30 Haziran 2013 Pazar

“BİZİM EŞEK TAM YEMEMEYE ALIŞMIŞTI”



Dünyanın nereye gittiği konusunda bir fikriniz var mı? Bana sorarsanız görünür gelecekteki dünyanın varacağı liman pekte güvenli bir liman değil. Nasıl olsun ki? Ekonomik krizler, denenen yeni üretim biçimleri hızlı bir bozulmanın olduğunu gözler önüne seriyor. Felaket tellallığı yapmak istemiyorum ama durum bu yönde maalesef.

Dört yıl önce “Ulusal Biyogüvenlik” yasa tasarısının görüşüldüğü bakanlar kurulunda GDO’lu ürünlerin üretilmesine izin verildi. Önce GDO’nun ne olduğunu görelim, böylece bu yasa tasarısının ne anlama geldiğini anlarız sanıyorum.

Bir canlının gen diziliminin değiştirilmesi ya da ona kendi doğasında bulunmayan bambaşka bir karakter kazandırılması yoluyla elde edilen canlı organizmalara “Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar”, kısaca GDO adı veriliyor.
Bir canlıdan diğerine gen aktarımı, bir çeşit kesme, yapıştırma ve çoğaltma işlemi genetik mühendisleri tarafından uygulanıyor. Aktarılacak gen önce bulunduğu canlının DNA sından kesilerek çıkarılıyor.Sonra vektör adı verilen taşıyıcı virüs ile bu gen DNA molekülüne yapıştırılıyor.

GDO’lar bugün kolera bakterisi geni taşıyan yonca, akrep geni taşıyan pamuk, tavuk genli patates, balık genli domates gibi ürünler şeklinde karşımıza çıkıyor.
Yediğimizin de giydiğimizin de içinde artık GDO var.

GDO’ların ne olduğu konusunda fikrimiz oluşmaya başladı değimli? Peki Geni Değiştirilmiş Organizmaların ne zararı var birde onu görelim.

Canlılar üzerinde yapılan bu değişiklikler; canlı sağlığı, biyolojik çeşitlilik, ekolojik dengenin bozulması, ekonomik bağımlılık, canıların yaşam hakkının elinden alınması ve canlılar üzerinde mülkiyet hakkı tanınması açısından önemli tehdit ve riskler taşımaktadır.

Yerel türler tehdit altında.Yaşam bir bütündür ve gen halkalarındaki en küçük bir değişiklik beslenme zinciri yoluyla bütündeki diğer parçaları da etkiler.

Milyarlarca yılda kurulan bu ekolojik denge 5-10 yılda hızlanan gen değişimiyle bozuluyor. Örnek olarak modern tarım nedeniyle Asya da var olan 140 bin çeşitten sadece 6’sı ekili toprakların % 70’ni kaplamaktadır. Bu türlerin yok olması demektir. Arılar kuşlar böcekler ve rüzgâr yoluyla polenlerin seyahati ile var olan organik ürünler GDO’dan nasibini alıyorlar. Bir süre sonra GEN KAÇIŞI diyebileceğimiz bu bulaşma sonucu hayatın devamı için çok gerekli olan bu bitkiler tek tip bitki olarak karşımıza çıkıyor. Bir kez gen aktarımı başlayınca genetiği değişmiş ürünün, değişmemiş ürünlere ileriki nesillere de aktarılacağından tek tip bitkileşmeye yönelik bu gidiş önlenemez hale gelmektedir. Ayrıca tekrar geriye dönüp organik tarıma geçmek istesenizde geçemezsiniz. Toprak organik tarıma elverişli özelliklerini yitirdiği için bu mümkün değildir.

Zararlı böceklere karşı dayanıklı olmalarını sağlamak için bazı bitkilere aktarılan toksin (zehir) karakterli genler o böcekleri yiyen yararlı böcek türlerinin de yok olmasına neden oluyor. 

1998 yılında toksinli, geni aktarılmış bir bitkiyi yiyen bir böcekle beslenen uğur böceği gibi yararlı böceklerin ölümlerinin arttığı, gelişmelerinin geciktiği saptandı.

Örnekleri arttırmak mümkün. Bence bu kadarı bile her şeyi açıklamaya yeterli.

Gelelim bu durumun insan sağlığına etkileri konusuna..

Zamanımızda hızla artan kanser vakaları bile konunun korkunç boyutunu gösteriyor. Hem besinler yoluyla, hem teknolojik gereçler yoluyla gelen kanser insanlığı tehdit eder boyuta hızla gitmektedir.

Fareler üzerinde yapılan bir deneyde genetiği değiştirilmiş yiyeceklerle beslenen farelerin nesilleri tükenmiştir.

1970’li yıllarda insan tohumunda 125 milyar hücre varken günümüzde bu sayı 25 milyar hücreye inmiştir.

GDO’ların ekonomik olarak getirdiği en büyük sakıncalardan biri bu ürünlerin patent hakkının tüm dünyada birkaç çok uluslu şirketin elinde olması. Bu çalışmaları yapan şirketler en büyük kazançlarını patent bedeli tahsil ederek sağlıyorlar. Çiftçi terminatör genlerle kısırlaştırılan tohumları her yıl yeniden almak zorunda kalıyor. Bu da çiftçiyi çok uluslu tohum üreticisi şirketlere bağımlı kılıyor.

Şu anda GDO’lu ürünler şunlar:

Mısır, patates, domates, pirinç, soya, buğday, kabak, balkabağı, ayçiçeği, yer fıstığı, bazı balık türleri, kolza, kasava, papaya.

Genleri değiştirilmeye çalışılan ürünlerse şunlar: 
Muz, ahududu, çilek, kiraz, ananas, biber, kavun, karpuz, kanola.

Üretimi sırasında GDO kullanılmış pek çok ürün var,

Mısır ve soya genleri ile oynanan ürünlerde ilk sırayı aldıklarından bu bitkilerden üretilen yan ürünlerin de GDO’lu olma riski var.

*Mısır ve soyadan üretilen yağ, un, nişasta, glikoz şurubu, sakkaroz, fruktoz içeren gıdalar günlük tüketim maddeleri arasında yer alıyor. Örneğin; Bisküvi, kraker, kaplamalı çerezler, pudingler, bitkisel yağlar, bebek mamaları, şekerlemeler, çikolata ve gofretler, hazır çorbalar, mısır ve soyayı yem olarak tüketen tavuk ve benzeri hayvansal gıdalar ile pamuk GDO lu olma riski taşıyor.

* Sadece mısırdan üretilen ve çeşitli gıdalarda bileşen veya katkı maddesi olarak kullanılan yan ürün sayısı 700’ü, soyadan üretilen türevlerinin sayısı ise 900’ü buluyor. Yani bu yan ürünleri içeriğinde kullanan her bir işlenmiş ürünün GDO’lu olma riski bulunuyor.

Yıllardan beri Tarım Bakanlığı’nın GDO’lar konusunda net bir tavrı yoktu. Yazının başında dediğim gibi bakanlık yasa tasarısını görüştü ve kabul etti.

Adana Çiftçiler Birliği Yönetim Kurulu’nun kadın üyelerinden Rana Çorat yıllardan beri GDO’lu ürün yetiştirme izninin peşindeymiş.

“Madem bu ürünleri ithal ediyoruz Türk çiftçisine de GDO’lu ürün ekme izni verilmeli. Böceklere karşı kullandığımız ilaçlar hem pahalı, hem çevreye zararlı. İthal ürünlerle rekabet edemiyoruz.” diyerek Türk tarımının geleceğini yakma pahasına gerekçesini haklı göstermeye çalışıyor.

Sabancı Üniversitesi’nden Profesör Dr. Selim Çetiner yaklaşık 20 yıldan beri GDO ile ilgilenen bir isimmiş. Dünyadaki gelişmeleri yakından izliyormuş.

Beş yıl önce Sabancı Üniversitesi’nde 3. Tarımsal Biyoteknoloji ve Biyogüvenlik Sempozyumu”nu düzenlemişti.

Profesör Çetiner’e göre, Cemil Çiçek’in AB sistemiyle benzerlik teşkil edecek” dediği “Ulusal Biyogüvenlik” yasa tasarısı AB müktesebatına kesinlikle uymuyor. Hatta AB’nin bu konudaki yasasının “ruhuna” tümden ters. Yasa tasarısı üç yıllık bir çalışmanın ürünü. 440 bin dolara mal olmuş.

Profesör Çetiner yasanın bebek maması yasağı bölümüne karşı çıkıyormuş.

Gerek ABD, gerek Avrupa Birliği biyogüvenlik mevzuatlarına göre insan sağlığı açısından en ufak bir risk taşıyan GDO’lu bir ürünle bırakın bebek mamasını köpek maması bile yapmak mümkün değildir. İnsan sağlığı ve çevre açısından en ufak bir risk taşıyan GDO’lu ürünlerin yetiştirilmesine bile izin verilmez” diyor. 

Kim ne derse desin insan nesli ya değişim geçirecek ucube bir yaratık olacak, yada insanlık kendi kendini bu yolla yok edecek.

Akılıma Nasrettin Hocamızın bir fıkrası geldi. Hoca günde üç öğün eşeğini beslemekten bıkmış. Yavaş yavaş yemini azaltarak en sonunda hiç vermez olmuş. Tabii sonuç, eşek sizlere ömür. Bunu gören hoca: “bizim eşek tam yememeye alışmıştı ama ömrü yetmedi.” Demiş. Bizde kalabalık nüfusu besleyeceğiz diye GDO’lu yiyeceklerle sonumuzu hazırlıyor olmayalım.
                                                                                       



                                                                                                                                      05.06.13

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder