bir gün kalbi kuş uçmayan atlaslara gömüldü.
Yaşasaydı kuş olup cezayir menekşelerine konardı.

AHMET ADA

***

ACIYLA AKRAN

Burda mayalanan aşkın yedeğinde
Gün vurdu mu yüzünü sulara
Bir haber beklerim sevinçli
Ulaşan mermere, taşa, içerdeki dosta
Usulcacık bir türküye girer gibi
Bir haber; kuşların kanadında

Burda taşrada bir esimlik rüzgar
Üşüttü mü gül yaprağını gizlice
Duyarım yüreğimde sessizce
Geri gelmeyecek örselenmiş gençliğimi

Bir haber döndürebilir beni
Buğulu mavi bozkır günlerime
Sarınıp yıldızlı gecelere, öyle ki
Çekip gidebilirim ipsiz serseri
Çalımsız bir ıslık tutturarak
Kırık dökük dizelerime benzeyen

Burda ırmağın sesinden başka
Yüreğimi uslandıracak kimse kalmadı
Haber gönder, çık gel, acıyla akranım artık
Ağarabilir usulca göğsümdeki karaltı.

AHMET ADA

***

AŞKI BULURUM

Öpüşün karanfil kokardı aşkı bulurdum
Işık hızını geçen bir uçakta aşkı
Bulutlar tükenir kuşlar görünmezdi
Yitip giderdi altımızda nice denizsiz kent
Çelik gürültüleri arasında sayısız çiçek

Mutlu ederdim seni kadınım olurdun

Seninle ikimiz ilkyaz gibiydik
Sevda avcumuzda tuttuğumuz gül yaprağıydı
Uzayda bıraktığımız ayak iziydi
Güzelim, hangi güç durduracaktı bizi
Hangi güç ince parmaklarının hünerini

Aşka izin yoktu, gün soldu kuşluk vakti
Usul usul konuştuktu hani
Aşkı savunanları düşen bir kenti savunur gibi
Bütün sahici aşkları konuştuktu
Leyla ile Mecnun'u, Elsa ile Aragon'u
Yani ikimizle yarının ölümsüz olduğunu

Giyilmemiş çamaşırlar gibi kokardı aşkın
Güzelim benim bir tanem
Sırasında hazırdın onarmaya
İşkencedeki insanın incinen onurunu
Yaşadığımız günü, tutsaklığı, bugünü
Buğular içinde yüzen geceyle gündüzü

Işıkları yalandı kederle akardı kent
Ne kadar da güzeldi kışı, sisi, ayazı
Güzelim benim, bir tanem, yanımda sen olunca
Özlenirdin anlıyor musun
Bir karanfile baka baka uçarılaşırdın
Yitirmeden henüz aşkı, ilkyazı
Saçların çiçek tozu, çam kokusu
Sende düğümlenirdi bir uçumluk tadı çocukluğun

AHMET ADA

***

BİR ÇOCUK

Sen ey engin gönüllü düşsever
Sıfatsız derviş
Dolaştın içinde hep özveriyle
Doğu’yu, Batı’yı, sokakları
Sokaklar ki leylak kokardı
Şuraya koymuştun masaya
Çiçeklerin sokak görgüsünü
Sokakların çiçek örgüsünü

Sen ey uçuruma atlayan çocuk
Anlat şimdi uçurumu, uçan çiçekleri
Bazı güneşleri büyük sulara akan
Bazı aşkları beyaz sessizliğe akan

Bak işte geçti yine
İçinden sümbül yeleli bir at

Sen ey uslanmaz kalender
Doğu’lu bilge, gün doğdu bak
Hasret burcuna düştü
İmgelerin sınırsız dalga boyu

Deniz kıyısında denize karşı
Yaktı sigarasını bir atlı

Sen ey uslanmaz uçarı çocuk
Anlat şimdi vişneçürüğü ufku
Uçurum sessizliğinde suçsuzluğunu
Bak işte Cemal Abidir
Laleli’den dünyaya doğru giden bir tramvayda
Onun kasketine yağan yağmuru anlat

AHMET ADA

***

BOŞLUKTA

yanımdaki masada üç genç kız
üç güzel kız sarı saçları
bir beyzbol kepinin altındaydı
uzak bir şehre eğimliydi gözleri
cep telefonları çaldı çalacaktı

denize sokulan küçük beyaz ayaklar
gibiydi oturuşları duruşları
hiçlikte kaybolmuştular
belki kimselerin arayacağı yoktu
belki sevgileri acı tadındaydı

bir kırlangıcın yuvadan uçup gitmesi
gibiydi can sıkıntıları
yatılı okul mezunuydu acıları
evlerinden uzaktaydılar
belli ki bir boşlukta kaybolmuştular

yanımdaki masada üç güzel kızı
öylece buldum bir beyzbol kepinin
altındaydı sarı saçları
kalkıp gittiler boşlukları kaldı
sevdaları kimbilir neyin ardındaydı

AHMET ADA

***

CESARET

Bir parça kar beyazı bulut mu
Gök mavisi mendil mi anısı olan
Savaktan akan serin sular mı
Git getir usulca yarana sar
Eksilmesin başucundan memleket

Kuşattı mı bütün yolları harami
Can yoldaşı orman uzak mı
Kuşların çığlığına uyarak yürü
Omuzlarına güneş vurmuş olmalı
Bin nazla büyüyen özlediğin güle

Faytonlar sürdün körüklü fenerli
Koşum takımları pırıl pırıl doru atlar
Nice gelinler götürdün al duvaklı
Baş çekip diz vurarak halayda
Gün oldu erittin kederli havaları

Komadılar ama seni uçarı yürek
Değmedi körpe fidan bir ele elin
Arpa ekmeğine değdiği kadar
Henüz onsekizinde yirmisinde
Gül ömrünü yangınlara saldılar

Bu usul yürek loncaya yazılmalı
Çünkü dem tutmaya başladı çığlık
Ve ayrılığın köze döndürdüğü sevda
Öyle yalın öyle hırçın ki göğsünde
Götürebilir seni güneşli yollara

AHMET ADA

***

DELİKANLI

ben düşler tramvayına binerken şehrin
pırıl pırıl bir ay doğmuş olurdu dünyaya
hanem aydınlanır annem uyanırdı
babamın serçelenmiş ayakları saçılırdı
ufak tefek sokaklara
ben sokaklara borçluydum çocukluğumu
bolluk günleri miydi babamın elinde ay ışığı
bir de dolu file, dönerdi eve,
benim yakınımdaydı
ekmek parası, gökyüzünün teri, salıncaklar,
ben çekidüzen verirdim eski dünyaya
biraz umutsuz, az ironik, bir parça kırılgan
yağmuru bol kış akşamlarında
dip odalarda kısa pantolonlu aşık
bağbozumuydum ben duygularım karmakarışık

ben aşkla ödeşir düet sona ererdi
zambak gibi sözcüklerden oluşan
nasılsa yağmur yağardı tenha vakitlere
seke seke yürüyüşünden tanırdım
yağmuru, seni, baş dönmesi serüveni

yağmurun iplerinde törendi beyaz gemi

AHMET ADA

***

GÜL YENİSİ KÜÇÜK KIZ

Bir park kanepesinde oturuyorum deniz
kıyısındaki, burnumda tütüyor
günyenisi küçük kız, bir çocuk kadar
suçsuzum onu sevmekle, bunun için
ilgileniyorum kırgın çiçeklerle

Baktıkça resmine gül açılıyor parmak
uçlarımda, ne çok istiyorum onu
gün eskiten gözleri değdikçe günebakanlara
nasıl da yakıştırıyorum günebakanları
gözlerine

Serçelerle, evet serçelerle geçiyorum
ara sokaklardan, oyun oynuyor toz
duman içinde çocuklar, geçiyorum
içimde hüzne benzer bir duyguyla

Şimdi şurdan koşuyorum
kuşlar kalkıyor koştuğum taşlıklardan
bir aldanış mı yaşadığım yoksa
bilmiyorum ne kadar koşabilirim
eskimez yeşil pabuçlarla gelen aşka

Ey serçe gölgeleriyle lekeli ara sokaklar
nasıl da sendeliyor kalbim küçük
bir kız için, yürüyüp gidiyorum yüzümü
bir Akdeniz çiçeğine gömerek

Sevincimi bozuk paralar gibi dağıtıyorum

AHMET ADA

***

GÜLÜN TEKRARI

mevsimler uzar saatler kısalır
hayat gülde gülün tekrarı
güz vakti miydi belki öyleydi
gülde gülün sesi
suda testilerin sesi
eylül sonu uzun yağmurların sesi
her dem taze
burnumun direğini sızlatan hasretin sesi
gökyakut sevdanın sesi
derbentlerden gelen turnaların sesi
seni öyle çok sevmiştim ki yurdum
biraz keder biraz acı
verdinse de bana hâlâ sızlar
hasretinle burnumun direği

haydi gelsin nalbantların sesi
naz katılır makamlara
gül dökülür çarşılara
yaşanır çılgın curcunanın ucunda
türk kürt gürcü laz süryani
gül alıp vermişiz
türkülerimiz benzer, göğümüz aynı
içimizi pırıl pırıl yapan
cana can katan uzun yağmurlar
kıtlıklar tufanlar görmüşüz
mezopotamya ovasında
hayat gülde gülün tekrarıdır
narda nar şerbetinin tekrarı
erbil ovasında hurmanın tekrarı
gök çatıda uçuşan
ipek mendillerin tekrarı

hasretini göstermiş sarıya güz
güzü kıskanmış gülün tekrarı
haydi gelsin, demdir
gelmesini istediğin şey
leyla gamıyla gelsin mecnun
nalburlar inceltirken göğü
gülünü dererken has bahçe
yeşil limonlar arasında
güneydeyim serserilik yaşımda
topuklarımdan dertli türküler akıyor
gündüzü, akşamı, göğü ilişkilendiren
yaz şarkılarıyla
erken yaz güllerinde gülün tekrarı
güllerde sensin gülün tekrarı
hayat gülün kuşta tekrarıdır
urfa'da taşın ovada tekrarı

ay girerken buluta
gel bir arzuhalciye gidelim
gülün yazdıralım taştaki tekrarını
yazın güzdeki tekrarını
mağaranın evdeki tekrarını
ağıdımız derbentleri aşarken
peki kime anlatalım halimizi
biliyorum artık çok geç
biliyorum henüz çok erken
seste sessizliğin tekrarı
künyemize düşüldü acı
zalim avcılar bile dokunmaz
mevsimler uzar günler kısalır
hayat gülde gülün tekrarıdır.

AHMET ADA

***

Bu pazarlıkta bu kadar. Haftaya gene şiirlerde buluşmak üzere mutlu serin bir köşe ve buzlu içecekli günler diliyorum.


Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Gazete Adresimiz: www.anadolumedyagrup.com

Yayın Tarihi: 29.07.2012 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder